- 1067 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÇİLELİ ÖMRÜM
ÇİLELİ ÖMRÜM
Çok fena bir yağmur başlamıştı dün gece.Sağanak hâlinde yağıyordu ve korku dokuyan bir fırtına yağmura eşlik ediyordu...
Sarı bir ipekten örtüyle kaplı somyaya oturup dışarıyı izliyordum.Rüzgâr çıplak dalları kamçılıyor,bazı dallar diğerlerine gecenin kör karanlığında hayalet rolü oynarcasına hızlı bir sallanmayla çarpıyordu...
Soğuktu içerisi...Günlerdir yanmayan soba,oturma odasının en orta yerinde tembel bir duruşla bana soğukça bakıp pis pis gülüyordu...
Ailem...Aynı kanı paylaştığım,farklı yürekleri yaşadığım ailem...Beyin olarak birbirimize ne kadar da uzağız!..Gönüllerimizin iki ucu bir araya hiç gelmedi...Ayrılık türküleri yıktı,viran eyledi bizi,ümitlerimizi...
Kalbimin penceresine gün ışığı yansımıyordu ve kendimi öz vatanımda gurbetçi olarak algılıyordum...Ne zamanki ailemin yaşadığı mekana adım atsam gurbetteymiş hissine kapılıyorum, kendimi bu vücudun bir organı olarak göremiyorum...Ruhen onlar âşık,ben Bağdat!..Ve Bağdat sanıldığı gibi aşığa o kadar yakın değil...Mesafe kilometre olunca yakın da,ya gönülmetre olunca?..Santimler işlemiyor!..
...............................
Üvey anne derdi başa bela,öz iken üveylik aratmayan baba ayrı bir dert...Her gün kavga,her an tartışma...Bir sürü dudak arasından dökülen hakaretler,fırlatılan terlikler ve dökülen pencere kapı camları...Ördükleri acıları kazak niyetine giydirmeye çalışıyorlar...
Yıllardır “eden,bulur;eken,biçer” diyorum...Yalan!..Vallahi de yalan!..Ekilen bir kötülük tohumu ürün de veriyor!..Ediyor;ancak kimse bulmuyor!.. Hani etme bulma dünyasıydı?..İyisi mi ben sadece “eden dünyası!” diyeyim...
.............................
Hâlden anlayan bulunmuyor...Gerçi çoğunun okuma yazması yok;olanlar da tersten okuyor... Düşüncelerimi sağdan sola,yukarıdan aşağıya okuyorlar ve bir şey anlamıyorlar...Biri çıksa da soldan sağa okusa her şey gün gibi anlaşılacak ya!..Akıl bağlantılarında artı-eksi kutuplarını ters yerleştirmişler..
...............................
Seni düşünmekten başka yapacak bir ödevim yoktu...Evdekiler,çıkardıkları gürültülerle seni düşünmemi engelliyordu...Engellemek ne demek!Düpedüz duygudan ve duygulanmadan uzak vahşi pençeleriyle sana yönelik hülyalarımı bölük pörçük ediyorlardı...Beynimde bin parçaya bölünmene razı olmayan avare gönlümün buyruğuna uydum,fakirliğimin yansıması ayakkabılarımı cılız ayaklarıma geçirdim ve kapıyı çarpıp çıktım, sokakların başıboşluğuna terkediverdim kendimi...
El ayak çekilmişti caddelerden...Meydan bir bana kalmıştı,bir de beynimde dibek döven sana... Amansız zalimliğiyle rüzgâr, her ne kadar düşüncelerimin tersi yönünde esse de,umursamıyordum. Zihnimin yalçın kayalıklarından seni koparıp götüremezdi ya!..
Fırtına yüzüme yüzüme işliyor;yağmur,ceketimi delip kalbimi ıslatıyordu...Yağmasını,daha şiddetli yağmasını sonsuz bir arzuyla istedim yağmurun...Dileğimce yağarsa ve isteğimce coşarsa kalbimin her tarafını senle yeşertecekti,çiçekler açacaktı orda, “Sitâre” koyacaktım her birinin adını,her damarının soyadını...Bu yüzden gökten ha bire boşalsın istedim...
Yürüdüğüm caddenin zemini pek bozuktu. “Önüm adaysa basıp,yok,denizse atlayarak” ve karanlığı yararak ilerliyordum,yürürken ayaklarım kâh denizlere,kâh da okyanuslara batıp batıp çıkıyordu...Pantolonumun paçalarından –görmüyordum;ama seziyordum- tazyikli çeşme misali sular akıyordu.Islanan ayaklarım üşüyordu. Ellerim cebimde olsa da parmak uçlarım sızlıyordu...Vücudum titriyordu...Kuvvetli nefesiyle üfüren yel yüzümü gözümü buz kesiyordu...
Bir tek kalbim biraz ılımandı;orada sen yaşıyordun,nefesin ılıtıyordu...Vücut sıcaklığın yüreğimin tenine usulcacık dokunuyor,ısıtıyordu...Yıllarca siyahlara hapsolmuş kalbimi ışıldayan kahve gözlerin gün gibi aydınlatıyordu....
Oysa Sitâre,gerçeklerim kalbimin dünyasıyla pek uyuşmuyordu.Sana;çakmağın,kendi taşına olan hasretiyle vurgun olduğumu söylemedim...
Söyleyemedim...Tersleyeceğinden korktum...Çekindim...Kalbimi saran esintini dünyamdan başka yüreklere yönlendirme ihtimali önüme dağ gibi gerildi...Aşamadım...Hayatımı ahtapot gibi saran mağduriyetim ve fakirliğim engel oldu...Ne bileyim?!!Pantolonun yamalısını bende görürsen “pis!” diyerek çekip gitmenden endişelendim...
.............................
Yaşadığım hayatı andım,ağladım... Rüzgârla beraber ben de kavalyelik ettim yağmura..O yağdı, ben yağdım...O,sokağın toprak zeminine aktı;ben kendime,yüreğimdeki sana,sürdürdüğüm yaşama...
Biliyor musun Sitâre?Fakirlik tak etti canıma...Ayakkabının lastiği hep perişan ediyor beni... Sürekli sekerek yürüyorum;sakat değilim ki!..Zalim,arkadan vuruyor!..
Bir deri montum olmasını çok istedim;yılların tecrübeli ceketini verdiler bana!.. Ceketimin tecrübeli oluşu yıpranmış olmasından ileri geliyordu.Hep aşınmış...Pantolon da aynısı,gömlek de...Bir yerinden yamalı pantolonum hiç olmadı;hep iki gözenekli oldu...Tek yama bulunan daima abiminkidir, iyice eskittikten sonra ikinci yaması vurulmuş olarak bana verilir...Ne hikmetse dizlerinin hep altı yırtılıyor!..
Gözümün önünde şatafatlı hayalini kurduğum;ancak sadece uzaktan görüp hasretini giderdiğim bisiklet ben de ulaşılmaz bir hedef,boğazıma tıkanıp kalan bir yumru...Çantam hiç olmadı benim. Arkadaşlarımın çantasına bakıp imrenmekle avundum...Ne ikinci bir kalemim oldu,ne de kaybettiğimde yerini tutabilecek ikinci bir silgim...Oysa...
İlkyaz güneşlerimin hülyasının doğudan battığını anladım.Kavak yellerinin esme senaryosu sona eriyordu ve bütün kabadayılığıyla fırtınalar gönül bağımı bozguna uğratmaya başlamıştı...
Ağladım,yağmurun yukarıdan boşalma hızına eş...Yalnızlığın kapanmayan kucağına dolu dizgin yürüdüm...Sokaklar da benim gibi yalnızlığın koyuluğuna itilmişti...Yarım saatte bir geçen şehir içi dolmuşların farları da olmasa karanlıkta yitip gidecektim...
Keşke yel esse de sel götürseydi beni!..Gidip sır olsaydım...Bir muamma gibi çekip gidişime akıl erdirmeselerdi...Toplum tarafından sistemli bir şekilde yalnızlığa mahkum olacağıma,keşke yokluğun içinde yokluk yaşasaydım.Esas sorunum Sitâre,bunca varlığın içinde bu kadar yok oluşu yaşamak!.. Sevginin bol olduğunu sandığım bir yüzyılda sevgisizliğin girdabında sürüklenmek!...Doğrusu ağırıma gidiyor... Zorlanıyorum... Ağlamayayım,iç çekmeyeyim diyorum;olmuyor...Ağlatan(lar) var!
Böylesi ilgisizliğe dayanamayınca hep intiharı düşünüyorum... Çevremde “adamım” diyebileceğim kimsem yok!...Ne bir sırdaşım,ne bir candaşım!...Ya,insan,zamanın bu keşmekeşi içerisinde bu kadar da kimsesiz bırakılır mı ya???...
.................................
Yürüdüğüm caddenin sağında solunda toprak evler uzanıp gidiyordu...Tahta pencerelerden ölgün ışıklar caddeye yayılıyordu tek tük...Gecenin ilerlemiş saatine rağmen bacalardan duman çıkıyordu...Belliydi ki,soğuk sadece bana değil, annesinin kanatlarına sığınıp ısınan civciv gibi soba başına sokulanları da oldukça etkilemişti...Ben ise yürüyordum derbeder... “Kaldırımlar”ı hatırlıyordum...Necip Fazıl’ı anarken,şiddetini arttırmaya çalışan rüzgâr,sağlı sollu uzayıp giden evlerin bahçesindeki ıslak ağaçların dal uçlarını kamçılıyordu...Damlalar,göklerin karanlığını yırtıp oraya buraya serpilmeye devam ediyordu.
Kıvrılmaktan öte köy tanımayan saçlarım ıpıslaktı...Yüzüme çarptıktan sonra boynumdan göğsüme doğru kayan rahmet tanecikleri kendi renginden her tavizi vermiş gömleğimi sırılsıklam yapmıştı...Yamalı pantolonum lime lime idi...Üşüyordum...Geçtiğim yolları geriye doğru arşınladım... Rahat bir şekilde seni düşünemediğim evimizin bahçe kapısını seni düşünmekten üşüttüğüm ve kanı çekilmiş ellerimle açtım...Işıklar sönmüştü...Evin damına yüksekten bakan çam ağacının dibinden geçerken çamın büyüklüğünü aşkımla karşılaştırdım;sen daha yüce çıktın...
Benim geleceğimi bildikleri için dış kapıyı sürgülememişlerdi,açıp içeri girdim,sürgüyü çekip sola düşen odaya vardım,el yordamıyla yere serili yatağımı buldum;üzerimdekileri çıkarıp somyanın üzerine attım ve yatağıma yaramazlıktan sonra uslanmış bir çocuk görüntüsüyle uzandım...
..............................
Gönlümün,bakışlarına esir olduğun günden beri başımı yastığa koyarken hep seni hayal ediyorum ve uyuyamıyorum...Gezerken uzaktan görüp sana benzettiğim birini uzun süre takip ediyorum, sen olmadığını öğrenince de düşlerimin yelkeni yırtılıyor...Ders çalışırken satırlar arasından gülümseyişinin kırmızı çizgilerini görüyorum...
Hemen her gece rüyada buluşuyorum seninle...Ve ille de bir aksilik çıkıyor hepsinde...Ya bir Şahmeran seni yutuyor,ya da aramıza kara kediler giriyor...
Bir ara el ele tutuşmuş,güzel ve etkileyici bir bayan hüviyetindeki sarışın güneşin yaktığı ve ikimizden başka kimsenin olmadığı yemyeşil tarlaların arasından koşuyorduk çılgıncasına...Çalılar...Ah çalılar...Arkasında nasıl bir tehlike olabileceğini mutluluğumuzdan hiç düşünemediğimiz çalılar!..Silahlar çıkıyordu ortaya,insafsız parmaklar tetiklere çöküyordu...Yere seriliyordum...Aynı sahne binlerce kez tekrar ediyordu...Ve sen baş ucuma çöküp dizlerini dövüyor,ağıtlar yakıyordun!...Olmayası çalılar!..
................................
Macera daha yeni başlıyordu benim için... Hayalin,gözümün önünde uzun zaman bir tül perdesi gibi uçup duracaktı...Masallarınla uyumaya çalışacaktım...O yana bu yana dönecektim,dönerken fırtınayla yağmurun sersemlettiği vücudum ısınacaktı...
Göz kapaklarım ağır ağır uykuya varırken,rüyada buluşma sözü veren sen,“Gel!” diyordun!..Ben de küheylana binmiş,uçarak geliyordum...
Adem ERDEM
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.