DELİ / DAHİ = |-0,9|
Bacağı alçıda hastane yatağında yatarken sol tarafındaki pencerenin üzerindeki klima cihazını uzaktan kumandasıyla ayarlıyordu. Kapı önüne birkaç kişinin biriktiğini ayak seslerinden anladı. Karşı yatağında ayağı pansumanlı kendisi gibi açık mavi pijamalı yatan hasta uyuyordu. Nefes sesinden o ana kadar rahatsız olduğunu düşünse de kimin geldiğinin merakı onu unutturdu. Bakır rengi kapı kolu hareketlenirken yaptığı o kadar heyecanlı işten sonra bu kapının verdiği heyecan içini kıpırdatmaya başladı. O anda içeri ilk bakışta sayılamayacak kadar çok yıldızı olan yüksek rütbeli generaller, subaylar doluştu.Etrafını sardılar. İçi cız etti. Sapsarı kesildi. Titreyen elinden aşağı uzaktan kumanda düştü ama bakmadı bile. En öndeki, gür bir sesle “Arif Turna sen misin?” Titrek bir sesle “Evet.”
* * *
Apartmanın bodrumuna doğru iniyordu. Doğal gaz sistemine geçmeden önce kullanılan kazan dairesinin aralanmış çiftli kapısından içeri girdi. Dört bacaklı masanın arkasında kapı gıcırtısına başını kaldırdı. Eski kalorifer kazanının önünde sandalyeye oturmuş kavanoz kadar iki silindir yan yana birleştirilmiş bir alet havada duruyordu. Gözleri yorulduğundan içeri gireni tanımaya çalışıyordu. Hafif esmer, uzun yüz, bir yetmiş boy, yetmiş beş kilo ağırlık, mavi kısa kol gömlek, açık renkli kot “Vay emm’olu.” Terden parlamış esmer yüzünde yirmi altı yaşından daha fazla gösteren sakalı belki beş günlüktü. Kirli askılı tulum, terli tişört, bozuk terlik. “Ulan Kemal, hala paçozsun len.” Birbirlerine sarıldılar. “Gel otur Arif, hoş geldin.” diye bir tabureyi masanın yanına çekti.
Kemal, “Nasılsın? Erken geldin bu sefer.”
Arif, “ İzin verdiler.”
Kemal, “Ne izni ? daha yeni gitmiştin izinden.”
Arif, “Geçen hafta haberlerde teröristlerin vurduğu astsubay var ya.”
Kemal, “Afyonda cenazesi kaldırılan mı?” Evet anlamında başını salladı.
Arif, “O benim devre arkadaşım. Üs bölgesinde beklerken helikopterle getirdiler. Kucaklayıp doktora götürdüm ama kurtaramadılar. Böyle birkaç da asker geldi. Kabuslarıma girmeye başladı. Bana da on beş gün istirahat verdiler. Ben de izin aldım geldim.”
Kemal, “Başın sağ olsun abi’cim...Allah rahmet eylesin.”
Arif, “Sağol, Allah razı olsun. Neyse, geçelim; bunları unutmak için geldim. Bakıyom’ da yapmışsın aleti. Manyetik jeneratör dediğin bu mu?”
Kemal, “Evet ya, sonun da bitti.”
Arif, “Ne yapıyo’ bu alet.”
Kemal, “Şu iki silindir süper iletken benzeri bir maddeden; hem de benim icadım; maliyeti de fazla tutmadı; bi’ fırın bi’ buzdolabı işlemi tamam. İçinde tüpüne değmeyen birkaç tane manyetik plaka var. Güç verdikçe iki silindir arasıda keskin bir manyetik alan oluşturuyorlar. Hem de dünyanın manyetik alanına aynı kutupta gibi fonksiyon gösteriyorlar. Aynı kutuplar da birbirini iter biliyorsun. Buna negatif g kuvveti diyorum.”
Arif, “g şu yerçekimiyle alakalı şey değil mi?”
Kemal, “Evet.”
Arif, “Peki negatifi ne?”
Kemal, “İşte havada durmasını sağlayan şey. Bak şimdi n’olacak?” silindirlerden uzanan kabloya bağlı bir reostayı saat yönünde çevirdikçe yükseliyor tersine çevirince alçalıyordu.
Arif, “Bunu bi’ yerlere gönderdin mi?”
Kemal, “Gönderdim Tübitak ve birkaç üniversiteye amma... ayarı düzgün değildi bi’ tavana çarptı bi yere düştü. Bi’ daha beni kapıdan içeri bile sokmadılar. Bu durumuna bile bakmadılar.”
Arif, “Bu nereden aklına geldi?”
Kemal, “Hayal ettim. Şu asansörleri daha düşük enerjiyle çalıştırsak, araçlar kendini daha hafif hissetse, uçaklar daha az yakıtla uçsa, dünyanın daha temiz bir yer olacağını düşledim ama şimdiden buruk bi’ durumdayım.”
Arif, “Güzel bi’ hayal hem ne de olsa HAYAL / GERÇEK = 0,5 değil mi ?” Gülüştüler.
Kemal, “Bak bunu da ben anlamadım. “
Arif, “ Hayalin yarısı gerçektir.”
Kemal, “Madem o kadar biliyordun niye bilim adamı olmadın?”
Arif, “Ben bir zamanlar biyolog olmak istiyordum ama astsubay olacağım dedim.” Gene gülüştüler.
“Bir dakika benim de bir hayalim var. Onu yapalım mı? Hem iznim boşa gitmemiş olur.” dedi Arif.
Kemal, “Nasıl bir şey?”
Arif, “Güzel bir şey; sadece bir fabrikanın hurdalığından kurşun geçirmez levhalar edineceğiz.” Kemal hafifçe gülümsedi “Neden olmasın?”
***
Sabahtan bütün askerler operasyona başlamışlardı. Helikopter pistinin kenarında sandalyeye oturmuş arkasında bekleyen iki askerle hazırlanmış küçük dağ topları için hazırlanmış mermileri beklerken piste doğru yaklaşan skorsky helikopteri görünce Arif “Bu hayra alamet değil çocuklar.” diye askerlere seslendi. Elinde kalan konservenin kutusunu plastik kaşığıyla bir tarafa atıverdi. Aklına gelen başına geldi helikopterden çıkan teknisyen eliyle kulaç atarak “Gel.” işareti yapıyordu. Topçuya mermi götüreceklerdi.
Top mermileri yüklenmiş helikopterde beş dakikadır gidiyorlardı. Mermilerin yanına koyduğu küçük bir bavul gibi olan çantasının üzerine oturuyordu. Pilot koltuğunun arkasında namlusu aşağı doğru bakan makinalı tüfeğin başında oturmuş kucağında görev kaydını yapan teknisyene sordu “ Ne kadar kaldı ?” Teknisyen gürültüden anlamayınca kaskını kulağını çıkaracakmış gibi aralayarak yaklaştı. Tekrar sordu. Eldiven tuttuğu eliyle üç parmağını gösterdi. Sesi anlaşılmasa da dudaklarından “Üç dakika” dediğini anladı. Arif “Benim işim bundan sonra hadi size kolay gelsin.” Dediğini anlamadı ama anlamış gibi başını salladı.
Arif üzerindeki parkayı oturduğu yerden çıkardı. Kurşun geçirmez yelek benzeri sırtı kamburlu koruyucuyu gören teknisyen dudak büküp başını hafif eğerek alaycı hayranlığını ifade etti. Oturduğu çantanın üstünden kalkıp kulpundan tuttuğu gibi helikopterin kapısını aralar aralamaz kendini dışarı attı. Tutmak için elini attı fakat yakalayamayınca yarı açılmış kapıyı kapattı. Kaskındaki mikrofonu dudağına yaklaştırdı “Komutanım adam atladı!”
Pilot “Kim atladı?”
Teknisyen “ Az önceki astsubay.”
Pilot “Topçuların irtibatçısı mı?”
Teknisyen “Evet.”
Pilot “Ne di’yon len?” şaşkınlıkla arkasına doğru baktı “Hakk’aten ya, yok adam.”
Teknisyen “Geri mi dönece’z?”
Diğer pilot “Düşmüş adamın nesine bakacağız? Asker mermi bekliyor. Can pazarına yetişelim.”
Pilot “İyide sen niye tutmadın.”
Teknisyen “Nasıl tutayım? Adam bir anda fırladı.”
Pilot “İntihar edecek yeri de buldu. Böyleleri bizim başımızı belaya sokar. Gerçi ner’den anlayacaksın ki?”
Teknisyen “ İşe gider gibi çantasını da aldı yanına.”
Diğer pilot “Belki kefeni vardır içinde.” dedi, gülüştüler.Topçu mevzileri görününce pilot “Geldik.”
Şahlanan her toptan sonra etrafta askerler koşuşturuyor, kimisi mermi hazırlıyor kimisi topu tekrar mevziiye sokuyor kimisi teleskopla hedefe bakıyordu.
Helikopter konar konmaz teknisyen birkaç asker teknisyenin açtığı kapıdan üçlü mermi paletlerini alıp alıp yere koymaya başladılar. Askerlerle beraber gelen uzman çavuş içeri merakla baktı teknisyene yaklaştı bağırarak “Arif astsubay ner’de?” Teknisyen baş parmağını aşağı doğru göstererek “Aşağı atladı” deyince uzman çavuş bozuldu. Hafif bir kızgınlık bakışı belirdi. Teknisyen anlayınca “Valla’ atladı hem de elinde çantasıyla.”
Bu zamana kadar koruyamadığı her şehit için göz yaşı döken adam bu sefer ne gülebildi ne de ağlayabildi. Bütün mermiler iner inmez helikopterden uzaklaştılar ve ortalığı tozu dumana katarak ayrıldı. Uzman çavuş askerlere “Her topa mermi götürün çabuk çabuk. Cinslerini eşit dağıtın.”
***
Arif, helikopterden aşağı doğru düşerken giydiği zırhın sırtına kambur gibi yerleştirdikleri manyetik jeneratörünün kontrol düğmesi saat gibi kolundaydı.” Sana güveniyorum emm’olu. Bismillah.” dedi ve çalıştırdı bir anda paraşüt tarafından tutulmuş gibi hızı kesildi yere yavaşça kondu. Kemal’le beraber yaptıkları zırhın parçalarının olduğu çantayı açtı parçalarını birleştirerek giymeye başladı.
***
Telsizden çağrı yapıyordu. “Piton 18 vuruldu... yaralı,onu çekemiyoruz.” Teröristlere baskı kurarken ileride kaldığı için daha geriye siper alan timiyle bütünlük sağlayamayan uzman çavuş bacağından vurulmuş ve bir kayanın arkasına saklanmıştı. Fanilasından yırttığı bez parçasını bacağına bağlamış kanı durdurmaya çalışıyordu.
Adam sanki ganimet... Askerler kurtarmak için, teröristler ise onu vurmak için birbirlerini geri püskürtmeye uğraşsalar da iki tarafta çakılıp kalmıştı. İki taraftan da vurulanlar oldu ama kim yaralandı kim öldü belli değildi. Arada uçuşan el bombaları ortalığı tozutmuştu.
Seyrek ağaçlık hedefi kısmen saklıyordu. Sırtını kayaya dayayarak oturmuş dost düşman ateşi arasında mutlu olacak bir şeyler düşünmeye çalışsa da nafile... Telsizi göğüs cebinden eline aldı “Piton 15 burası Piton 18” telsiz hışırdadı “18 merak etme seni kurtaracağız.” Kucağına düşen el bombasını aldığı gibi attı; uzağında patladı.
“Komutanım, el bombası mesafesinde kaldım. Böyle beklemek çok daha kötü buradan çıkıp çarpışacağım.”
“Zafer, dur koçum, topçudan ateş istedik.”
“Köpeklere çok yakınım. Topçu beni de vurur. Madem öleceğim bi’ işe yarasın. Kızım size emanet.” Bir anda parlayan bir ses telsizden
“Zafer tamam biraz bekle, benim komutumla çık ki sana destek verelim. Tamam mı?”
“ Tamam bekliyorum.” Son bir hışırtıyla telsiz sustu.
Tim komutanı ile yan yana yatan keskin nişancı nişan alırken kafasını çevirip “Komutanım ne diyon’uz? Adamı öldürecek misiniz?”
“Sus len.. Komut vereceğim falan yok. Adam oradan çıkmasın diye oyalıyorum.” Diğer telsizi eline aldı ve topçulara atış koordinatını bildirdi.
Topçu, iki topa mermilerini doldurmuş hedefe doğru yönlendirmiş askerler ateş etmek için hazır bekliyorlardı. Her an ateşleme ipini terli terli gergin tutan eller sabırsızlanabilir.... Telsizden hışırdadı “Topçu! ateş kes.”
Tim komutanı “Kim söyledi onu. Topçu biz hazırız ateş bekliyoruz. Adamım kaldı.”
Bütün komuta kademesindeki telsizler “Topçu ateş etme onu ben kurtaracağım.”
“Herhalde teröristler telsize girdi.” diye düşündü. “Sen kimsin lan pezevenk.” diye
resmen telsize bağırdı. “Yukarıdan gelen melek. ” Ama görse ki teröristlere doğru kamuflaj olduğu zor seçilen karartılı iri kıyım birisi baş aşağı boşluktan iniyordu. Hayretle “Bu ne be?”
Arif aşağı doğru süzülürken zırhın içinde sıcaktan biraz rahatsızlık hissediyordu. Sol kol zırhının üzerinden konsol kapağını açtı. Konsolun ekranını açtı ve anlaşılmaz görüntüler gördü. Sağ omzundaki özel kabzeyi sağ eliyle tutup yukarı doğru uzayan tüfeğini hazırladı. İşaret parmağıyla selenoid tetiğin düğmesine dokunurken konsoldan silaha bağlı kameranın görüntüleri seçilmeye başladı. Yeteri kadar odaklayınca konsolda gördüğü teröriste ateş etti. Belki üç belki beş... emin değildi. Yeterince yaklaştığında ayakları üzerine Zafer’ in saklandığı kayanın az ilerisine doğru kondu. Şaşkınlıktan bir an ateş sesleri azaldı.Herkes ne olduğunu birbirine soruyordu. Sadece olayı görmeyen başka timlerin uzaktan ateş sesleri geliyordu.
Diz çöktü. Tüfeğini ileri doğru uzatmış zırhın gözlüğü arkasında gördüğü teröristi konsoldan nişan alıp vurmaya başladı. Bir sağındakine bir solundakine kimi görse atıyordu. Şarjörü bitince sağ omzundan tüfeği kendine doğru katlayıp dışa bakan şarjörü çıkardı ve attı. Sol uyluğundaki zırhı açtı oradan aldığı şarjörü tüfeğine taktı. Zırhın üzerine birkaç mermi yemişti. Başına, sağ böğrüne ama sarsmaktan başka bir işe yaramadı.
Teröristler ona doğru ateş etmeye başladıklarını gören Tim komutanı “Veli, Muharrem, Kasım çabuk kurtarın adamımızı!”emri alan üç cengaver şarjörlerini yenileyip işaretleştikten sonra ileri atıldılar. Zafer’ in kurtulmasını sağlayacaklardı.
Kendine ateş edeni konsolda gördü ama sarsıntıdan ateş etse de vuramıyordu. Tam sabitleyemiyordu. Terörist dolu şarjörünü bitirir bitirmez şarjör değiştirirken oda mermiyi yedi.
Sol tarafından birkaç ateş sesi duyulmasıyla Arif geriye doğru sendeleyip düştü. Uçaksavarla ateş etmişlerdi. Arif şöyle bir zırha baktı gövde ve sol bacak tarafı biraz zarar gördüğünü anlayınca “Allah’tan mermiler dik gelmedi.” Diye düşündü. Tim komutanı keskin nişancısına ateş edeni vurdurdu. Bir yandan da telsizle rapor veriyordu. “ Sırtı şişkin ..... kamburlu bir adam. Anladığım kadarıyla özel bir koruyucu giymiş...... Bize yardım ediyor.” , “Kim olduğu anlaşılıyor mu?” , “Hayır yüzünde de koruyucu var. Bizim telsize girebiliyor. Ama kim olduğunu söylemedi. Hem sağ göğsünde TSK yazıyor sol göğsünde de TÜRK bayrağı var.” ,”Eğer bizden taraf olduğu kesinse sizde destekleyin.”
Arif tekrar doğruldu. Ter içinde kalmıştı. Kamera parçalandığı için konsolda sadece parazit vardı. Tüfeği yerinden çıkardı. Dipçiği omzuna yerleştirip babadan kalma usulle nişan alarak uçaksavarı tekrar kullanmaya çalışan teröriste birkaç kez ateş etti fakat vuramadı. Tüfeği bıraktı. Sırtındaki manyetik jeneratörü kontrol eden saati ayarlayarak yer çekimini yüzde 70 azaltıp kendisine ateş eden uçaksavara doğru vurulmadan birkaç hamlede sıçrayıp yanına gelince yumrukla yere serdi sağ kolundan ileri çıkan bıçağı iman tahtasına sapladı. Oradaki iki teröristte kaçmaya koyulmuştu. Öldürdüğü adamın tüfeğini alarak ateş etmeye başladı. İkisi de yere yıkıldı. Birisi ölmüştü diğeri yüz üstü kapaklanmış inliyordu.
Çatışma bir anda sessizliğe büründü. Adamın yanına geldi. Ayak sesini duyan terörist “Eteş itme, eteş itme.” diye haykırmaya çalışıyordu. Gömleği şalvarı kan içindeydi. Arif elindeki tüfekte "mermi var mı ?" diye kurma kolunu çekip bıraktı. Doluydu. Sesi duyan adam daha hızlı konuşarak “Babana rahmet eteş itme.” diye nefes harcıyordu. “Ulan Mustafa’ nın kanı yerde mi kalsın? Adam doğacak çocuğunu bile görmedi.” diye kükrer gibi haykırdı. “Babana rahmet eteş itme. Beni örgüte zorla aldiler. Bana zorla silah verdiler. Beni zorla çatıştirdiler. Anana rahmet eteş itme.” “Yüzünü dön.” Acılarla döndü. Yirmi yaşında bile değil. İyice esmerleşmiş, saçı yeni çıkma sakalına karışmış, yüzü toprak tozuna boyanmış genci görünce silahı fırlatıp adamı omuzladı.
Komandolara doğru yürümeye başladı. Yer çekimini çok daha az a indirdiğinden adamı resmen zırha taşıtıyordu. O sırada uzaktan bir roket ateşlendiği görüldü. Arifin yakınına düştü. O patlamayla savruldular. Omzundaki bir tarafa kendi bir tarafa. Keskin nişancı bir roket daha hazırlayıp atacak teröristi de tüfeğin dürbününden gördü ve tetiği çekti.
Arif kendini yatarken buldu . zırhın içine yediğine varsa kusmuş nefes alamayacak oldu. Ağzı, burnu, boynu hep kusmuk olmuştu. Sağ bacağındaki uyuşma bir anda şiddetli bir ağrıya dönüştü. Hemen başlığı ve boyunluğu çıkardı. Eliyle ağzını inleyerek sildi. Bacağı kırılmıştı. Konsol yoktu yer çekimi ayarlayıcısı kırıktı. Etrafında toplanan askerleri ve üzerinden geçen bir helikopteri seçebildi fakat gözü karardı.
***
“Diz üstünü ver.” Evladım dedi ve arka taraftan bilgisayarı uzattılar. Kucağına koydular herkesi dışarı çıkarttı. Hastane odasında sadece Genel Kurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı ve Milli Savunma Bakanı kaldı. Yaptığı her şeyin kendinden habersiz çekilmiş görüntülerini seyretti. Biraz buruldu. Kendini başarısız gibi hissetti.
Genel Kurmay Başkanı, “Nasıl yaptın bilmiyorum ama senden gökten yağacak askerler ordular istiyoruz.Tedavin bitince Arifiye’ deki askeri fabrika da bunu yapacak bir ekip yetiştir. Sonra da Dağ ve Komando Okulun’ da eğitim ver.”
Arif, “Komutanım keşke zırhın kendisini düşündüğüm kadarıyla iskeletini de sağlam yapsaydım. Yoksa bacağım kırılmazdı, ben de süper kahraman gibi işimi yapar giderdim. Ben bu görevi kabul edemem. Beni gökler de özgür kılan manyetik jeneratör medeniyetin yükselmesi için hayal edilmişti fakat bilimsel yobazlıklar yüzünden benim elimde kaldı. Ben de bu iş için kullanmaya yeltendim. Bu cihaz pazara düşerse diğer ordularda bundan yapar ve bir birimizi yok etmek için daha büyük güçlerle saldırırız. Peki arada kalanlara ne olacak?”
Genel Kurmay Başkanı şöyle bir düşündü “ Peki küçük bir birlik olsun hem de senle beraber. Buna ne dersin ? Bu da bizim ordumuzda sadece özel işler için kullanılır.”
Arif hafifçe tebessüm ederek “Emredersiniz.”
Odadan çıktıklarında Kara Kuvvetleri Komutanı, “Komutanım böyle bir delinin eline fazlasını vermedik mi?” dedi.
Genel Kurmay Başkanı, “Şunu unutma dahiler biraz çılgın olmasaydı bu günlere böyle gelemezdik. Bu zamana kadar bir gerilla yedi asker diye düşünülürdü. Şimdi yedi gerilla bir asker oldu.”
Beğenilerinize sunuyorum; teşekkür ederim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.