- 713 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Pantolonsuz Kelimeler:
Sanat tarihi boyunca, iki alanda tartışmalar hep sürmüştür. Birincisi, sanat sanat için mi, yoksa toplum için midir? ikinci tartışma alanı ise, erotizm ve sanat arasındaki çizginin kalınlık ve incelik konteksi.
Bu tartışma alanlarından sanat hangisi içindiri, bu günlük erteledim kafamda. Bu yazımda, ikinci tartışma alanına dokunmak istedim. Bunu da, iki yazı üzerinden yürüteceğim. İlk yazı, parantez içerisindeki ilk yazı, bir şarkıya ait sözlerden oluşuyor. Önce, bunu bir okuyun bakalım:
(Seninle oturup bir akşam üstü
İstanbul’u seyredelim
Sararken bizi akşamın hüznü
Gel maziyi yadedelim
İstersen aşkın olurum
İstersen gizli kalırım
İstersen yılları sayarım
İnan sana dargın değilim
Bir deli rüzgar esti
Kapıyıp gittin
İnan dargın değilim yalnızlığıma
Ben seni
Her zaman sevdim.)
Gayet düzgün ifadelerle, bir güfte oluşturulmuş işte. Üzerine bir de beste yapılmış, şarkı olmuş. İnce ve hoş bir anlatım. Yeterli bir derinlikte ama, süslü değil kelimeleri pek o kadar. Yani, sıradan. Ancak, ne istediğini biliyor anlatıcısı. Şimdi de, benim aslında çok denemediğim ama, anlatacaklarımı anlatmak için denediğim bir yazı biçiminden, inciler göreceksiniz:
(Bir çingene rehin almış tüm bilişleri
Eteklerini uçuran rüzgara
Yırtmaç gösterip duruyor ulu orta
İki gamze var iki yönünde
Boş boş bakmıyor hiç
Hep biliyor gözleri nereye baktıklarını
Derin bir tılsım işte İstanbul
Geniş avlulu
Büyük meydanlı
Ama ille de
Aşkın şehiri
Bir deli kısrak sanki
Zamanın kırbacı
Kalçasında şaklayınca
Nereye istese
Oraya sürüklüyor insanı
Göğüslerinden
Yalanı emziriyor bazan
Dudakları
Katran karası
O dudaklardan öpen
İflah olmuyor bir daha
İki yakası
Bir araya gelsin diye
İki düğme dikivermişler
Canı pahasına
O iki düğme bile
Yetmiyor koynunu gizlemeye
Ağlıyor bazan
Emir kipi bütün cümleleri
Korkuyor da aslında yalnız kalmaktan
Bir gün anlar da gider diye tüm sevenleri
Sevdiği başka
Seveni başka çok zaman
Vakitsiz bir nar ağacı yeşertiyor kuru toprağında
Yaşlanamıyor elleri
Kırışamıyor yüzü
Kimseyle sevişmiyor
Taze baharla seviştiği gibi
Garip bir han işte İstanbul
Görkemi ve aroması
Hep alıyor insanı içine...)
Utana sıkıla bir denemeydi. Haddimi aştıysam, affola. Ancak, iki anlatı arasındaki farkı vermek istedim buradan. Özellikle görsel sanatlarda, erotik imgeler daha bir vurucu. Bu nedenle de, bu tür imgeyi tolere edemeyenler, daha bir hışımla vuruyorlar görsel sanatlara. Kimi içine tükürüyor, kimi yırtıp atıyor, kimi çöp konteynerlerine hapsediyor. Hele ressamların nü çalışmaları, kimsenin anlayabildiği bir hal değil çok zaman.
Bir çizgi var yalnız, kantarın topuzu kaçıyor biraz. Ne bu türdeki çalışmaları eleştirenler, ne de ille de bu türde çalışmalar yapmak isteyenler, çizgiyi tam tutturamıyor gibime geliyor. Sanatın içinde erotizmin zaman zaman ve ölçülü bir biçimde yer alması, kabul edilebilir bir şey. Ancak, erotizm ve pornografi arasında gidip gelmek ya da, hangisine daha yakın olunduğu ile ilgili galiba ortaya çıkan sonuç.
Bir yapıt, eğer pornografiye daha yakınsa, artık orada erotizmden değil, başka bir durumdan söz edilmeli zaten. Pornografi, zaten bir sanat dalı değil, bir şehvi hal bence. Her halde pornografik yapımların sanat kaygısı taşıdığını kimse, iddea etmeyecektir. Yalın bir anlatımla, tümüyle ticari kaygılarla, şehvi taraftar toplayan yapımlar bunlar. Tabi, izleyenleri de, sanat yapıtı bulmak istemiyorlar karşılarında. Güzel bacaklı bir kadın, bol bol tahrik edici unsurlar vb... bu tür yapımlardan beklenen, bu.
Ancak, edebiyatı ve sanatı isteyenler, her şeyi bulmak istiyor karşılarında. Düzenli satırlar, ahenkli cümleler, kelimelerin ustaca kaleme alınmış halleri, anlam bütünlüğü, güzel bir söyleyiş ve dahası, edebiyat izleyicilerinin beklentisi. Araya serpiştirilmiş ve ölçülü erotik imgeler, kimsenin aklında duvara toslamaz. Ancak tümüyle bir edebi anlatı beklerken, bir anda beliren erotizm ve hatta pornografik tavır, sanıyorum iç gıcıklamanın ötesinde, rahatsız edici olur, edebiyat izleyicisini kırar, incitir hatta.
Hiç bir insani taraf ve durumdan kaçmamak, bir sanatçının en vazgeçilmez gereksinimi kuşkusuz. İşte bu her durumu gözetip kapsama hali, bir zorlayıcılık getirip koyar orta yere. Aslında yazar, hep sorumludur okurlarına karşı. Tabi yalnızca yazar değil, sanatın tüm dallarındaki icracıların, böyle bir zorunluluğu vardır izleyenlerine. Bizler de, edebi bölüşümler adına buralardayız. Sosyal yanları da bulunan bu türdeki platformları, kendileri ve başkaları için edebi dinlenme istasyonlarına dönüştürmek isteyenler olduğu kadar, bir ilk adım istasyonu olarak algılayıp, buraları farklı maksatlarla değerlendirmek isteyenler de var kuşkusuz. Tabi eleğin altında kalıyorlar zamanla, o ayrı. Sorumluluk bilinciyle yazılmış satırları okurken, inanın bana; içerik ve imla kurallarına uygun olmasa bile, tolere edebiliyorum onları. Ancak eğer, içerik ve kuralları içsel ama sorumsuz yazılar okuyunca, bir tuhaf oluyorum. Bu tür platformları, çok farklı yaş grubundan insanların da takip ettiklerini unutup, kendi egoları için yazan insanları, kınıyorum. Yazdıkları her ne olursa olsun, saygı da duyamıyorum, kimse kusuruma bakmasın. Zira edebi metin, yalnızca akıcı ve okunaklı, anlamlı olmamalı, sorumluluk da taşımalı. Bu yapıldığında, edebi bir üründen söz etmek mümkün bence.
Meramımı belki tek bir yazıyla anlatabilmem imkansız. Bu nedenle belki, ileriki günlerde başkaca yazılar da kaleme alırım haddimi aşarak. Bu anlamda bir otorite saydığımdan yazmadım bunları aslında, sadece internetten okuyup yazma akımına kapılmış, bunu da severek yapan bir okur olarak aktardım bunları sizlere. Her kelimeye, sorumlu her kelimeye saygıyla açıyorum kucağımı. Ama sorumsuz her kelimeyi, telin ediyorum daha yazılmamışlarsa bile...
YORUMLAR
Üslup bilenlerce saygıyla tartışma konusu yapılabilecek bir noktanın altını çizmişsiniz. Beğenerek okuduğumu belirtmek isterim. Verilmek istenen ana fikri sonuna kadar anlatabilmiş, yazanın endişesine mahal bırakmamış ve ölçüyü koymuş: "kantarın topuzu'nu kaçırmamak". Güne gelen yazıların itina ile izlenmesi bu yüzden, özellikle nesir yazanların yararına olacaktır. Güne gelmek elbette güzel ama gönle gelmek aslolan diye düşünüyorum. Tebrik ve teşekkürlerimi kabul ediniz lütfen, saygımla...asran...
Fırat Avcı
Evet. Üslubunca tartışılması gereken bir konu bu. Her açısı ince ince irdelenmeli, tümüyle bir bakış süzgecinden geçirilmeli. Bu yazımın esin kaynağı, minik bir edebi tartışmadır aslında. Bu tartışmanın her iki tarafı da aynı şeyi söylüyordu ya, benim daha baskın söyleyişlerim olmuştu. Sonunda, bu yazı geldi vücuda. Bu tartışmayı sürdürmek değil niyetim aslında ya, onun meyvesidir bu yazı.
Konuları konuk sever bir yaklaşımla burada değerlendirebildiğimizi farketmekse, ayrı bir güzellik. Bu gün, hayli sıcak da aslında. Belki kafamızı bu nevi hadiseye yormak için hayli zamansızlıkları barındırıyor. Bu yüzden de, iki kez şükran duymalı yazıları okuyup, üzerlerinde düşünenlere. Tekrar teşekkürler.