- 1484 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
YAŞLANMAYI DİLEMEK
Merhaba kalbimin nura açılan yanı...
Nasılsın? Geçti mi ellerinin sızısı? Söylediğim ilacı aldın değil mi? Aman dikkat et kendine. Neyim kaldı ki senden başka.
Mektubunda diyorsun ki, havalar pek sıcak. Burada soğuk var anne. Bütün delikleri tıkadığım halde, nerden geldiğini kestiremedim bir rüzgar ruhumu donduruyor. Duyuyorum, bu ağustos gününde üşünür mü diyorsun...Mevsimler içindedir insanın anne. İlkbaharı sevdiğin için, hep yeşiller giysen de, bahar olmuyor ...Dedim ya, mevsimler içimizde...Tıpkı, kapıdaki mevsime rağmen sebzeleri taze ve yeşil tutan derin dondurucular gibiyiz anlayacağın. Yaz gününde zulamızda buzumuz vardır. Kara rağmen, içimizde çilek saklarız...Tabi, birinin aklına dolaba çilek koymak geldiyse...
Burada günler delirmiş. Ya da ben yetişemiyorum artık...Yaşlanıyor muyum ne...Öyle vakitli vakitsiz aklıma geliyorsun. Sonra izlediğim filmlerde ağlamaya başlamalarım. Delice kahkahalara boğulduğum " Polis Akademisi" filmlerine bile donuk gözlerle bakışım...Bir de günleri karıştırışım...
Bazen kızları izliyorum dakikalarca...Ne düşünüyorum biliyor musun? Elimde altı numara şişlerle, kimsenin kullanmaya tenezzül etmeyeceği paspaslar dokuyup, halının üzerinde emekleyen torunlarımı izleyeceğim günleri...Ah ne mesut olacağım kimbilir...Romatizmalı ama hayatın ve ta ötelerde kalmış gençliğin tüm heyecanlarından arınmış, buruşuk, dingin, pak...
Türküler söyleyeceğim kalmışsa hala. Çarşambayı sel aldıyı, ya da içinden hafif hüzün akan her hangi bir türküyü...Sonra kızlarımla didişirim, ben onları onlar beni beğenmez..".Aman anne, o kurallar mazi de kaldı" derler...Gülüyorsun...Tanıdın bu sözü...
Anlayacağın, yaşlanmayı özledim anne...
Hayatın erken emekliliği var mıdır dersin. Şöyle önceden önceden yatırp pirimleri, uzayıp gitsek bilinmezlere...Kimsenin uzadığını görmeden...Gülme, ciddiyim ben.
Dün Daudet’in "Değirmenimden Mektuplar " ını okurken aklıma ne geldi biliyor musun? Hani bizim derenin karşısında yıkık ama çalışkan bir değirmen vardı ya, hani sakalı beline değen, dişsiz bir sahibi vardı...O değirmenciyi düşündüm. Yaşıyor mu hala?...Yoksa hayat onu da mı öğüttü? Ah ne korkardım o değirmenin şelaleyi andıran suyundan! O yoldan geçmeyi hiç sevmezdim...Ama meğer en büyük değirmen bizimle dalga geçen hayatmış...Bir rüzgarla havaya fırlatıyor bizi , tozumuzu ayrıştırıp, her parçamızı ayrı bir olukta öğütüyor. Biz de seviniyoruz, büyüyoruz ya, ufaldığımızı anlamadan...Sonrası bildiğin gibi...Kimimiz kepekli, yani karamsar olanlarımız, kimimiz saf buğday...Kimimiz kurda kuşa yedirilmek için çuvallanırken, kimimiz koca bir kek olmak üzere fırınlanıyor...Beğenip yiyeceker bizi diye seviniyoruz, karnımızı yaran koca çatlaklara rağmen ne de sevinçle kabarıyoruz.. "Kek" lik işte...Şanslılarımızdan ekmek yapılıyor, nimetten sayılıyorlar...Öpülüp alınlara konulası nimetler oluyorlar...
Görüyorsun ya...Unlar arasında bile sınıf farkları var...Sadece unlar arasında mı? Cinayetler bile "birinci dereceden" diye başlıyor. Adam öldürmenin kaç derecesi olabilir ki...
Nereden nereye zıpladın yine deli kız diyeceksin ama, geçenlerde bizim Keziban’ı gördüm. Büyük bir AVM’ nin önünde sıra bekliyordu. İndirim mi varmış ne...Görsen nasıl değişmiş. Şivesi olmasa tanıyamayacaktım. Hiç kınasız gezmezdi, bilirsin. Kademe ilerlemesi yapmış aklınca, ojeye geçmiş. Başından hiç çıkartmadığı dallı yazmasını da, kot pantolonuna kemer yapmış...Bu, yazma için gerileme olsa gerek, öyle ya, baştan bele indi...
Keziban gibi nicelerini gördüm anne...Kent zehirlemiş onları...Bir nevi koma halindeler...Şuursuzca tüketiyor, tükettikçe mutasyona uğruyorlar. Ama sorsan, hala bizim köylüler...Arabasında Beethoven cd’si bulundurup, cep radyolarında arabesk dinleyenleri mi aramazsın...Lüks lokantalarda hamsiyi çatal bıçakla yiyip, tenhada tabağı yalayanları mı...Recep İvedik’in tüm serilerine gittiği halde, Türk sineması yozlaşmış, ben Hollywood’dan başka izlemem diyenleri mi..Sağ partiye oy verip, entel görünmek adına "sosyal demokrat" olduğunu söyleyenleri mi...
Keziban da bunlardan biri oldu malesef...Hayırdır, ne için sıra bekliyorsun diye sordum. İndirimle falan işi olmadığını, geçenlerde rafta gördüğü ama vakitsizlikten alamadığı bir kitabı alacağını söyledi...Tesadüf bu ya, hiperlüks mağazamızın da indirim günüymüş...Vedalaşıp bir iki adım uzaklaştıktan sonra gayri ihtiyari geri dönüp baktım. O sırada mağazanın kapılarını açtılar. Aman Allah’ım! O sosyetik kadınların, birbirilerini öyle bir itişleri, itiş ne kelime, fırlatışları vardı ki, ağzım açık kaldı...Baktım bizim Keziban, iki üç kadının kürkünden asılıyor, ayaklarıyla da tekmeler gibi garip hareketler yaparak, en yakın rakibine fark atmaya çalışıyor...İçimden ne kitap aşkıymış be, dedim...Bir kaç dakika sonra, Keziban elinde yedi sekiz poşetle dışarı çıkmaz mı? Kitap dergi Hak götüre, bildiğin yatak yorgan poşetleri elinde, güç bela yürüdüğü topuklularını sürüte sürüte kayboldu ara sokaklarda...Ardından, girişte saçları gayet özenle taranıp toplanmış kadınlar, saç baş dağılmış, ruj rimel kalmamış bir vaziyette birer ikişer dışarı döküldüler. İnanır mısın, kavgaları hala devam ediyordu. " Bir dahaki cuma görürsün sen. Elimdekini çalmak neymiş görürsün"
İşte böyle...Bütün bu yadırgayışlarım, yaşlanmaya delalet değil de ne anne...
Evet yaşlanıyorum...Stajer kızlara "kızım" diye hitap etmem, onların da bunu yadırgamaması sanımı doğruluyor...Henüz saçlarım da ak yok. Ellerim titremiyor. Otobüslerde "buyur teyze, otur" demiyorlar belki ama, insan kendini bilmez mi...
Ne olur anne, daha otuziki yaşında olduğumu söyleme. Bırak, özlediğim yaşa geldiğimi düşüneyim. Bırak huzurlu günlerin sakin saatlerin eşikte olduğunu hayal etmeye devam edeyim...Ya da beni resetle...Lütfen...Başka bir kişilikte yeniden doğur. Kör, sağır, dilsiz...Hatta aptal..O zaman dünya yükü bu denli ağır gelmez belki...Aşk acıtmaz, hırs boğmaz, beynim Mahşer yerine dönmez...
Ah gençlik anne! Neden sayfalar dolusu şiirler yazarlar, neden iksirini arar dururlar ki sanki...Oysa öyle bir iksir bulmalılar ki, insan dilediğinde yirmi yıllık bir uykuya dalıp, uyandığında, hayatın, o uyurken gayet rayında devam ettiğini, çocuklarının evlenip mutlu mesut yaşadığını, hayat arkadaşının da sallanan bir sandalyede kalın ciltli kitaplar okuduğunu görebilmeli...Varsın komidinin çekmeceleri türlü ilaçlarla dolsun ne çıkar...Şimdi vitrinlerimizde hiç kullanmayacağımız rengarek süslü şişeler duruyor da ne oluyor. İlaçlar en azından bir işe yarıyor değil mi?
Ama ben yaşlanırken, sen hep bu yaşında kal emi...Seninle aynı yaşa geldiğimizde, köpüklü birer Türk kahvesi yaparım ikimize...Şöyle pencereye karşı bir kanepeye geçip, vara yoka laflarız olmaz mı? Komşuları çekiştiririz, sonra emeklilerin ne zulümler çektiğinden bahsederiz...Birbirimize ağrıyan yanlarımızı gösterir, televizyondan duyduğumuz kocakarı ilaçlarını konuşuruz...Sonra nerede eski bayramlar diye söze başlayıp, gençlerin vefasızlığından yakınırız, olmaz mı?
Ütopya diyorsun...Öyle olsun...
Şüphesiz, Rabbimiz en doğrusunu bilir, düzeni ona göre kurar...Benimki yılgınlık sadece, isyan değil. Edebi ya da felsefi bir saçmalık da diyebilirsin benimkine...
Şimdilik bu saçmalıklarımla yetin. Ama hayal etmekten de geri kalma, birgün karşılıklı Türk kahvesi içeceğimiz günleri...
Gamzelerinden öpüyorum...
Anne...
...ENGİNDENİZ...
YORUMLAR
gözlerim dolu dolu okudum sanki içine girdim dizelerin ahh canım umarım herşey gönlünce olur saglıkla sıhhatle sevgilerimi bıraktım canım kutlarım kaleminiz çok güçlü.hep yazın ...
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
En samimî olunabilen, en gizli duyguların bile paylaşılabildiği tek kişi anne. Özellikle yazarımız için böyle. O,bunu çok güzel yapıyor. Özellikle değirmen-öğtülmek ve ekmek -kek imgeleri de çok orjinal geldi bana ve çok da hoşuma gitti doğrusu.
Bence yine çok güzel bir yazı-mektuptu.
Bir yandan yazı yazmaya karar verip, bir yandan da yemeği ocağa koyunca galiba böyle oluyor. Elin kalemde, aklın yemekte. Yemeğin tuzuydu, suyuydu, ocağın altıydı derken.
Sevgili anneciğim, nasılsın, …Du bakimm yemeğin tuzunu koymuş muydum acaba, ocağın altını kısmış mıydım? Hah nerde kalmıştık, sevgili anneciğim, daha, daha nasılsın.
Bu hengâmede kafanın karışması normal sayılır. Zaman ve mekân kavramları da bu karışıklıktan payına düşeni almış baksana. Kusura bakma ama teknolojinin bu kadar ilerlediği, haberleşme için telefon, cep telefonu, internet vs gibi envai çeşit dijital haberleşme cihazının arzı endam ettiği bir ortamda, posta memurlarının can sıkıntısından amiral battı oynayıp, gizli, gizli hap yaptığı bir ortamda hala “Mektubunda diyorsun ki,” şeklinde bir girizgâh beni böyle düşünmeye itiyor. Düşünüyorum da en son ne zaman birisine mektup yazmışım, ne zaman birisinden mektup almışım diye. Sene 1984 dü galiba, askerdim, tesadüf buya bana da annem yollamıştı.
Şaka bir yana bende o yılları özlemiyor değilim hani. Hadi ben özlüyorum, yaş kemale erdi. Sana ne oluyor Allah aşkına 32'nin baharında.Ama Allah hakkı için güzel günlerdi o günler, o devrin Keziban ları bile tüm “kokoş” luklarına rağmen sevimliydi. On gündür memleketteydim, herkes, her yer, her şey sanki Keziban olmuş. Var gerisini sen hesap eyle. Zaman her şeyin ilacıymış derler ya, inanma kız, yalan vallahi yalan. Tecrübe ile sabit. Sen gene de bu günlerin kıymetini bil. Nah şuraya yazıyorum, hele bir yirmi beş yıl daha geçir bak bu günleri mumla aramazsan namerdim.
Ha birde şu “reset, ütopya, stajer, AVM” gibi yeni yetme kelimelere takıldı kafam. Valideye atfedilen edebi bir çeşni için fazla protez duruyorlar.
Kesin diyorum Aynur kardeşimin aklı ocaktaki yemekte, kesin. Salim kafayla yazılmış ne yazılarını okudum ben senin. Hadi ben seni fazla meşgul etmeyeyim, yemek dibine almasın
Engin hoşgörülerine sığınarak, selamlar, saygıla
Aynur Engindeniz
Yeni yetme kelimelere gelince...Bu mektupları annem asla okumuyor ki. Zaten gerçek bir mektup da değil. Güya edebi...Farkındaysan her dalda iyi kötü bir şeyler karalamaya çalışıyorum :)
Benim annem 46 yaşında hem. O kelimelerin hepsinin de anlamını biliyor yaa...Bakma ben kocadım diye. Annem erken kalkıp yol almış maşallah...
Senin yorumların başlı başına moral ya...Bir de beni anlıyorsun. Yaıznın iyisinden de anlıyorsun. Bu çok güzel bir şey...
Bu yazımı ekledikten sonra silecektim. sonra Tolstoyun bir öyküsünü okudum. Ya dedim bu bile ne biçim şeyler yazmış. Benimki çok görülmez her halde...Vaz geçtim:)
Demek memleketteydin ha...Demek herkes değişmiş ha...Vay be...Demek yaşlandığım zaman huzurlu bir hayatım olacağını düşünmem boşaymış ha...Ya hu şu hayatta bir hayalim vardı onu da yıktın abi ya...Neyse madem öyle bari bu yaşımda kalayım. Madem huzurlu bir hayat yok gelecekte de, hiç olmazsa şimdi hiç bir yerim ağrımıyor, dişlerim gözlerim saçlarım tam.
Kendine iyi bak...Şimdi düşürdüğüm çıtayı yükseltmeye çabalayacağım :)
Sevgilerimle...
NOT: Mektuplar hala güzel...Kendimi bildim bileli mektup yazarım. Mesajdan falan da hoşlanmam. Sadece eşime yazdığım 6000 mektubum var benim...Var gerisini sen düşün. Bugün PTT nin bir "T" si hala varsa sayemdedir.
Ağyar
İçinden ne geliyorsa, öyle
Kendine ve enişteye iyi bak :-)
tekrardan selamlar
Aynur Engindeniz
Aman marketlerde birbirlerini yesinler, trafikte yemesinler de.
Paylaşım için teşekkürler, saygı öncelikli sevgiler.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim yorum için...
Sevgiler.
Çok çok güzel bir paylaşımdı.
Duygusallaştık daha ilk yazıda.
Tebrikler.
10 numara.
Aynur Engindeniz
Teşekkürler güzel yorumunuz için. Sevgiler..
Susanna Tamaro'nun alıştığımız hüzünlü yazılarından birini okumuş gibi hissettim.
Çok başarılı, okuyanı duygu okyanuslarına çeken bir çalışmaydı tebrik ederim.
Aynur Engindeniz
Güzel yorumunuz için teşekkür ediyorum. Sevgilerimle.
uzun zamandır yazılarınızı okumuyordum...
İsminiz yazmasa bile bu yazının sizin olduğunu tahmin ederdim...
güzeldi kutlaıdm...
Aynur Engindeniz
Sanırım yılgınlık senin yaşadığın.
Anneye özlem, sılaya özlem ve her ne kadar yaşlanmayı dilemişte olsan geçmişe özlem.
Torunlarının emeklediğini hayalin belki de bana bu geçmişe özlem hissini çağrıştıran. Ne alaka değil mi? :))
Duygusal, sevgi dolu ve sıcacık bir yazıydı.
Sevgilerimle...
Aynur Engindeniz
Anne kız arasına girilmez derler. Mektubunuzda öyle sıcak konuşuyordunuz ki şöyle usuldan ilişmek istedim sayfanın altına.. Çok etkilendim söylediklerinizden. Ne kadar da güzel değerlendirmişsiniz akıl erdiremediğimiz dünya işlerini.. Un bile sınıf sınıf haklısınız. Kendini gizlemeye çalışıp başkası gibi davranışlar takınanların her haliyle kendini belli etmesi..
Anne özlemi hiç bitmiyor gün geçtikçe de artırıyor. Bambaşka bir sevgi.. Aramızda olmayan bütün annelere rahmet diliyorum.
Yine her zaman ki gibi duygulu, akıcı, duru ve inanılmaz etkileyici bir yazıydı okuduğum. Tebrik ederim. Sevgilerimle..
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim güzel yorum için. Sevgilerimle.
Hayel etmek güzeldir Aynur, hele paspas üstünde emekleyen torunlarını seyretmek bambaşka bir keyiftir.
Eskilerin değimiyle, görünen dağın ardı yakındır. İnşallah güzel torunlarını görmek kısmet olur.
Güzel bir yazıydı kutluyorum...
sevgilerimle...
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim verdiğin moral için. Her daim sayfamı süslediğin için de teşekkür ederim. Sevgilerimle.