YAĞMURLAR…
Körfeze sırtını dayayıp da konuşmak değil... Susmak keyifli olan! Seyretmek vapurdan inecek olan sevgiliyi... Rüzgarı yanına alıp savurtmak saçlarını, kondurmak öpücüğünü elmacığına sevgilinin... Teşekkür eder gibi...
Dikkatli bakın bu şehrin yağmurla saklamaya çalıştığı gözyaşlarına. Ağır ağır inen su damlacıklarına, nasılda giden sevgilinin ardı gibi… Hele şu annesini kaybetmiş çocuğun gözyaşları yok mu hızlı hızlı akan… En dirayetlisi de gencecik evladını yitirmiş babanın metanetli gözyaşları…
Mevsimsiz yağan yağmur zamansız gelen sevgili gibi. O ne gelsin istiyorsun ne de gitsin. Ama bırakmaması tarafı baskın çıkıyor. Güneşin ateşini bir tek yağmur damlasının alacağını biliyorsun. Islanmamak için kaçarken evine, balkonundan kafayı dışarı uzatmayı da ihmal etmiyorsun. Zamansız gelen şeylerin çekiciliği olsa gerek…
Yağmur… Dolu bir tabak baklavadan sonra ihtiyaç duyulan su.
Yağmur… Gerilerde sakladığın iyi-kötü anıların gizemli düşüşü.
Yağmur… Çocukluğunda duyduğun, endişeli bir anne çığlığı…
Yağmur… Gökyüzünden ayaklarına düşen göz yaşların…
Gökten isyanlar eşliğinde düştüğü bir gündü yağmurun. Daha önce girmediğim sokaklara girip çıkıyor, ıslanmanın belki de temizlenmek olduğunu düşünüyordum. (Aşık olma duygusuna kapıldığım bir dönemdi, sürekli önüme imkansızın duvarları çıkıyordu. Bu yürüyüşün nedeni de üzerimde ne varsa yağmura bırakıp gitmekti.) Gecenin ıssızında yağmur, ben ve bacalardan çıkan dumanlar ilerliyorduk. Birbirine bağlı, gerektiğinde arkasında, daha çok da önünde güvenle duran üç yakın arkadaş gibiydik.
Geçenlerde notlarımı karıştırırken gördüm bu sözleri, o gecenin tarihi vardı altında. Şöyle notlar düşmüşüm telefonuma:
‘’Yağmur… Senin rahmet olduğunu söylüyorlar. Ve bir çok şeye hayat verdiğinden bahsediyorlar. Ellerin olduğuna değiniyorlar. Sardığını bir anda bedenleri, arkadan dokunan biri, en sert tokadı atan, çiçeği elleriyle getiren, elleriyle kopartan, uzaktan duyduğum ıslığa parmaklarınla yardım eden, gözleri parlatan güneşe gölgelik, gözü dönmüş katile tetiği çektiren ve aşkın ok’unu gerdiren eller olduğunu da…’’
Nasıl da romantik bir hayaldir yağmur altında sevgilinle el ele tutuşmuş yürüme isteği. Ama bir taraf mutlaka eve kaçmak istiyordur. Kalmak istemiyordur aşk çemberinin içinde. Ürkme tam da bu anda sarar sevgilinin düşüncelerini.
Genç bir çift yağmurun altında öpüşüyor. Mutlu görünüyorlar. Gözlerimin hüznü göz yaşlarım eşliğinde yağmur sularına karışıyor. Ağladığımı bile anlayamıyorum. Sonra delikanlı genç kızın elini kavrıyor sıkı sıkıya ve koşmaya başlıyorlar. Nereye gittiklerini sanırım bir ben biliyorum…
Kordon da yürümek bazen hüzünlü bazen keyifli oluyor. Zannediyorsun ki yağan yağmur körfezi yeniliyor. Eskileri alıp yerlerine yenilerini bırakıyor. Tabi kendini kandırıyorsun! Bu sadece aynı çantadan iki tane olan kızın, üçüncü çantayı alması gibi bir şey oluyor…
Bir büfeye giriyorum… Dışım serinledi ama içim hala yanıyor. Büfede bir genç abur cubur şeyler alıyor. Büfeci bana dönüyor ne istediğimi soruyor. ‘’Soğuk vişne suyu, varsa…’’ diyorum. İçerideki diğer müşteri olan gençte o sırada alacaklarını tezgaha koymuş bekliyor bana vişne suyu bakan büfeciyi. Tam o sırada dışarıdaki arkadaşı içeriye sesleniyor
‘’Mert hadi aşkım, seni bekliyoruz.’’
‘’Tamam Yağmur biraz sabredin, geliyorum hemen.’’
Büfeci vişne suyunu bulamadığını söylüyor tezgahın altından. Bende ‘’olsun ziyanı yok, sen bana cep viskisi ver iki tane’’ diyorum… Büfeci tam çıkarken söyleniyor kendi kendine:
‘’Ne olacak bu yağmurların hali… mahvetti insanları.’’
Doğuşan IŞIK
08.06.2010
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.