- 814 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YUNUS
YUNUS
Dudakların büzüşürdü,gözlerin hep ağlamaklı olurdu…
Şikâyet ederdin hayatından; “Benim alınyazım niye elinki gibi değil?!”.
Haklıydın!..Alınyazın gerçekten de elinki gibi değildi…
Dünyanı tozpembe yağmurların efsûnî rüyalarıyla özene bezene süslerdin,düşlerinin doruğuna çılgın fırtınalar eşliğinde kar yağardı!.. Serinleme düşüncesiyle esmesini istediğin rüzgâr yaprak kımıldatmaz;yılların tortusunu omuzlarından silkip atmak isterdin;bulutlar güneşe geçit vermezdi…
Bülbül umardın;çıkan hep karga olurdu bahtına…Yaprağını incitmeden güle dokunmak için uzatırdın narin elini, dikenler haince yırtardı parmağını.Kanardın!...Eseflenmelerle yaşardın,ömrün kanlarını silmekle geçerdi…
Yüzmeyi öğrenmek sende devasa bir arzu hâlini almıştı!..Vücudunun su ile ilk temasında dengeni kaybedip suya gömüldün,az daha çıkamayacak oldun!..Bu yüzden suya kan davası güttün, “Ne de olsa su ürünü!” diyerek balıklara düşman oldun,kin besledin;onları yemez oldun!..Boğulayazmanın intikamını balıkları yemeyerek alırdın aklınca!..
Az biraz sevinme anların olurdu,ters giden bir şeylerin etkisiyle kalınca dudaklarında iz bırakan ince gülümsemeler eksi derecelere inerdi.Bakışlarındaki sevgi tomurcuklarını don vurur,sel götürürdü. Elini –şöyle okşama düşüncesiyle – bir şeylere uzatacak olsan kırılıp tuz buz olurdu…İçinde kopan kasırga,gözlerinin kahve bebeğine hücum ederdi.
-Diğer adına sırtından vurulmak denen- ummadığın taş baş yarar,kol kanat kırardı…Uçmak dilerdin,kolun kanadın delik deşik edilirdi.Oysa nice rüyaların engin semâsında uçmak isterdin!.. “Sevgi”nin gökyüzünde dileğince uçmak isteyen sen,daha ilk kanat çırpmada pusuya yatmış avcılar tarafından çarprazlama ateşlemelerle kanadının en hayatî yerinden vurulur giderdin…Gözlerin puslanır,ha bire titreşirdi.
“İnsan kendi mutluluğunu kendisi çizmeli!” diye düşünürdün…Evet!Mutlu olmaya layık bir karakterin de sahibiydin;ağzından bal damlardı!..Fakat gel gör ki sana bu mutluluğu çok görenleri unuturdun!..Kalınca dudaklarından dökülen her kelâmın baldan bir farkı kalmazken,zehir olarak algılayanları hep es geçerdin!.. Sevinç yolunda meş’ale yakmak isteyen sen,an olur bir yığın dinamiti ateşlerdin;bu ateşleme senin sonunu hazırlardı…Parçalanırdın!..Görme organının yuvarlağındaki damlalar dışarıya varmak için salınıp dururdu.
Rüyalarla,tılsımlı hülyalarla yaşatırdın ütopyanı:Sevgilinin,eşin olmuş hâlini düşlerdin… Çocuklarınız olurdu:Bir kız,bir erkek…Minik,sıcacık bir yuva…Yuva değil;adeta saray yavrusu!.. Özlemini çektiğin hayat orada bulunurdu…Ancak bir de gerçekler vardı..Daldığın romantizm gemisinin güvertesinden karaya şöyle bir bakış atınca,hayallerinin ne denli saçma olduğunu kavrardın!..Gerçeklerin ile hülyaların ters yönlerde koşu tuttururdu ve hiç uyuşmazdı:Hülyandaki sevgili seninle eş olurken, gerçekteki sevgili seni asla tanımazdı!..Sadece sen severdin,eller kapıp giderdi… “Gidenin ardına düşmeyeceksin!” diyen sen,gidenin ardından öksüz çocuk gibi sağa doğru boyun büker,feryat basardın… Yakarışların arş u alayı siyaha boyardı…Durduğun yere diz çöküp dizlerini yüreğine doğru çekerdin… Ela,şehlâ gözlerindeki tadı ekşimsi su alır başını giderdi.
İnsanların anlayışsızlığından,vurdumduymazlığından dem vururdun…Haklıydın!..Gerçekten de çoğu insan pek de anlayış sahibi değildi…Gününü gün etme furyasında baş döndürücü bir hazla yaşarlardı… Nerde hareket,orda bereket düşüncesini tatbik etmek için her türlü eğlence mekânlarını kendilerine vatan edinirlerdi… Beyninden bakışlarına yansıyan efkâr bulutlarını kimse görmezdi,gören de görmezden gelirdi…Ne biri çıkar “kardeşim” der,ne de biri gelir “evladım” diye sarılırdı…Onlar ki, kendi zevkleri yüzünden hayatını darmadağın ederlerdi..Gölgelerin,ayağına sürekli çelme takardı…Bu gerçeği bile bile sıkıntını onlara anlatmaya çalışman ve onların da bakışlarına yuva kurmuş kahır yüklü feryatları duymazdan gelişi,hatta kulak tıkaması seni mahvederdi…Kirpik uçlarında salınan kristaller yüzünde iz bırakırdı…Hıçkırırdın!..
Arkadaş çevren daima küçük daireler çizerdi.Kendin gibi güvenecek arkadaşı zor bulurdun çünkü…Tanıdığın kişilerin çoğu ya menfaat düşkünü,ya da düşünce yoksulu kimseler olarak çıkardı karşına…Farklılığın burada kendini günyüzüne çıkarırdı.Herkes kadın peşinden çılgıncasına koşarken, sen kendini kitapların huzurötesi satırlarına adardın..Bu sebepten arkadaşının sayısı bir-ikiyi geçmezdi… Elâlem kumar,içki,kadın ve futbol dörtlüsünde can damarı arardı,sen bunlardan uzak kalmayı yeğlerdin…İyi yapıyordun da,hep yalnız kalıyordun,her şeyde her zaman tek başınaydın…Yalnızlık görkemli uçurumların boğucu öğesi…Senin için kötü sonuçlar doğururdu…Çoğu zaman sıkılıp bunalır, oflar puflardın…Herkes eğlence ırmağında saman çöpü gibi sürüklenirken;sen çeşmeler dolusu akar, yağmurlar dolusu çağlardın.Ağlardın…
Bildiğin erkeklerin çoğu cinsellik arzusuyla kızların peşisıra gürleyerek koşardı,sen sanki iki damla hüzün için onların ardısıra sürünürdün.Hiçbirinin seni sevmediğini de bilirdin,yine de hayal ufuklarına sığdıramazdın zerafetlerini…Hayır!Aslında seninkine peşinden koşmak da denmezdi.Uzaktan uzağa bir görüp bin yetinmekle plâtonik diyarlardaydın sen…Ve çoğu karşı cinsin sevdandan haberi de olmazdı.Kendi kendine gelin güvey masalları uydurur,hayallerle dolu yaşardın…Sıkı,sımsıkı,en sıkı sevdaüstü bağlarla bağlanırdın! Ahh!..Bir de bu bağlar kopmayagörsün;gümbürtüye giderdin!..Hülyanda kaymak ile,bal ile beslediğin sevgililerinin gerçekte erkeklere yanağının azıcık ucundan uzatan vefasızlar olduğunu öğrenirdin…Yıkılır giderdin…Ağıt yakar,dizlerini döverdin…Yanağında iz bırakan elmas parçaları yere birer ikişer dökülürdü…İç çekerdin!..
İyi giyinmeyi,her türlü çıkarcılığına rağmen insanlara karşı yakışık görünmeyi çok severdin… Alnının o pürüzsüz yüzeyinde hüküm süren sivilcelerden öylesine nefret ederdin ki,daha çıkar çıkmaz iki parmak arasında kalan ömrüne hemen son verirdin,bu sefer izi kalırdı...Geçerdin ortadan ikiye ayrılmış, henüz parçaları dökülmemiş aynanın karşısına,dişlerinin yarısı kırık küçük cep tarağınla ve büyük bir titizlikle tarardın saçlarını…Şanssızlık ya!Saçların kıvırcık olduğundan hiçbir şekle girmezdi.Fırlatıp atardın tarağı yere…Ceketini giyerdin,kahretsin ki her iki kolun iki dirseği de yamalı olurdu… Lâcivert kravatını takardın,solup pörsümüş olduğunu görürdün…Millet kundura,spor ayakkabı giyerdi;seninse ayağının nasibine ayakkabının lastiklisi düşerdi…Kederinden ölürdün!..Hıçkırıkların kuş cıvıltılarını bastırırdı…Gözyaşlarının kudurmuş selinde kayalıkların bıçak keskinliğini andıran çıkıntılarına çarpardın,kurtulmak için ağlaya sızlaya çırpınıp dururdun…
Bütün olumsuzluklar rüzgârının senden tarafa esmesine rağmen iyimser olmaya çalışırdın,kır çiçeklerince iyi niyet mevcuttu gönlünün Adıyaman sofralarında…Kimseyi değil kırmak,incitmek bile aklının köşesinden geçmezdi.Yüreğin sevgi yumağıydı,için YUNUS doluydu çünkü…Üstelik hayatını adadığın,yoluna yoldaş olduğun kitaplarda da “sevgi” vardı…Saflığından mı,yoksa içtenliğinden miydi –ki hâlâ bilmiyorum-,seni yanlış anlamalarına aldırmadan herkese can gibi,canan gibi yaklaşırdın…Ahh iki yüzlü,namert insanlar!..İyi gününde insanın yüzüne gülüp kötü gününde bir tekme de kendileri vuran insanlar!...Fırsatını buldular mı gümmm!..Yere yüzüstü kapaklanırdın…Umduğun ile bulduğun arasındaki farkı dalardın seyre;bu aşamadan sonra sana ancak seyir düşerdi… İyisi seni bulmaz,kötüsü senden geri kalmazdı…Lânetler yağdırırdın talihinin tersliğine…Soluk alıp vermelerin bile kinli olurdu… Dişlerin gıcırdar,yüreğin alev alev tutuşurdu…Sağ elini yumruk yapar,sağ dizini döverdin…Kabına sığmayan yaşlar taşmak için en büyük saldırıya kalkardı!..
Dünyanın bütün şanssızlıkları tek adres senmişsin gibi gelir seni bulurdu…Bir gün biraz gülerdin, hemen ertesinde aldığın kötü bir haber sevincine gölge düşürürdü…Eğlenmeye çalışırdın,ille de bir uğursuzluk olurdu…Oynak bir şarkı-türkü eşliğinde kollarını iki yana açıp çiftetelli oynamaya henüz başlardın ki,dönüşlerde sehpadaki bardağa ya elin çarpardı,hevesini boğazında tıkamak için ya da kaset sarardı.Gittiğin her düğünde kaza yaşanma ihtimali –nerden bakarsa- yüzde yüzü bulurdu… Düğünlerden de nefret ederdin…Ailenin her ferdi düğün evinde halay çekip misket oynarken,sen odandan dışarı adımını atmazdın…Fakat onların sevinçlerini hayal edip edip dururdun…Can sıkıntısının had safhasında iken başkalarının eğlenceye garkolması başını duvarlara vurmana yol açardı…İçli içli düşünür,garip garip boyun bükerdin…Yutkunurdun!..
……………………
Uzun bir aradan sonra tekrar gördüm seni…Ayağında lastik ayakkabınla gezerken caddede… Gördüğün her masum yüzlü çocuğun başını okşamandan anladım ki hâlâ Yunus’sun!..Fakat Yunus hayatına veryansın etmezdi ki!..
Haklısın!..Alınyazın pek de başkalarınınkine benzemiyor!..
Şikâyet ediyorsun hayatından: “Diğerleri,feleğin çemberinden dimdik ilerlerken,ben neden hep teğet geçiyorum ?..”.
Dudakların büzüşüyor,gözlerin hep ağlamaklı oluyor.
Adem ERDEM
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.