- 1026 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
- BATININ GÜNEŞİ -
Yıllar önce karanlığı dağıtan bir güneşin hikâyesi…
Kapısının önüne vurulan zincir köye vurulan bir hançerdi ama bundan kimsenin haberi yoktu. Dar sokakların arasında yıllar önce terk edilmiş bir binaydı sadece bilmeyenler için.
Yıllar yılları acımadan kovaladıktan sonra köylü bir şafak vakti okulun kapısının çıkardığı ses ile uyandı. Herkesin şaşkın bakışları okulun üzerindeydi. İnce, uzun ve şık giyimli birinin ayak sesleri yükseliyordu binanın içinden. Köyün büyükleri biliyordu bu silueti ama küçükleri için çok yabancıydı. Aslında ne kadar çok ihtiyaçları vardı o tanımadıkları insana. O minik yüreklerin ilk öğretmeni henüz bilmeseler de kurtuluş kapısı olacaktı.
Günler birbiri ardına köylüler için sıralanırken öğretmen köyde çok şeyi değiştirmeyi başarmıştı. Geldiği günün ardından aylar geçmişti ve ilk günkü yok oluşa göz yummamıştı. Kimsenin anlam veremediği şekilde köydeki dirilişi sağlamıştı ve öğretmen çok iyi biliyordu bu cilveli hayatın kurallarını. Genç yaşına rağmen sahip olduğu tecrübe köyün çocuklarından, yaşlılarına kadar herkesi büyülemişti. Öğretmen köydeki en büyük eksiklik olan okuma alışkanlığını kazandırma yolunda çok büyük adım atmıştı. Köylüler belki farkında değildi yaptıklarının ama her bir kelimenin telaffuzu aydınlığa giden yolda bir adımdı onlar için ve bunların hepsinin farkındaydı öğretmen. Kitap bir kurtuluştu tüm yoksunluklardan…
Öğretmen bir günü daha başarılarla dolu geçirmişti. Başarının verdiği mutluluk ile sokakta yürürken evlerin içindeki neşeyi görebiliyordu. Evine yaklaştığında sokaktaki evlerden birinin bacasının tütmediğini ve evin ışıklarının yanmadığını gördü. Gökyüzüne baktı ve gözlerini kapadı …
Dağların yamaçlarından köye inen sinsi bir sis bulutu tüm köyü sarmıştı. Diz boyu olan kar köydeki hayatı felç etmiş, yaşamın tek göstergesi evlerin bacalarında hiç durmadan tüten duman olmuştu. Kar yağışı akşama doğru hafiflemiş ve gece olunca da yıldızlar belirmişti.
Köyde bir ev vardı bacası tütmeyen ışıkları yanmayan. Köyün terk edilmiş bu evinde Seyiroğlu ailesi yaşardı bir zamanlar. Evin mahzunluğuna bakanlar bilemezdi eskiden bu evin köyün en görkemli evi olduğunu. Ama yılların alevlendirdiği bir ateş düşmüştü eve ve artık giden geri gelmiyordu. Köyün yaşlılarının unutmak istediği bir büyük acı kadar canlıydı bu hikâye, bu dava.
Köyün sessizliği bir kurşun sesi ile bozulmuş ve tüm ışıklar tek tek sönmüştü. Bu uğursuz ses köydeki ilk silah sesi değildi. Köylüler bunun son olmayacağını da biliyorlardı.
Gecenin ilerleyen saatlerinde Seyiroğlu ailesinin kapısı çalındı. Korkulan olmuştu. Evden son çıkan kişinin kanlı gömleği evin babası olan Masum Seyiroğlunun elindeydi. Bu Berat Seyiroğlunun gömleğiydi.
Baba gömleği yüzüne sürerek dizleri üstüne çöküp gökyüzüne bakıyordu ve o anda gözyaşları gömlekte kanla birleşirken içeriden doğudan batıya tüm canları yakan bir ana feryat ediyordu...
Seyiroğlu ailesi o gece anlamıştı. Artık güneş doğudan doğmayacaktı ve onlar güneşin batıda doğduğuna inanmışlardı. O gecenin üstünden çok geçmeden bir ailenin doğudan batıya acı göçü başladı. Masum Seyiroğlu tüm yakınlarını bu davadan kaybetmişti. Ve artık kaybedecek hiçbir şeyi kalmamıştı. Eşi, çocukları ile kışa rağmen uzaklaşıyordu memleketinden. Ve bu göç ayırıyordu onu çocukluğundan, gençliğinden, tüm inandıklarından ve geçmişinden.
Ailesiyle göçen Masum Seyiroğlu gecenin bol yıldızlı bir vaktinde eşi ve çocuklarına durmalarını söyledi ansızın. Arkasına dönerek bir öfkeyle “Yıllardır canımı yedin doymadın kanımı içtin bitmedin seni nasıl yeneceğim bilmiyorum. “ diyerek karanlığa haykırdı. Babasının öfke dolu sözleri küçük İbrahim’i o gece ağlatmıştı, İbrahim küçük elleriyle ayı göstererek yeneceğiz baba demişti sessizce...
Günler süren göçün ardından bir yol çizdi kendine Seyiroğlu ailesi. Güneşin bir türlü doğmadığı yerden kurtulup güneşi görmeye batıya gelmişlerdi. Güneşin doğduğu memlekete… Ve sanki güneş kurtuluştu.
Masum Seyiroğlu, köyündeki tüm mirasını satarak gelmişti. Seyiroğlu ailesi paranın elinde durmayacağını bildiği için iş arama telaşı ve bununla beraber zor günler başlamıştı ama bu engeller pes ettirici değildi onlar için.
Masum Seyiroğlu en büyük oğlu ile bir okulda hademe olarak işe başlamıştı. Türkçeyi çok da iyi bilememeleri onlar için büyük bir zorluktu. Okula da en kısa sürede Türkçelerini düzeltmek şartı ile alınmışlardı. Bu mümkün müydü? Gördükleri belki ilk güneş, okulun Türkçe öğretmeni Zehra Hanım olmuştu. “Okuyacaksın Masum Efendi” Demişti. “Okumanın bitiremediği dava yoktur.”
Günler birbiri ardınca sıralanırken Seyiroğlu ailesinin işleri düzeliyordu. Baba ve büyük oğlu sözlerini tutmuşlar ve okumaya başlamışlardı. Yılların yoksun bıraktığı bir hevesle ve açlıkla…
Tabi ki artık küçük İbrahim de büyüyordu. İbrahim çocukluğunun gösterdiği acılardan belki de etrafında hoş karşılanmayan davranışlar göstermeye başlamıştı bir süredir. Bazen de ailesi dışında herkese komik gelen şeyler yapıyordu. Bulundukları mahalledeki çocuklar oyunlarına İbrahim’i katmıyor katmadıkları gibi onunla bir de alay ediyorlardı.
İbrahim kimseyle konuşmaz olmuştu. Durduk yere ağlayıp geceleri evin doğuya açılan penceresinden bakıp “Yenebilecek miyiz?” diyordu içinden. Çocuk halinden anlaşılması beklenmeyen bir olgunlukla… Geçmişine dair tek hatırladığı yenmeleri gereken bir savaş olduğuydu. Birkaç gece geçtikten sonra İbrahim’e cesaret gelmişti ve bir kez daha mahalleye çıkar insanlarla konuşur olmuştu.
Baba okuldaki azmi ile beklenmeyen çalışmalar gösteriyor ve gün geçtikçe daha iyiye gidiyordu. Okuması gelişmiş ve artık kitapları elinden düşürmez olmuştu. Bu durum İbrahim’in gözünden kaçmıyordu ve İbrahim bir gece dayanamayıp babasına merakla neden sürekli kitap okuduğunu sordu. Babası oğluna dönüp;
-Benim kurtuluşum, dışarıya açılan bir pencerem oldu kitap diyordu.
İbrahim bu cümleye anlam verememişti ama bir kurtuluş olduğunu duyması İbrahim in kitaplara bakış açısını birden bire değiştirmişti. Artık kitapları açtığında o bilmediği kelimeleri telaffuz ederek babası gibi geceler boyu kitap okumak istiyordu çünkü biliyordu, kurtulmalıydılar.
Okulda önceleri öğrenciler tarafından küçümsenen Masum Seyiroğlu öğrencilerin ilgi odağı olmuştu artık. Biri hariç… Öğrencilerden biri Masum Seyiroğlunun hikâyesini biliyor, onu küçümsüyor ve her gün onları ailesine kötülüyordu. Müdüre ulaşan şikâyetler okulun huzurunu bozduğu yönünde olunca müdür hiç de istemediği bir karar alarak Seyiroğlu ailesinin tek gelir kaynağını kesmişti.
Bu duruma dayanmak çok güçtü ama onlar zorlukların üstünden gelmeyi çok iyi biliyorlardı. Yıllar önce dedelerinin yaptığı hata Seyiroğlu ailesine çok zarar vermişti ve artık doğru kararlar almaları gerekiyordu. Masum Seyiroğlu yılmayarak iş aramaya devam etti. Bir yandan da Türkçesini düzeltmek için kitapların bu mucizevî dünyasında yaşamaya devam ediyordu. Babasının bu kararlılığı İbrahim’in kişiliğinde çok büyük bir iz bırakıyor ve İbrahim’in küçük yaşta olgunlaşmasını sağlıyordu. Babası gibi büyük bir azimle okumak ve biran önce güçlükleri aşmak istiyordu.
Zaman böylece akıp giderken Seyiroğlu ailesi sıkıntılı günler geçirse de artık mutluluğun tablosu oluşuyordu. İbrahim hep istediği okula başlamış ve kısa sürede okumayı sökmüştü artık oda babası gibi kitap okuyor anlamasa da çabalıyordu. Babasının ona gösterdiği yolda ilk ama büyük olan adımlarını atmaya başlamıştı. Zafere hazırlanan bir asker gibi azimle koşuyordu.
Bir sabah her zamanki gibi gene İbrahim ile annesi okula gitmiş, evin büyük oğlu ise o gün iş aramak için erkenden çıkmıştı. Masum Seyiroğlu da uyanmış ve küçük oğlunun odasındaki doğuya bakan pencerenin altında uzun zamandır okuduğu kitabı bitirmeye çalışıyordu. Pencereden dışarıya baktığında şehri bir sis bulutunun kapladığını görmüş ve tedirgin olmuştu. Sahne çok tanıdık gelmişti ve pencereyi kapamak için yöneldiğinde Şehrin sokaklarında iki el silah sesi yankılanmıştı…
Şehir, karanlığı giyerken üstüne, eve gelmişti herkes. Evde bir sessizlik vardı ve İbrahim annesine;
-Gene babam kitap okuyor sanırım demişti ama babası her zaman romanlarını okuduğu sandalyede değildi, İbrahim’in odasına doğru yöneldi herkes ve kapının eşiğinin altından akan kan ile herkes nefeslerini tuttu kapıyı araladıklarında ise Masum Seyiroğlunun pencerede kalmış cansız bedeni ile karşılaşmışlardı… Gözyaşları gece boyu kan olup akmıştı bir bir bedenlerden ve haykırışlar yürekleri dağlamıştı.
O gece tüm yürekleri dağlayan başka bir haykırış vardı. İbrahim karşısındaki cansız bedenin altında babasının hep istediği ama hiç bitiremediği romanını buldu. Sayfalar kanla renklenmiş yazılan her bir harf kana bulanmıştı. İbrahim o anda babasının kapatamadığı pencereden dışarı çıkararak kitabı Kurtuluşumuz diye haykırmıştı defalarca…
Bir süre sonra gözyaşları içinde sokağın bir köşesinde kendine gelen Öğretmen gökyüzüne bakarak Kurtuluşumuz diye haykırmıştı gene yıllar önceki gibi. Bir zamanlar İbrahim öğretmenin kurtuluşu şimdi yılların getirdiği acıya maruz kalan tüm ailelerin kurtuluşu olmuştu. Ve İbrahim babasının gösterdiği azmi devam ettirerek babasının bitiremediği davayı ve hep bitirmek istediği ama hiç bitiremediği KURTULUŞ romanı bitirmişti. “Kurtulmuşlardı…”
İbrahim öğretmen yıllar önceki azmin meyvesini yıllar sonra öğrencilerinden toplayacaktı bunun mutluluğu ile babasının gösterdiği yolda hep koştu ..
Uzun ve acımaz yılların ardından artık köylüler için güneş eskisi gibi doğudan doğuyordu...
YORUMLAR
Kaleminiz çok kuvvetli. Çok etkilenerek okudum. Kurtuluş insanın yüreğinde, azminde. Tebrik ediyorum. Ayrıca kitap okumanın önemini de vurgulamışsınız. Öğretmenler bir güneş gibi doğuyor cehaletin üzerine.. Saygılarımla.. 10 puanlık bir yazıydı..