- 645 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Sakıncalı Piyade'ye
"Türk vatandaşı ; İsviçre Medeni Kanunu’na göre evlenen, İtalyan Ceza Yasası’na göre cezalandırılan, Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası’na göre yargılanan, Fransız İdare Hukuku’na göre idare edilen ve İslam Hukuku’na göre gömülen kişidir.’’ -Uğur Mumcu, Köy Enstitüleri Konuşması
Bol köpüklü bir Türk kahvesi eşliğinde, aidiyet duygusuna sarmalanmış, çapraşık, belki de olmasa da olacak bir yazı bu. Oturduğu sandalyeye ait olmadığı şüphesi taşımayan, boş yere okumasın. Baştan söyleyeyim.
Türk kahvesi, diyordum, milli olduğu kadar evrensel bir davetkarlığı vardır kokusunun. Avustralya’da koklasam, memleketim der yanarım. İşte o denli yapışmış ve yakışmış olsaydı ülkeme değerleri, biz "biz" olurduk. Kabahati başkasında aramak değil derdim, ne biz bildik ne öğrettiler kıymeti.
Nirvanaya ermiş bir Budistin huzuru, dağda kaybolan el--Hakimi’nin döneceği kıyameti bekleyen Dürzinin umudu, Mokşa’ya ulaşıncaya kadar yeniden bedenlenmeye inanan Hindu’nun arınma çabası, onlara göre inkar edilebilir mi?
Tayvan’ da dört rakamının uğursuz olmadığına kimseyi inandıramazsınız. Sırf kelime benzerliği yüzünden, siz dört derken onlar ölümü düşünür. Telaffuz etmek bir yana, yazmaktan da kaçınır, dördü “3+ 1” olarak ifade ederler, dördüncü katta ev kiralamazlar, lojman satın almazlar, yani dördü ve dolayısıyla ölümü andıran her şeyden kaçınırlar. Farzedelim oraya gidip her şeyi dörtlü paketler halinde satan bir dükkan açtınız, ya da gazetelerde bolca dört rakamı bulunan bir ilan verdiniz, ya da dükkanınızın ismini de “dört göz” koydunuz. Bedava satış yapsanız dahi, bir kişi adım atmaz yanınıza. İnançları ve oluşan değer yargılarını yıkmak, bir insanın parmak izini çalmak kadar imkansız ve zalimanedir.
“Koyun kurt ile gezerdi fikir başka başka olmasa” – Aşık Veysel
Küçükken salçanın içinde böcek görmüş bir ahbabım vardı. Şu an 37 yaşında. Hala evde herkes uyurken evdeki salçayı didik didik edip kavanozdan kavanoza boşaltıyor. Takıntı. Evet, takıntı. Fakat alanında başarılı bir bilgisayar mühendisi olduğu da düşünüldüğünde, aklı ermeyen biri değil. Tedavisi de sürmekte. Son görüşmemizde “her zaman olacak değil, fakat ömrünce salça tenekesinde böcek görmemiş bir psikoloğun bunu anlaması mümkün değil, ben yaşadım” demişti. Alın işte.
Sözü uzatmadan, annesinin topuklu ayakkabılarıyla dolaşan küçük kız çocukları gibi eğreti bazı düzenlemeler içindeyiz. Zamanın ve mekanın koşulları zamanına gore makuldü belki, ancak şu an değil. Demiyorum ki, her geçen yıl kapsamlı yeni yasalar yapalım, desem ne olur, yapamayız. Buna ne prosedür, ne güç yeter. Fakat çifte evliliğin isabetli olarak yasaklandığı ülkemizde, ölen eşinin maaşını alamadığı için birbirine düşen dini ve resmi nikahlı eşler gerçeği yaşanıyor. Gerçeği mi yasaya uydurmalı, yasayı mı gerçeğe? Üstelik nasıl?
Müslümanla Yahudinin, Hristiyanın, ondan öte Alevi ile Sünninin omuz omuza yaşadığı ülkemde, hangi kültür esas alınarak oluşturulacak düzenlemeler? Kaldı ki, kendi kültür farklılığımızı bir yana bırakıp, İtalyan, Fransız, Alman Yasalarına aykırılık tşkil etmeyen bireyler olarak büyüttüğümüz çocuklarımıza önce kim olduklarını öğretirsek, tpikliği nasıl sağlayacağız?
Türk kahvesi kadar bize ait hissedemediğimiz kararların eşiğinde, suç olduğunu bilmediğimiz, bilsek de öncesinde araştırmaksızın kesinlikle tahmin edemeyeceğimiz suçlardan mahkumuz. Biz, kimiz?
Pozitif hukuk (olan hukuk) ile tabii hukuk (olması gereken hukuk) arasında kağıt üzerindeki hukuk ile yaşayan hukuk çatışmasının orta yerinde yaralıyız. Yaşayan mıyız, yaşatılmaya çalışılan mı? Değerlerimiz var mı, olmasına mı uğraşıyoruz? Koruyor mu, korunuyor muyuz?
Sakıncalı mıyız, sakıncasız mı?
Biz, biz miyiz?
YORUMLAR
toprak adam
toprak adam
tabii ya, sukuneti bozacak ne var değil mi?
biraz yavan ama, yine de bir değineyim dedim. saygımla.