- 1461 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DOSTNAME-1
“Dost ve yâren olma özlemi çeken tüm yüreklere”
Sevgili dostum, bizleri birbirimize dost, veli ve yâren kılan, böyle kalmamızı da özellikle öğütleyen, dostluğuyla onurlanılan, nefeslenilen gerçek dostun selamıyla, sıcak, sımsıcak duygularımla selamlamak istiyorum seni bu ilk mektubumda.
Biliyormusun yârenim; mektuplar kimi zaman dert ortaklarıdır dertli yüreklerin özlediği, kimi zaman birer muştudur huzur ve mutluluk ufkuna dikilmiş gözlerin hasretle gözlediği, kimi zaman mektuplar birer penceredir duygu ve düşüncelerimize açılan ve mektuplar birer kutlu eldir dostluk ve dayanışmaya uzanan, ama tüm bunlara rağmen unutulan, boynu bükük, mahsun bırakılan…
Düşünüyorum da dostum, mektup yazmak dünyanın en zor ve sancılı işlerinden biri olsa gerek; Hem merâmımızı anlatabilmeliyiz muhatabımıza, hem de onu kırmadan, yormadan, rencide etmeden hikmetle sunmalıyız bunu ona. Hem sevgimizi izhar etmeliyiz, hem de kelimelerden oluşan elçilerimizi yanlış anlaşılmaya müsait olmayan, haddini aşmayanlardan seçmeliyiz. Hem dostumuzu beyan etmeliyiz, hem de bunu yaparken samimiyet çeşmesinden sulayarak sözlerimizi, samimi, sıcak, huzur rayihâları sunan tatlı bir meltem estirmeliyiz. İşte sevgili yârenim şu an beynim ve yüreğim bu sancının kollarında kıvranarak hayat bulmaya çalışıyor seninle söyleşebilmek için.
Sevgili dostum! seni çok özledim biliyormusun? Birçok nadide değerin olduğu gibi dostluk kavramının da kimi süfli çıkarlara âlet ve çeşni olarak kullanıldığı, örselendiği, kirletildiği böylesi bir zamanda su gibi, hava gibi, damarda kan, hücrede can gibi ihtiyaç var gerçek dostlara, işte tam bu anlamda ihtiyacım var dostluğuna. İki satır mektubun, birkaç cümleden oluşan muhabbet tınılarıyla tezyin edilmiş sesin de olsa inan bir hayat öpücüğü gibi gelecek bana…
Sevgili yârenim, kâinatın yeniden nefes almaya başladığı bir zamanda, ruhların gecenin kasvetli kollarından kurtulmaya yüz tuttuğu, kimi ruhların bir güzel doğuma, yeniden vâr oluşa şâhit olduğu, kâinâtın muhteşem bir doğum sancısıyla kıvranarak yeniden hayat bulduğu, gece son nefeslerini verirken; karanlığın aydınlığa mağlup olduğu, insanlardan kimileriyle kâinâttaki tüm varlıkların kendi lisân-ı halleriyle şükran sunularına, duâya durduğu bir zaman diliminde; şafağın bir hayat muştusu gibi göz bebeklerime yansıdığı istisna bir zaman diliminde yazıyorum bu dostnamemi sana, bu zamanın gizem dolu sayfalarını, tefekkür anahtarıyla açmaya çalıştığım o sayfaları tecessüsle okumaya başladığımda neler hissediyorum bir bilsen, yârenim, bunu seninle paylaşmak istiyorum müsâde edersen…
Sevgili dostum! görüyorum ki her şey bir gün aslına dönmek için nefes alıp veriyor hep. Görüyorum ki verilip alınan her nefes tutkulu bir koşudur sanki hedefe ulaşabilmek için. Hedef: öteler; rûhun amansız bir kopuşla koptuğu sıla, yani O. Mü’minlerin her duyduğu ötelere yolculuk haberiyle, yeniden dirilişin kapısına yöneliş, - ölüm – haberiyle “Ondan geldik ve O^na döneceğiz” itirafındaki özlem ve teslimiyette ifadesini bulan tartışılmaz gerçek…
İşte dostum, geldiği o özge makam ve mekâna doğru çılgın bir koşu içinde her şey; fıtrattaki öze çekim gereğince…
Mâdem dönüş O’na ve mâdem O’nun ağuşunda mesrur olmak ve temiz kalındığında, o halde bu yürüyüş esnâsında fiziken yıpranmışlığımızdan dolayı gam rüzgarlarının çürütücü nefesiyle savrulmanın, feryad-u figan etmenin gereği nedir ki?..
Ve madem dönüş O’na ve O’nun katında sayısız ve ebedi nimetlerle nimetlenmek var temiz ve nezih yaşamanın yolları bulunduğunda, o halde burada ulaşmadığımız, elde etmediğimiz geçici menfaatlerden dolayı endişenin boğucu girdaplarında çalkalanmak, isyanın kirleten kokuşturan batağına fütursuzca dalmak niye?..
Sevgili yarenim biliyormusun; güneş o gün için doğup batmakta biteviye, sular o gün için çağlayıp akmakta, rüzgarlar o gün için esip coşmakta, yağmurlar o gün için yağıp, çiçekler o gün için meyveye durmakta, yeniden doğuş, yeniden diriliş, sılaya kavuşma, vuslata açılan kapıyı biran önce yakalayabilme özlem ve coşkusuyla…
Ya biz dostum; ya biz ne için uyuyup uyanmakta, ne için nefes alıp vermekte, ne için – eskimemize aldırmadan – yolları, zamanı ve duygularımız eskitmekteyiz?!
Biliyormusun dostum; insan bir kıyamet koşucusu, bir kıyamet maratoncusudur âdetâ, her alıp verdiği nefesle kocaman adımlar atmakta, ona doğru koşup, onunla arasındaki mesâfeyi kısaltmaktadır.
Kâinâtın kıyâmeti o güne ulaşanlarında kıyâmeti olacak elbet, ama o güne ulaşamayanlarda kıyâmeti ecel şerbetinin tadında bulacak, ölüm atının sırtında karşılayacaklar çâresiz.
Unutmayalım ki ondan kaçmak mümkün değil; Biliyormusun O’na inanmadığını haykıran, O’ndan, O’nun yörüngesinden, çekim alanından kaçmaya çalışan, O’na tâlihsiz bir isyan kuşananlar bile O’na doğru koşuyor, O’na sırtını dönüp kaçanlar da O’na kavuşuyor olduklarının gerçeğine uyanacaklar sonunda…
Savaşanlar, sulh yapanlar, küsenler, barışanlar, oturanlar, koşuşanlar sevmenin ve sevilmenin efsunlu nefesiyle nefeslenenler, nefret iletine müptelâ olarak her söz ve hareketiyle nefret tohumu ekenler hepsi ama hepsi O’na doğru olan kaçınılmaz yolculukları aşamasında yapıyorlar bütün bunları ve bunlardır O’na sunmak için topladıkları.
Sevgili yârenim biz de O’na doğru yürürken hamallık yaptığımız şeylerin O’nu hoşnut edecek cinsten şeyler olmasına âzami gayret sarfetmeliyiz, geride bıraktığımız izleri ak izler cinsinden seçmeliyiz öyle değil mi? Kendisiyle dost, kainatla dost ve dostluğun güneşiyle dost olmayı becerebilen herkese ve sana selâm olsun dostum, unutma seni seviyorum, beni sıcak yüzlü, muhabbet desenli dostnamelerinden mahrum bırakma tamam mı?
Yârenin…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.