dar yollar
camdan gökyüzünü hayranlıkla seyredecek kadar küçük olduğum zamanların tükenişine denk gelen orta okul yıllarımda edebiyat, okumak benim için şu anda çoğu yetişkinde olduğu gibi bir anlam ifade etmiyordu. öğretmenlerin baskısıyla bir kaç can sıkıcı roman okumuştum ( özetini istiyordu öğretmen, okumamak elde değildi) ancak kaderin içimdeki okumaya hevesli canavarı uyandıracak hamlesi ortaokulu bitirip liseye başlamamla geldi. ( okulda okuma faaliyetleri iyi niyetli olsa da milli eğitimin pek çok stratejisi gibi baştan aşağı hatalıdır.sınıfınbir köşesinde duran ufak kütüphanenin bir kaç yırtık ve adeta kemirilmiş kapaklı bu romanları büyüklerin süzgecinden geçirilmiş, öğrencilerin hayal güçlerine adeta kesik atılmıştır. hımm sen bunu düşleyemezsin..elimizden geldiğince hayal gücünün işlemesini engelleyecek ve içinde ikamet eden ancak suskun okuyan insanı uyandırmamaya çalışacağız..) uzun süre okumayı seven biri olduğumu bilmeyerek yaşadım. ta ki bu yazının temelini oluşturan anılarımın o tek karesine gelene kadar. o kare önüme uzatılan bir kitaptır. hafızamın derinlerinde sakladığım önüme uzatılan, ellerime teslim edilen kara kaplı, korkutucu kitaba dair karenin anlamı büyük tabikii. arkadaşım, aynı sırada oturduğum şaşkın öğrenci hiçbir zaman okulun kütüphanesine girmeyi başaramayacak bu kitabı uzattığında vücudumun tüm sinir uçlarında bir ilgi coşkunluğunun yaşandığını farketmiştim. bu kitap peyami safanın bir romanı değildi, ya da oğzu atayın tutnamayanları da değildi, çok başarılı, büyük ödüller almış herhangi bir roman da değildi. tüm bu güzelliklerle tanışmamı sağlayacak, doğru zamanda doğru romandı sadece. basit, şimdilerde can sıkıcı ve asla okuyamayacağım bir koontz romanıydı. adı bile o zamanki beni etkilemeye yetecek kadar çekiciydi; vampirin öpücüğü. benim okuma isteğimi tetikleyecek yegane eserler korku edebiyatıydı o zamanlar. kitabı okuyup bitirdiğimde koontz un tüm romanlarını okuyacağımı, diğer gerilim romanları yazarlarına bir virüs gibi sıçrayacağımı, bunlardan sıkılıp olgunlaştıkça edindiğim okuma alışkanlığını daha ilerilere ve daha anlamlı kitaplara taşıyacağımı tabiki sezememiştim. ancak çok şanslıydım doğru anda doğru romanla karşılaştığım için. koontz un bol dişli canavarlara sahip kanlı romanları milli eğitim için doğru bir roman olmayabilir. onlarda benim gibi bazı şeyleri sezememişlerdi. bir insanın neden okuduğunu, hangi duygularla bir kitabın sayfasını açma zahmetine katlandığını kendilerine sormamışlarıdı hiç. yönetici diye seçtiğimiz insanlar günü birlik kararların kahramanı olmaya devam ettiği sürece bu ulusun bireyleri okumaya yabancı kalacaktır. 100 bin satan bir yazar kendini iyi bir yazar sanmaya devam edecektir. iki arabanın geçeceği kadar dar yollar yapıp ilerisini göremeyen günü birlikçi ve aslında içimde bir acıyla söylüyorum, eğitimsiz yöneticilerin çoğu koontz ile tanışsaydı ( onlara göre bu tür romanlar çocuk yaştaki öğrencilere sunulmayacak kadar kanlı öğeler içerecektir) hayal güçleri daha iyi çalışır ve dar yollar yapmaktan kaçınırlardı.
YORUMLAR
Milli Eğitim Bakanlığı, en düzenli çalışmalara imza atması, tabanının oluşturmadan, gelecekte doğuracağı sonuçları, olumlu-olumsuz yönleriyle ele almadan, alt yapısını tam oturmadan kararlar alması gereken bir kurum olması gerekmesine karşın gerçekten de malesef günübirlik kararlar alıp uygulanmasını beklenmek hatasına düştüğünü bir eğitimci olarak yıllardır gözlemliyor ve üzülüyorum. Oysa ki; bu işin bizzat labaratuarında olan eğitimcilerin de fikri alındıktan, alınacak kararların getirisinin, götürüsünün hesaplarını iyice yaptıktan, uygulanabilirliği konusunda bütün soru işaretlerini ortadan kaldırdıktan sonra karar alıp uygulamaya konsa günü birlik kararlar alınmamış olur ve çok daha iyi olur. Güzel bir yazıydı içerik olarak, tebrikler.