- 1249 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
SANAYİ MAHALLESİ (1)– 12 EYLÜL 1980
SANAYİ MAHALLESİ (1)– 12 EYLÜL 1980
1977 senesi idi.
İstanbul da bir şirkette satış müdürü olarak çalışıyorum.
Eşim de tanınmış bir nakliye şirketinde sekreterlik yapıyor.
Maaşlarımız çok düşük.
Benim çalıştığım şirket, sene sonu yaptığım ciroya oranla prim takdir ediyor.
Ancak böyle geçinebiliyoruz.
Üç senedir, planlanın cironun beş katı satış yapmama rağmen, primlerim hep tırpanlanıyor patron tarafından.
Bu sene sonu da aynı muameleye tabii olunca, kafam attı bastım istifayı.
Bir ay iş aradım.
Ama doğru dürüst bir şey bulamadım.
Fabrika inşaatlarına, çatı kaplama işi yapan bir sınıf arkadaşım var.
Ufak bir büroları var, Mecidiyeköyde.
Ankaralı bir ortağı ile beraber, taşeron gibi çalışıyorlar.
Yahu sınıf arkadaşım benim dedim içimden.
Herhalde beni geri çevirmez.
Telefon açtım Can’a.
Çok sevindi aradığım için.
-Hemen atla gel.
Masan hazır.
Sıkma canını.
Hem bize yardım edersin, hem de sen, yeni bir konu getirirsen ortak çalışırız.
Ne kazanırsak bölüşür, geçimimizi sağlarız dedi.
Böylece işe başladım ertesi gün.
Çatı kaplama işine ilave, ne yapabiliriz diye sürekli araştırıyorum.
O seneler Türkiye’de malzeme işlem araçları pek bilinmiyor.
Hemen hemen fabrikasyon hiçbir şey yok.
Fax ve elektronik posta daha icat edilmemiş.
Teleks, yeni yeni piyasaya çıkıyor ve de çok pahalı.
Teleks’i olmak, firmalar için adeta bir prestij unsuru.
Her şey ya telefon ya da mektupla yürütülüyor.
Başladım sefaretlere mektup yazmaya.
Malzeme hareketi ile ilgili firmaların adreslerini ve var ise broşürlerini istedim.
Gerekli adres ve broşürleri, katalogları toplamak üç ayımı aldı.
Günlerce gelen katalogları inceledim, Türkiye’de neleri imal edebiliriz diye.
Öncelikle, taşıma araçları, çeşitli el arabaları, küçük vinçler vs gibi araçların yapılabileceğine kanaat getirdim.
Bunlara parça sağlayacak yan sanayi de gelişmemiş o tarihlerde.
Bildiğiniz el arabası tekerleğini bile, imal eden yalnız tek bir firma var.
O da İzmir de.
Yabancı kataloglardan 20 model çeşitli el arabası seçtim.
Sami’nin (Can’ın ortağı) tanıdığı, küçük bir demir atölyesinde bunları imal ettirmek üzere anlaştık.
Ustabaşı, Arif isminde Kastamonulu efendi bir çocuk.
Ben tercüme ediyorum kataloglardan, o da neleri yapıp yapamayacağımızı veya hangi parçaları piyasada bulabileceğimizi söylüyor.
Demir çelik fabrikasında çalışmışlığım olduğundan, ben de işe giriştim.
İki çırak, Arif ve ben 30 günde bitirdik bu arabaları.
İmal ettiğimiz bu arabaların siyah beyaz fotoğraflarını çektim.
Mecidiyeköy pasajındaki küçük bir matbaada da tek sayfalık bir broşür bastırttım.
Ofset veya renkli bastırtacak para olmadığından, klişe baskı mavi renkli bir broşürdü bu.
O tarihlerde broşürü olan şirketler, ya büyük holdingler, ya bankalar.
Sanayi ile ilgili hiçbir şey yok.
Telefon rehberini kullanarak, broşürleri, şirketlere posta ile gönderiyorum.
Bir ay bekledim.
Arayan soran yok.
Kırkıncı gün gibi, bizim ofise telefon yağmaya başladı.
Şöyle bir araba, şöyle bir makine yapabilir misiniz diye.
65 Model bir VW kaplumbağa arabam var.
Arif ile beraber başladık fabrikaları ziyarete.
Onlar bize problemlerini söylüyor, ben kataloglardan model buluyor ve teklif hazırlıyorum.
İşin komik yanı, broşüre bakanda, bizi büyük bir holding zannediyor.
Pratik zekâlarımızla, Arif ile beraber mucizeler yaratıyoruz.
Avrupalının çelik kalıplarla yaptığı işi biz ahşap kalıpla, özel hidrolik pistonla çalışan makineleri, hidrolik otomobil krikolarınla imal ediyoruz.
Müşterilerde gayet memnun.
Avrupa’dan 3 ayda ithal edebileceği aracı, biz iki haftada ve Avrupa fiyatlarının onda birine sağlıyoruz.
Üstelik her şey fason imal edildiği içinde, bizimkiler daha sağlam.
Neticede iş bayağı ilerledi.
Kafa kaşıyamıyoruz.
Bitimiz de kanlandığı için müşterilerden kaparo da almağa başladık.
Bazıları itiraz ediyor.
Yahu koskoca şirket kaporaya mı ihtiyacı var diye.
Bizde cevap hazır.
-Ah ağbi sorma.
Patronun hem eli çok sıkı, hem de çok ters bir adam.
Emir verdi bize.
Her sipariş için en az yüzde otuz kaparo alacaksınız diye.
Vallahi işimizden oluruz.
Bazıları patron ile tanışmak istiyor, ama bizim patron sürekli ya Amerika da, ya da Avrupa da iş gezisinde.
İnşallah bir gün tanışırsınız diyoruz.
İşimizi kaliteli yaptığımızdan ve imal ettiğimiz modellerde işe yaradığından hiç şikâyet yok.
Övgüler ve teşekkür mektupları geliyor ofise.
İşler öyle bir yığıldı ki Arif en nihayet isyan etti.
-Attila abi, valla yengen eve almayacak artık beni.
Kadının yüzünü ancak bir iki saat görebiliyorum geceleri.
Yemeği yedikten 10 dakika sonra da sızıp kalıyorum yorgunluktan.
İlave işçi almamız lazım.
Ben artık bittim.
Sen nasıl dayanıyorsun bilmiyorum.
Üstelik ben Anadolu çocuğuyum sen İstanbullu.
Pes valla.
Üstüne üstlük, geceleri de geç saatlere kadar çalışıp gürültü yaptığımızdan, komşular da şikâyet ediyor, Mecidiyeköy de, gece çalışan atölyemi olur diye.
4 Levent Sanayi mahallesinde kiralık atölyeler gördüm geçen gün.
Can Ağabeylerle bir konuş.
Oradan bir yer tutalım.
Oturduk bir toplantı yaptık arkadaşlar ile.
Onlarda mutabık kaldılar.
Arifi de işe ortak yaptık.
Sanayi mahallesinde ara tara, Yılmaz Sokakta, 3 metreye 3 metre bir atölye bulabildik kiralık.
Ara bir sokakta bu atölye.
Önünden toprak bir yol geçiyor.
Üstelikte çıkmaz sokak.
Sokakta da imalat yapabiliriz dedi Arif.
Zaten boyayı açıkta yapmamız elzem.
Yoksa hepimiz zehirleniriz bu daracık dükkânda.
Çıkmaz sokak olması da bize avantaj.
Pek vasıta girip çıkmaz bu sokağa.
Yarım günde taşındık yeni yere.
Zaten topu topu 3 kaynak makinesi, bir demir testeresi ve bir de küçük kompresörümüz var.
Matkap, taşlama gibi takımlar hep el aleti.
Arif, demir doğramacı üç usta elemanı da işe aldı.
O küçücük yerde Türkiye’nin en büyük firmalarına iş yapıyoruz.
Modeller çoğalıp imalat hattımız büyüdükçe hem Atölye hem de personel yetmemeğe başladı.
Bir yandan da daha büyük yer arıyoruz.
Arif ile ben, bizim sokağın bağlı olduğu caddede 200 metrekarelik bir atölye bulduk.
Altı katlı bir apartmanın, giriş katını atölye yapmışlar.
Hatta girişte sokağa bakan tek masa ve 2 koltuk sığacak büyüklükte bir ofisi bile var.
Apartmanda oturanların üçü, mal sahibinin akrabaları, geri kalan da ya polis memuru ya da sanayide çalışan işçiler.
Gürültü dert değil bizim için dediler.
Neticede atölyeyi tuttuk.
İki kişi daha işe alarak, olanca gücümüzle çalışıyoruz.
Bir müddet sonra Can ve Sami büyük bir iş aldı.
Hem kendi işleri, hem de bizim işle uğraşamayacaklarını ve bu yeni işleri için büyük paralara ihtiyaç olduğundan, başka bir işe finansman sağlayamayacaklarını söyleyerek atölyeyi kapatmamızı istediler.
Arif;
-Attila ağabey, o kadar emek verdik bu işe.
Gel biz devralalım Atölyeyi.
Yazık olur.
Hurda fiyatına satılır bu tezgâhlar.
-Vallahi Arif bende beş para yok.
Karımın maaşı ile ancak kiramızı ödüyoruz.
Nasıl devir alırız ki bu durumda?
-Benim hanımın üç beş beşibiryerde ile düğünde takılan bileziği var.
Onları satarım.
Can ile Sami ağabeye bir kısım nakit ödeme yaparız.
Geri kalanı da senet sepet kapatırız.
Arif ilkokul mezunu.
Düşündüm taşındım.
Arif bu kadar cesaret gösterirken, benim tırsmam ayıp olur diye karar verdim.
İki kişilik adi ortaklık olarak Kâğıthane vergi dairesine kaydımızı yaptırdık.
Arifin de cesaretlendirmesi ile senetle, giyotin, sütunlu matkap, yeni kaynak makineleri ve bir sürü alet edevat satın aldık.
Dünya âlem borca girdik.
Ama işe güveniyoruz.
Arif,
-Üzülme ağbi, gece gündüz çalışır öderiz borcumuzu diye beni teselli ediyor.
İşe aldığımız elemanları da çıkartmak zorunda kaldık.
İlk 6 ay çok sıkıntı çektik.
İki kişi gece saat üçlere kadar eşekler gibi çalışıyoruz.
Bazen kendi kendime söyleniyorum.
Ulan sen üniversite mezunu iki lisan bilen bir adamsın.
Ne işin var demircilik de diye.
Kazandığımız parayı tezgâh borçlarını kapatmak için harcıyoruz.
Öğlenleri peynir ekmek yemeğe zor para ayırıyoruz.
Üstüne üstlük, bu arada işlerde bayağı durdu.
Bir aydır hiç sipariş alamıyoruz.
Her halde Arif’e de artık tak demiş olacak ki, o da, ağbi işi kapatsak mı acaba demeğe başladı.
Bu sabah bir müşteri geldi ilk defa.
İki adet platformlu araba siparişi verdi.
Allahtan içerde imalat için gerekli demir, saç ve boyamız var.
Geç saatlere kadar çalışıp arabaları bitirdik.
Arif,
-Abi, sen tekerlekleri getir, ben montaj deliklerini açayım.
Tekerlekleri getirdim.
Arif cıvata deliklerini de açtıktan sonra, sıra cıvata somunla tekerlekleri bağlamaya geldi.
Baktım cıvata somun kutumuz tamtakır vela bakır.
-Arif kaç para var sende?
Ceplerini karıştırdıktan sonra iki adet elli kuruş uzattı.
-Vallahi son param bu.
Bende cebimde 25 kuruş buldum.
32 adet cıvata ve somun gerekli ki, en az 32 lira lazım.
-Turan’dan alabilir miyiz veresiye.
-Aman ağbi, Turana 300 lira borcumuz var, hiç gitme.
-Ya Musevi nalburdan?
-O hayatta veresiye vermez.
-E napıcaz lan?
İki boktan cıvata için malı veremeyeceğiz mi?
İkimizde kötü kötü düşünüyoruz.
En nihayet beynimde bir şimşek çaktı.
-Arif be.
Burası sanayi mahallesi değimli canına yandığımın?
Kalk sokakları arayalım.
Elbet birilerinin attığı veya düşürdüğü cıvata somun vardır yerlerde.
Üç saat aradık sanayi mahallesini.
Sultan Selim Caddesi boyunca tek tek bütün ara sokakları dolaştık.
Nihayetinde, topladığımız çeşitli ölçüde 200 adet cıvata somunla döndük atölyemize.
Arabalardan aldığımız para bizi bir ay daha idare etti.
Ondan sonra yine bir aylık bir boşluk.
Tam battık derken, Can bize bir müşteri gönderdi.
-Ati.
Bir arkadaşı gönderiyorum sana.
İlgilen lütfen.
-Tamam, Can, sağ ol.
Çok da sıkışıktık.
İlaç gibi yetiştin vallahi.
Kelli felli bir adam geldi, dükkâna.
Bir proje için lazım Attila Usta.
Bir parmak borudan 10 santim boyunda 10.000 adet parça kesilmesi lazım.
Vaktiniz var mı, yapabilir misiniz?
Adamın sorduğuna bak be.
-Hay hay beyefendi.
Borular size ait olmak üzere tanesini 10 kuruştan keseriz.
-Yalnız lütfen uçlarını da taşlayı verin lütfen.
Çapak kalıp da el kesmesin.
-Siz merak etmeyin efendim.
Arif boruyu tezgâha dayıyor. Ben de kesiyorum.
Dile kolay 10000 adet bu.
Kes kes bitmiyor.
İnanın gece rüyalarımda bile boru kesmeye devam ediyorum.
Kafayı yiyeceğim neredeyse.
Öğlen kaldırımda peynir ekmeklerimizi yerken, sokaktan geçen mini etekli kızın uzun bacaklarına takılmış gözlerim.
Arif,
-Amma daldırdın kızın bacaklarına.
Allah sahibine bağışlasın.
-Arif be.
Kızın bacaklarına bakıyordum doğru.
Ama inan kalbimde kötülük yok.
Acaba kaç tane 10 santimlik parça çıkar diye hesap yapıyordum.
Bir hafta sonra işi bitirdikte, bende kafayı üşütmekten yırttım.
Bu öğlen Arif ödeme almaya gitti.
Dört gözle bekliyorum neticeyi.
Saat altı gibi geldi.
-Var mı kelek bir durum.
Allaha şükür yok.
500 lira nakit, 500 lira da 30 gün vadeli çek aldım.
Sevinçten havalara uçuyorum.
-Arif, kalk lan.
Bu akşam Köfteci Pala’ya gidiyoruz.
Ne olursa olsun.
Yarım porsiyon köfte ile birer duble rakı içeceğiz.
-Yapma be ağbi.
Bir müddet daha idare edelim.
-Ben onu bunu anlamam.
Kulaklarım hala çınlıyor be demir testeresinden.
Tamam, köfte yemeyiz.
Ama iki duble rakı içeceğim.
İstersen sen içme.
Saat 7 gibi Pala’ya gittik.
Arif sordu.
-Kaç lira bir duble rakı?
-3 lira dublesi.
Kulağıma fısıldıyor Arif.
Ağbi ne olur 2 dubleden fazla içme.
Bir duble rakı sofraya geldi.
Mezem, yumruk mezesi.
Ama sağlık olsun be.
Rakı var ya.
Dört ay sonra ilk defa gırtlağımdan akacak.
Şöyle bir kokladım bardağı.
Oh be, mis gibi anason kokuyor.
Yavaş yavaş, koklayarak, tadarak yudumluyorum rakıyı.
Bardağı yarıladığımda bayağı da iyi etti beni.
Ne olsa, uzun bir müddet ağzıma koymamışım.
Arif karşımda, peçete kâğıdı üzerinde hesap kitap yapıyor.
-Ne hesaplıyorsun Arif?
Yeni sipariş mi gelecek inşallah?
-Ne siparişi ağabey.
Bardağı yarıladın.
15 tane boruyu içtin şimdiye kadar.
2 bardak içersen 60 boru eder.
Yazık değimli be?
-Sana da boruna da lan.
Boğazımda bırakma şu zıkkımı.
Benim de aklıma taktın şimdi.
Gel de iç bakalım ikinci bardağı.
Bir yudum rakı aldım.
Sanki 10 santimlik boru yutuyormuş gibi geldi.
Kalanı da bir dikişte içtikten sonra kalktım ayağa.
Kalk lan gidelim.
Zehir ettin bana rakıyı.
Bu sabah Topkapı’daki bir ilaç fabrikasından aradılar.
-Broşürünüz geldi bize.
İlaç hammaddesi taşımak için özel bir araba yaptırmak istiyoruz.
Almanya’dan getirttiğimiz bir numune var elimizde.
Gelip görebilir misiniz bu gün.
Yapabilirseniz 10 adet satın almak istiyoruz.
-Tabii beyefendi.
Bir saate kadar oradayız inşallah
Arifle benim kaplumbağa’ya atladığımız gibi soluğu Topkapı’da aldık.
Numune arabayı getirdiler.
Bizim imal edebileceğimiz bir model.
Not defterime arabanın üç aşağı beş yukarı resimlerini çizdim.
Ölçülerini de aldıktan sonra, arabayı getirten Bey bizi odasına davet etti.
Birer de çay söyledi.
Çaylarımızı içerken başladık sohbete.
-Burak Bey.
Yeni açtık atölyemizi.
Sıfırdan başladık.
İmal edebileceğimiz değişik konular arıyoruz.
İhtiyacınız olup da Türkiye’de bulamadığınız, bizim konumuzla ilgili bir şey varsa ne olur bize haber verin.
Burak Bey’in hoşuna gitti bu açık yürekliliğimiz.
Dosya dolabını açtı ve bize bir sürü Avrupa firmalarına ait kataloglar verdi.
Şöyle bir baktım sayfalarına.
Çok ilginç malzemeler var.
Bayağı sevindim.
Teşekkür edip ayağa kalktık.
Tam odadan çıkarken beni durdurdu.
-Size bir şey daha göstermek istiyorum.
Eğer Türkiye’de bu malzemeyi bulabilirseniz, çok satarsınız.
Her sektör müşteriniz olur.
-Tamam, Burak Bey hemen görelim.
-İlaç imalat kısmına girmemiz lazım.
Oturun iki dakika.
Birisine telefon açtı.
-İmalata gireceğiz.
İki misafirim var.
Gerekli malzemeyi benim odama gönderin lütfen.
İki dakika sonra bir kız elinde plastik bir torba ile geldi.
İçinden çıkan tulumları giydik.
Başımıza bone takıp ayaklarımıza da plastik galoşları geçirdikten sonra imalat kısmına gittik.
-İşte istediğim şey.
Baktım, bu iki kanatlı bir kapı.
Kanatlarına yay gömülmüş.
Kovboy filmlerindeki Bar kapıları gibi ittirip geçiyorsun.
Yaylar kapıyı tekrar kapatıyor.
Yalnız, kanatlara cam gibi şeffaf bir plaka takılmış.
İçerisini görebiliyorsun.
-İşte bu malzeme Türkiye’de yok.
Bu 5mm kalınlığında şeffaf yumuşak bir plastik plaka.
Kırılmaz, etmez içeriyi gösterir.
Üstelik, izolasyonda sağlar.
Soğuk veya sıcak geçirmez.
Gelin birde size Ana depodaki kapıyı göstereceğim.
Burada, aynı malzemeden şeritler halinde olan bir kapı daha var.
Büyük kapılarda bu tip şerit perde kullanılıyor.
Oraya da gittik.
Tahminen 6 metreye 6 metre bir kapı girişi var.
Aynen dediği gibi 30 santim eninde şeritler bir biri üzerine bindirilerek,
bir boru konstrüksiyona monte edilmiş.
Kamyon, forklift, hiç durmadan bu şeritlere vurarak aradan geçip depoya girip, çıkıyor.
-Burak Bey anlatıyor.
İlaç sanayinde çok önemli.
İçeri kuş veya sinek girmemesi lazım.
Bu şerit perde çok büyük bir oranda yardımcı oluyor.
Tekrar tekrar teşekkür edip ayrılıyoruz fabrikadan.
Yolda Arifle konuşuyorum.
Ulan doğru be Arif.
Adam haklı.
Eğer bu malzemeyi bulabilirsek elimizi öpene satarız bu kapıları.
İstanbul telefon rehberinde ne kadar plastikçi varsa telefon ediyorum.
Hiç kimsede böyle bir malzeme olmadığı gibi, duymamışlarda.
Plastikten de ben hiç anlamıyorum.
Beş on tane fabrikaya gittik.
Kimi yoğurt kabı, kimi plastik kasa veya oyuncak imal ediyor.
Çoğunlukla şu cevabı alıyorum.
-Ooo be ağbi.
Bu iş için hayvan gibi makine lazım.
Nerde bizde o para, nerde Türkiye de o makine.
Bana Avrupaya gidip gelen biri lazım.
Birden aklıma geliyor.
Plastik cıvata kutusu imal eden Ermeni asıllı bir dostum var.
Üstelikte Ankara’dan sınıf arkadaşım.
Senede üç beş kere Avrupa’daki fuarlara gider.
Hem Almanya’ya, Fransa’ya kutuda satıyor.
Garbisin Atölyesine gidiyorum.
Garbis be.
Bir ilaç fabrikasında şöyle şöyle bir plastik malzeme gördüm.
Sen gördün mü hiç böyle malzeme.
Var mı İstanbul’da bunu yapan?
Garbis gülüyor.
-İstanbul’daki plastikçilerin hemen hemen hepsi enjeksiyoncudur.
Böyle plaka çekilmesi için extruder lazım.
Dur bir düşüneyim bu gece.
Yarın sana telefon açarım.
Canım arkadaşım.
Ertesi sabah telefon ediyor ve bana Kartalda bulunan bir fabrikanın adresini veriyor.
-Ati.
İstanbul’daki plastik fabrikalarını en büyüğü bu.
Işık geçirgenliği olan yarı şeffaf malzemeden atermit gibi plakalar imal ediyorlar.
Fabrika çatılarında ışık girsin diye kullanılıyor.
Düz plakada gördüğümü hatırlıyorum.
Ama bu dediklerim hep sert malzeme.
İki büyük Avusturya malı Extruderleri var.
Fabrika sahibi de Muammer Bey isminde İsviçre’de plastik okumuş efendi, candan bir insan.
Yaparsa ancak o yapar bu işi.
Atla git.
Bendende selam söyle.
Neticeyi de bana bildir.
Muammer Bey’e ne istediğimi anlatıyorum.
İşine meraklı, tam bir Beyefendi.
-Benim makineler bu plakaları çeker zannediyorum.
Sen bu Pazar günü fabrikaya gel.
Sekreterini duafon ile çağırıyor.
-Sümer Hanım.
Bana Hasan Beyi gönderin lütfen.
Tanıştırıyor beni.
Hasan Bey imalat şefimiz.
El sıkışıyoruz.
-Attila Bey bu Pazar fabrikaya gelecek.
İkiniz beraber yumuşak şeffaf plaka çekmeyi deneyeceksiniz.
Cumartesiden, çift burgulu makineye düz plaka kalıbını takın.
Ben yapacağın karışımı bu akşam sana yazar veririm.
Ha birde depoda Dop yağı var mı Sümer hanıma bildir.
Yoksa yarın ilk iş aldıralım lütfen.
O Pazar sabahı, Hasan Bey’le karışımı hazırladık.
Extruder denen şey altı yedi metre uzunluğunda koca bir makine.
Plaka kalıbı da en az 2 ton ağırlığında, tıraş makinesi jilet kafasına benzer heyula bir aparat.
Öğleden sonra iki gibi çekime başladık.
Helecanla bekliyorum neticeyi.
Plaka makinenin ağzından ilk çıkışta opak gözüküyor.
Tezgâhın ağzına yerleştirilmiş kızağın üstünde kayarak ilerledi.
Soğudukça’da şeffaflaştı.
Sevinçten havalara uçuyorum.
5 plaka çektik numune olarak.
Plakaları kaptığım gibi bizim atölyede aldım soluğu.
Arifle Sabaha kadar çalışarak bir şerit perde ve birde çarpma kapı imal ettik.
Muammer Bey den de telefonla plaka fiyatlarını aldım.
Öğlen gibi ilaç fabrikasına gittik.
Burak Bey numuneleri çok beğendi.
Ayaküstü on bölüm için sipariş aldık.
Ertesi sabah tam ofisten çıkıyordum ki genç bir Bey geldi.
-Merhaba ben Sezai.
Han Matbaa sının sahibiyim.
Broşürünüzü bir müşterimde gördüm.
Adresinizde Sanayi Mahallesini görünce küçük bir atölye olduğunuzu tahin ettim.
Sizi tebrik ederim.
Broşür bastıran her halde ilk atölyesiniz.
Atılımınız hoşuma gitti.
Size bir teklifim olacak.
Mevcut broşürünüzü kaça bastırttıysanız, ben aynı fiyata size renkli ofset broşür basacağım.
Üstelik 12 ayda taksit yaparım.
Tek şartım broşürün bir köşesine bende Matbaamın ismini ve telefonlarını yazacağım.
Gördüğüm kadarı ile bütün sektörlere broşür gönderiyorsunuz.
Benim de reklamım yapılmış olur.
Sezai Bey, işine düşkün bir adam.
Atölyenin bir duvarına evden getirdiğim beyaz çarşafı gerdirdik.
O da basacağımız mamullerin tek tek renkli resimlerini çekti.
Şeffaf plastik kapılar için de Burak Bey’in vermiş olduğu Avrupa broşürlerden, aradan forklift geçerken çekilmiş bir resmi kesip aldı.
Bu kapılar Türkiye de yeni olduğundan ne işe yaradığını gösteren bir resim lazım.
-Onun için bu resmi basacağım kapıları gösteren.
Bir hafta sonra broşürler geldi.
Bende postalamağa başladım.
Burak Bey’in öngördüğü gibi büyük ilgi gördü ve sipariş yağmağa başladı.
Borcumuzu harcımızı büyük oranda kapattık.
İşe beş yeni personelde aldık.
Harıl, harıl çalışıyoruz Allah’a şükür.
Bu sabah, üst katta oturan bir komşumuz geldi.
-Attila Bey.
Bir arkadaşım var.
Etiket fabrikasında çalışıyor Levent de.
13 yaşlarında bir oğlu var.
Sokaklarda gezip hayta olmasın istiyor.
İş arıyor, tanıdık, güvendik bir yerde.
Sabah okula gidiyormuş.
Öğleden sonraları çalışabilirmiş.
Bende senden bahis ettim.
Rica etsem, işe alır mısın?
Çıraklık eder sana.
Üç beş kuruş eline verirsin çocuğun.
-Tamam abi, getirsin oğlunu.
Ertesi gün, saat 2 gibi ofise iyi giyimli bir adam ve yanında güler yüzlü bir çocukla çıka geldi.
-Attila Bey burada mı?
-Buyurun benim.
Siz de, her halde oğluna iş arayan arkadaşsınız.
Tokalaştıktan sonra, oturdular.
Temiz giyimli efendi bir arkadaş.
—Okusun istiyorum Attila Bey.
Haytalık yapmasın sağda solda.
Hem sizin atölyede iş de öğrenir.
Sevaba girersin.
Parada pul da gözüm yok.
Hayata yetişsin istiyorum.
Eti senin kemiği benim.
Yaramaz bir şey yaparsan basarsın tokadı.
Benden sana müsaade.
İşte sana teslim.
Bu gün biraz geç geldik kusura bakma.
İşten ancak izin aldım.
Yarın saat 12 de iş başı yapar.
-Tamam ağbi, merak etme sen.
Yarın gelirken bana nüfus kâğıdı sureti, ikametgâh kâğıdı, 4 tanede vesikalık resim gönder.
Ha birde bir kâğıda oğlumun çalışmasına muvafakat ediyorum diye yazıp
imzala.
Sigortaya sokacağım oğlunu.
-Kalk Erdem.
Öp bakalım patronunun elini.
İşte Erdem böyle işe başladı.
Cin gibi akıllı bir çocuk.
Kısa zamanda benim sağ kolum oldu.
Telefonlara bakar, Banka işlerime koşturur, hatta bazen tahsilâta bile gönderdiğim oldu.
Beni de kısa zamanda babası kadar sevdi zannederim.
Bende boş kaldıkça, ofis işlerini öğrettim Erdem’e.
İrsaliye, fatura kesmeyi, teklif takip kartlarını tutmayı, tek parmak daktilo yazmayı hep öğrendi.
Yani anlayacağınız benim bayağı yükümü aldı.
Bir müddet işler tıkırında gitti.
Müşterinin de ayağa alıştı buraya.
1979 ortalarında terör yoğun bir şekilde Türkiye’yi vurdu.
Sağ, sol çatışmaları, solun fraksiyonlar arası çatışmaları günlük olaylar haline geldi.
Sağcılardan ve solculardan her gün 5–10 kişi ölüyor.
Polisler, öğretmenler, talebeler ve hatta halk iki kutba bölündü.
Gültepe, Seyrantepe, Sanayi mahallesinde her hafta kahveler taranıyor, bankalar soyuluyor, bombalar patlıyor.
Hepimiz korkarak işe gidip gelmeye başladık.
Attila Bozoğlu - Eski Foça
YORUMLAR
-Amma daldırdın kızın bacaklarına.
Allah sahibine bağışlasın.
-Arif be.
Kızın bacaklarına bakıyordum doğru.
Ama inan kalbimde kötülük yok.
Acaba kaç tane 10 santimlik parça çıkar diye hesap yapıyordum.
Bir hafta sonra işi bitirdikte, bende kafayı üşütmekten yırttım.
Tam bir yaşanmışlık. Film gibi aktarma. Montajcılık ve Klasik avize imalatı yaptığım için bire bir yaşadım anlattıklarınız.
Gerçekçi,
samimi,
akıcı.
Tek handikabı biraz yormasıydı. Edebiyat sayfası için biraz kısaltmalıydınız.
Yoruldum. Tansiyonum yükseldi.
Beyenmeme hatta çok beyenmeme rağmen
10 veriyorum.
Selamlar.
attila bozoğlu
Esasen 50 sayfaya yakın bir hikaye bu.
Nasıl bölümlere ayırayım zorlanıyorum.
Konu ilgi çekici. Tarihi yaşayanlardan ve doğru aktaranlardan dinlemeye bayılırım. Tebrik ediyorum.
attila bozoğlu
50 sayfaya yakın bir öykü bu.
Bölümler halinde yayınlamak dileğindeyim.
Olayların tümü gerçektir.
attila bozoğlu
Sıkılmadan okunsun diye bölümler halinde yayınlamak dileğindeyim.
Gerçek hikayedir.
Ancak ilerde ismi geçecek bazı şahısların isimlerini başıma bir iş gelmesin diye değiştirdim.
Saygılar ve selamlar.