Yıllar önce, yıllar sonra…
‘’Unutmak için değil hatırlamak umuduyla aldım seni hayatıma; ama görüyorum ki sen kendi yalan dünyanda yok olup gitmeyi, unutulmayı yeğliyorsun. Gün gelip de hatırlanmak istediğinde hafızalarda yerin olmadığını gördüğünde hep bu sözlerimi hatırlayacaksın. Tabi benden uzaklaşmak, başka denizlere açılmak için bana söylediğin ‘seni üzmek istemiyorum daha fazla’ palavralarını da……’’
Bu sözleri duyan delikanlının yüzündeki ifadeler o günün koşulları içerisinde umarsız ve düşüncesizdi. Bunun bir son olmadığını fark etmeyecek kadar çocuktu. Hafifçe gülümseyip yanağına bir buse koyup uzaklaşmıştı oradan. Kendi hayatında sıfırı aramaya gidiyordu; gittiği yerde sıfır diye bir şey yoktu artık.
Uyurken yanağının kenarındaki tebessümlü ifade onu sersem güzel, tırnaklarına sürdüğü kırmızı ojeler olgun-işveli bir kadın, dizlerini karnına çekerek aldığı uyku hali annesinden kopamayan ufak çocuğu andırıyordu.
Uyumak için yatağa girdiğinde kendi yastığının çizdiği daire etrafında dönüp duruyordu. Kalkıp kalkıp ya sigara yakıyordu ya da buzdolabına gidip soğuk bir şeyler arıyordu. Onu uyku halinde seyretmek mi hoşuna gidiyordu, o uyku halindeyken geleceğin çıkmazlarından kurtulmanın mı planlarını yapıyordu? Uykudaki hali öylesine masumdu ki…
Günler geceler boyunca düşünüp durmuştu genç delikanlı… Nasıl olmuştu da en sevdikleri şarkı James Blaunt ‘you are beautiful’ iken Emre Aydın’ın ‘afili yalnızlık’ şarkısı olmuştu. Bir yerlerde iyi gitmeyen bir şeylerin olduğu, gizliden beliren bilinmeyenlerin varlığı çok belliydi.
Gözlerinin içlerine aşkın engin denizlerini aktarırken, birbirleri için ‘you must be angel’ diyorlardı. Gözleri artık baraj önlerindeki kapaklar mı olmuştu da ‘bu kez pek bir afili yalnızlık’ diyorlardı.
İlişkileri bitmişti. Farkında değillerdi.
Emre Kalcı demişti Kir kitabında ‘aşkı bitiren ayrılık, daha önce cesaret edilmemiş küçük ayrılıkların toplamıdır…’
Cesaretini sonunda toplayan genç olmuştu, bir türlü sonu gelmeyecek olan ilişkinin derinliklerinde kaybolmak canını yakıyordu ve sebepsiz kavgalarda buluyordu kendisini. Aynı şey kız içinde geçerli değil miydi, sonuna kadar… Bazen kadınlar ilişkilerini bitirmek istediklerinde susarlar, konuşmazlar çoğu zaman, karşısındakinin anlamasını isterler. Erkeklerde sebepsiz kavgalara, tartışmalara atarlar kendilerini… genç kız susuyor, delikanlı susmuyordu! Ve sonunda ihale birinde kalacaktı, bu da genellikle cesaret denilen dürtüyü harekete geçiren kişide kalacaktı.
‘’Seni sevdim, seninde beni sevdiğini biliyorum. Ama görüldüğü üzere olmuyor artık, hep kavga ediyoruz, tartışıyoruz. Bu da benim seni üzdüğüm için üzülmeme neden oluyor. Seni daha fazla üzmek istemiyorum. Bitmesini istiyorum bu ilişkinin!’’
‘’…..Tabi benden uzaklaşmak, başka denizlere açılmak için bana söylediğin ‘seni üzmek istemiyorum daha fazla’ palavralarını da… Sen hiçbir zaman çözüm aramadın, nasıl düzeliriz, nasıl eskisi gibi oluruz umurunda olmadı. Sen kendi hayatınla meşguldün sürekli. Kendini çok seven, başkalarının da seni sevdiğine inanan ahmağın tekiydin. Görüyorsun şimdi bile kendin üzüldüğün için ayrılmayı teklif ediyorsun. Oysa senden bir süredir uzak olduğumu fark etmedin, bunu soramadın. Belki de sormamak işine geldi. Evet, bitsin istiyorum bende; seni sevmediğim için değil, güzel sözlerin arkasına saklanan bir korkak olduğun için. Neymiş ‘aşk, gelecek zamanla sevişmekmiş.’ Hadi canım sende…’’
Ahmet Telli o nefis şiirinde ne de güzel diyor ‘’ömrümüz ayrılıklar toplamıdır / yarım kalan bir şiir belki de’’
Doğuşan IŞIK
11.04.2010
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.