UZAY YOLU
Çocukken… diye başlamak ne kadar hüzün veriyor. Bir zamanlar çocuk olduğumuzu hatırlamak, o sorumsuz, hayta zamanları düşünerek anıların içerisinde kaybolmak, boğazımda biriktiriyor özlemleri ve acıları. Çocukken oynadığımız oyunlar aklıma geliyor. Nasıl da canla başla rol keserdik, aslına uysun diye neler yapardık. En sevdiğimiz dizi Uzay Yoluydu. Ah o Mistır Sıpak, Kaptan Körk, Esmer kızımız Uhura, Doktor Makkoy… Bilmem hatırlar mısınız Mistır Sıpak aslen Volkan’lıydı. İş bulamadığından mı vicdani sorumluluktan mı ne Atılgan adlı Uzay gemisinde insanlığa hizmet ediyordu, sağ olsun. Uzun sivri kulakları, parmaklarını birleştirip iki yana açarak selam vermesi,epey bi doğa üstü güçleri ve omuzları sıkınca bayıltması, ne hoşumuza giderdi.Akşam diziyi seyreder sabah kalkar kalkmaz evimizin yanındaki parkta buluşur başlardık Uzay Yoluculuk oynamaya.Ne açlık ne susuzluk hissederdik vallahi,akşama kadar o gezegen senin bu bilinmeyen cisim benim ter su kesilir, ama muzaffer sona ulaşmadan bitirmezdik oyunumuzu.
Kaptan konuşuyor “Yıldız tarihi beş bin yüz kırk altı nokta beş, yakın bir gezegenden sinyaller aldık, ben ve Sıpak gezegene inip ne olduğuna bakıcaz.”Bu sırada Uhura bizi ışınlardı. Aşağda ne var ne yok bi bakalım, ki ona göre diğer çocuklar beklerdi gemide heyecanla,onları öyle bilmediğimiz tehlikelere atamazdık.Neyse biz inince gezegene, tam parkın köşesi oluyo, bize bi virüs bulaştı ki acaip bi virüs.Bizi değiştiriyor ,kıvranıyoruz bu arada,değişiyoruz ya.Değiştik olduk kötü adam,çünkü virüs içimize girdi,bizi ele geçirdi ya ondan.Hele Metin yani Sıpak ses mes gitti,kulaklar düştü, ne oldu diye sordum “ vürüstan değiştuk ya işte ondan boyle “ deyince rol kestiğini anladım rahatladım.Nasıl bi virüs bilinmiyo ama bizi saldırgan yaptı..vuruyoruz diğer uzaylıların kafasına,saldırıyoruz sağlık memurunun sümüklü oğluna,ağlıyor babasına şikayet ediyor.Biz de anlatamıyoruz tabi derdimizi sakince.Heyecanlı heyecanlı başlıyoruz anlatmaya; “Sinan amca bize bi gezegenden virüs şeysi oldu da ondan saldırg..” Adam sopayla kovalıyor bizleri..kaçıyoruz bütün Atılgan personeli ardına bakmadan diğer gezegene sığınıyoruz.Arkamızdan uzay boşluğunda hala parmak sallıyo..”bi yakalarsam sizi “ felan diyor ya ..Allama bu nasıl adam hiç mi Uzay yolu seyretmedi.Bilmiyomu ordaki mühim vakaları,nasıl uğraşıyor Spak olsun,Doktor Makkoy olsun.Aptallık bizde elimizde ışın tabancaları kaçıyoruz…Çak iki tane ışın bacaklarına ,bak bi daha çıkar mı karşına.Bu ışın tabancaları çok değişik.Diğer tabancalara benzemiyor.Küçücük ama etkili, bir tür elektikli cop,laser topu kadar yakıcı aynı zamanda.Onun için herkeste yok.Kullanımı da kolaydı bizim zamanımızda,tutardın hedefe doğru ağzınla “CİUVV…CİUVV:::CİUVVV” üç defa hızlı hızlı dedin mi işi bitiridin.Mesela biz o virüsleri çoğaltan uzaylıyı o tabancayla vurduk, düştü kalkmadı kaç saat.Neden? Çünkü bayıltmaya ayarlamıştık.Ayarı da vardı bu ışın tabancalarının.Bayıltma..yok etme bi de yakma olmak üzere üç aşamada kullanılırdı.Biz genellikle bayıltmada tutardık ne olur ne olmaz diye,hani bi kaza çıkar sonra Allah korusun bi daha oynayamaz çocuk o gün bitene kadar.Bayılan genellikle düz kuru yerlerde vurulduğundan hemen yatar öyle kolay kalkmazdı.Oyun bozanlık yaparsa bakılmazdı gözünün yaşına,kara kaşına bi daha oyuna alınmazdı.Atılgana ayak basamazdı valla billa. Sıpak’ın kulakları hakikatten büyüktü, ucunu para bantı denilen bantı iyice dolar sivrileştirirdik. Bi akşam unutup eve öyle gitmiş.Babası görünce korkmuş önce bant ile imal edilmiş imitasyon kulak olduğunu anlayınca bi güzel dövmüş Sıpak’ı.Ertesi gün ben bi daha Sıpak olmıyıcam dedi.İkna ettik olmadı ısrar ettik olmadı,ışın silahını dayayınca gırtlağına pis pis sırıtarak güya korktu da ikna oldu ve devam etti Sıpaklığa epeyce bölüm.
Sağ olsun Uhura bacımız da bizi duruma göre ışınlıyordu bi parka, bi kaldırıma. Işınlanırken halimizi görmeliydiniz, haldır haldır bi koşuyoruz kaldırımın ortasına, bi parka atlıyoruz hep beraber. Bir de ışınlanıyoruz ya, şöyle bir titriyoruz, hücrelerimiz ayrılıyormuşçasına. Uhura bacımızın görevi çoook zor ,bayağı bir yetenek istiyor.Çünkü devamlı ışınlanıyoruz ve her defasında ses efekti yapmasını istiyoruz Mahmut amcanın kızı Özlemden..yani Uhura’dan: O rolü kapmak onun için kolay olmuştu doğrusu.Hem çırtlak bi sesi vardı ışınlanırken “cücücücücüyyyk” diye bi ses çıkarıyodu ki çok başarılıydı.Bir de Uhura kadar karaydı neredeyse. İlkokulda başlayan Uhura rolü Lise yıllarına kadar ismini taşıyarak devam etti Özlemin. Adını bile bilmezdi sonradan mahalleye taşınanlar “Uhuraaa kızııım” diye çağırırdı komşu kadınlar çoğu zaman ona.Ya da “Kızııımm” derlerdi,ismini bilmediklerinden.Hatta bi zaman mahalle camisinin yeni imamı babasını kenara çekmiş “ Mahmut abim,hiç yakışıyo mu müslümana Uhura ismi koymak” demiş.Mahmut amca da “ Ya hocam Uhura çok mübarek bir kadın evliyanın ismidir,biz onu bulana kadar neler çektik” demiş de hocayı ikna etmiş.
Bay Sulu çekik gözlü olmasına rağmen uzaydaki bilinmeyen cisimleri anında görüp bana haber verirdi.Çekov kardeşim de daima yanımda bana bağlı olarak savaştı durdu,günlerce,bıkmadan yılmadan.
Sıkat da sağ olsun babası araba tamircisi olduğundan işe çabuk adapte olmuştu. Bazen Atılganın motorundan sesler geliyor deyip, geminin altına yatar saatlerce bekletirdi bizi uzayın ortasında. Ama Allahı var sağlam tamir ederdi yolumuza devam ederdik.Bazen de tuttururdu motorun bazı kısımlarını yağlıyıcam diye…la etme eyleme Sıkat gidek de uzayda bi sürü bilinmiyen cisim var bize yaklaşıcak…yok dinlemez illa yağlıyacak motoru..yalvarırdık Yılmaz ne olur..yani Sıkat ne olur koyver gidek sonra akşam evde yağlarsın,tınlamaz.İlla işini bitirecek.gemide kapılar kendiliğinden açılır kapanırdı. Kapıya yaklaşıp “şşşt” demeniz yeterliydi.Şşşşt sesini çıkarınca anlardık ki kapı açıldı.kapatmak için de geriye dönüp bakmadan “şşşşt” dediniz mi kapı kapanırdı.Bizim sağlık memurunun salak oğlu bi keresinde kapının eşiğinde dururken “şşşt” dediydi de kapıya sıkıştı.Sıpaklan Makkoy kurtardı,bi de şamar attılar ensesine ..bi daha olmasın diye.
Bir de Maya çıktı başımıza son zamanlarda. Değişip duruyordu ikide bir. Bize de haber vermiyor, kargaşa olmasına neden oluyordu. Maya şu işi yap diyorsun, a bir de demez mi “ben şimdi kartal oldum.Haydaaa…ya ne işin olur kartallıkla virüs bulaşıyor her tarafımıza sen kuş oldum diyorsun.Bıktırmıştı beni kaptan olarak.Bir ara kaptanlıktan istifa edeyim dedim,kıyamadım,herkese emirler yağdırmak kadar zevkli olmuyor diğer işler,ben de vazgeçtim.Bir de okulda da oyun arkadaşların” kaptan” diye çağırıyor ya o müthiş oluyor.Sonra gemiyi indirirken dikkat etmek gerek,e anlayan da yok benim kadar.yapmışım iki tane sopadan kol,iki tane de pedal.Basıyorum gaza uçuyor Atılgan,alıyorum rölantiye yavaş yavaş seyrediyoruz uzayda.sora arada gazozlar içiliyor.Kaptana özel geliyor.Hani gazinolarda olduğu gibi “karşı gemiden size gönderdiler” falan.özel üniformamız da var.Üzerinde Uzay Yolu yazıyor,bir yanda Atılganın görüntüsü,bir yanda Sıpak ve Kaptan. Preslenmiş naylon giysinin üzerine parlıyor adeta.
Babalarımızın eve dönüş saatleri yaklaşınca virüsün damarını bulduyduk, tam da Metin’in yani Sıpak’ın işediği yerdeymiş virüsün kaynağı. Hemen oraya ışın tabancalarımızla ateş eder bi de iyice işer virüsü yok ederdik. Uhura da seyrederdi bizi o zaman. Bi tek o işemezdi. Gemideki penceresinden melül melül bakardı. Suratını ekşitirdi biz virüsüm sularken.
Artık gemiye dönme zamanı gelmişti,işi bitirip ışınlandık yukarıya,en zor iş de benimki işin yoksa şimdi bi de kaptanın seyir defterini yaz…Bi de tarihleri karıştırırdım.Makkoy hemen “ ya sen beşbin yüz seksen dedin şimdi beşbin altı yüz diyorsun”.Ben kaptan haksız olurmuyum.Hemen “ Olum..yıldız tarihi bu hızlı geçiyor işte..sana ne! Ben kaptan değil miyim”.der işi bağlardım.
En son aşamada Atılganın köşesinde bi çeşme vardı, eski uzay gemisi kaptanlarından “Hacı Cemil Usta” diye birisi yaptırmıştı. Orada elimizi yüzümüz yıkar, üstümüzü başımızı düzeltir ana gemiye öyle giderdik. Yoksa ana gemide dayak yemek vardı. Kaptan Körk’e de yakışmazdı o kadar virüsle uğraş, sonra git dayak ye.İşte bizim oyunlarımız böyleydi.Şimdi internet kafelerde oynanan oyunlara hiç benzemezdi.Işın tabancalarımızı kendimiz marangoz atölyelerinden bulduğumuz tahtalardan imal eder,içlerine ışın doldururduk.
Oyunların en dehşetli kısmı, mahallenin köpeklerinin oyunumuza sulanıp bizimle oynamaya kalkmasıydı. Korkudan uzayın derinliklerine atardık kendimizi Atılgan personeli olarak. Köpek bu ışın tabancasından ne anlar. İlla ısıracak. Biz de onlara karşı baktık ki ışın tabancaları bi işe yaramıyor. Birer ilkel silah edindik. Sopaydı taşdı derken uzay gemisinin her yanı dolmuştu bu silahlarla.
İşte böyle savaştık çocukluk yıllarımızda uzaylılarla.Şimdi ise elimizi eteğimizi çektik,dünyayı kurtarma işini Mıstır Hüseyin Barakımıza bıraktık.
Yazıdaki imla hatalarından dolayı özür dilerim,bu yazıyı bir internet kafeden yazıyorum.Yanımdaki masada ilkokul çağında bir çocuk var.Ara sıra onun ekranına bakıyorum.savaş oyunu oynuyor. Vurduğu adamlardan saçılan kanlı parçalar etrafa yayılıyor.Zevkle fırlıyo yerinden,her defasında.Çocuklar ölümlerin kanıksandığı bir dünyada etrafa parçalanmış kol bacak saçarak yaşıyorlar maalesef.