- 2257 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
MANOLYA
Bize ne çok uzak, ne de çok yakın bir diyar da Dünyalar güzeli küçük bir çiçek yaşarmış. Bu küçük çiçek diyarın en güzeliymiş. İsmi Manolyaymış. Bütün kuşlar, çiçekler ona özenirmişler. Çünkü o güzelmiş. Hem de çok güzel. Yağmurlar yağdığında su damlacıklarının onun o güzel yapraklarına kattığı ihtişamı görebilmek için bütün kuşlar yakınına konarmış. Böcekler sırf onu görerek uyanabilmek için yuvalarını Manolyanın yakınına kurarmış. Çiçekler hep onun gibi olmak istermiş. O güzelim beyaz yapraklara, perilere özgü masum güzelliğini yansıtan gülümsemesine sahip olmanın nasıl bir şey olduğunu düşünmekten geceleri uyuyamazlarmış. Bir gün kuşlardan biri uçarken aşağıda bir çiçeğin ağladığını duymuş ve neler olduğunu merak ederek yere doğru alçalmaya başlamış. Çiçeğin yanına yaklaştığında görmüş ki bu dünyalar güzeli manolyaymış. Kuş çok şaşırmış. İhtişamlı, güzel manolya nasıl olurda ağlayabilir diye düşünmüş?. Usulca yanına gitmiş. Yüzünü manolya’ya çevirmiş “Manolya neden ağlıyorsun?”. Manolyanın ise ağlıyor yüzünü saklamak için kapattığı yaprakları saklanırcasına hala kapalı duruyormuş. Kuş devam etmiş ; “Sen bu diyarın en güzel çiçeğisin manolya. Seni ağlatan neden ne olabilir ki? Bir canlı bu kadar değerliyken onu ne üzebilir?”. Manolya yapraklarıyla gözyaşlarını silmiş ve ağlayan yüzüyle kuşa bakmış. “Ben bu diyarın en güzel çiçeği olabilirim. Ama aynı zamanda en yalnız canlısıyım da. Bazen yakınımdan insanlar, hayvanlar geçerler. Hepsi güzel yapraklarıma bakmak için durur bazıları uzun süre bana bakar, gıpta ederler. Keşke onun kadar güzel olabilseydim derler. Ama ben sadece küçük ve bulunduğu yere tutsak bir çiçeğim. Toprağım beni hiçbir zaman hür kılmadı. Bana gıpta edenler gibi özgür olmayı, yeni canlılar, dostlar tanımayı çok isterdim”. Kuş duyduklarına çok şaşırmış, inanamamış. Pek güzel sayılmazmış. Bunun içinde hep manolyanın güzelliğine gıpta edermiş. Ama bu küçük çiçeğin sahip olmadığı bir şeye sahipmiş. Kanatları sayesinde uçabiliyor, küçük ayakları sayesinde yürüyebiliyormuş. Canı sıkıldığında başka diyarlara gidiyor, oradan da sıkıldığında güzel manolyanın diyarına dönüyormuş. Bu güzeller güzeli çiçeğin hiç sahip olamadığı kadar hürmüş. Manolya ise bulunduğu yere altın zincirlerle hapsedilmiş bir tutsaktan farksızmış. Kuşun yüreğinde acımanın ve utandığı bir sevincin bir arada bulunduğu karışık duygular uyanmış. Yüreği acıyormuş. Çünkü güzel manolyanın özgür olamayışına üzülüyormuş. Bir yandan da utandığı bir sevinç duyuyormuş. Çünkü onun için sıradan olan uçmanın, yürümenin ve özgürlüğün aslında ne kadar değerli, ne kadar güzel şeyler olduğunu öğrenmiş. Bütün bu duyguların arasında manolyaya karşı bir samimiyet, yakınlık duymaya başlamış. Manolya ise yüreğine sinmiş duyguların esaretinde ağlıyormuş. Kuş bütün şefkatiyle kanatlarını açmış ve manolyanın gözyaşlarını silmiş. “Ağlama manolya. Unutma ki ağladığın, üzüldüğün bu toprak sana hayat veriyor. Bugün yeni bir dost edindin. Senin güzelliğine gıpta eden, fakat senin gıpta ettiğin özgürlüğe de sahip olan. Tanrı kimseyi tam yaratmamıştır sevgili dostum. Her canlı içinde kavrulan bir hayat yaşar. Ve hep eksik olan yanını ararken yaşamın derinliğinde savrulur. Eğer bir yanımız eksik kalmasa, hayat bize peşinden koşulacak bir amaç veremezdi.” Manolya bu sözlerin içinde yarattığı duygularla kendini daha mutlu hissetmiş. Ve kuşa karşı kimseye duymadığı bir samimiyet, içtenlik duygusuyla dolmuş içi. Yeni ve iyi bir dostla tanışmanın yüreğinde uyandırdığı duygular yüzüne yansımış. O masum güzelliğiyle gülümsemiş. Manolyanın artık iyi olduğunu gören kuş son bir defa tebessümlü yüzüyle bakmış ve bir canlıyı mutlu etmenin hoş duyguları arasında uçarak oradan uzaklaşmış. Küçük çiçek o uçarken gıptayla bu özgür kuşa bakıyormuş. Tıpkı kuşun manolyayla konuşurken onun güzelliğine gıptayla baktığı gibi. Günler geçtikçe kuşla daha iyi dost olmaya başlamışlar. Kuş gezip, gördüğü diyarları manolya’ya anlatıyormuş. Anlatırken de hep gıpta ettiği bu küçük çiçeğin güzelliğine bakarak kendini avutuyormuş. Manolya ise onu bütün ilgisiyle dinliyor, içinde eksik kalan bir duygunun, özgürlüğün, yaşamı boyunca tatmadığı bu kırılgan şeyin hissini onun anlattıklarından duymaya çalışıyormuş. Günlerden bir gün kuş manolya’yı ziyaret etmeye gelmiş. Manolya bütün heyecanıyla onu bekliyor, gezdiği diyarları anlatması için sabırsızlanıyormuş. “Bugün büyük dağın yamacında bir diyara gittim manolya. Ağaçlar esen rüzgarda dans eder gibi salınıyordu. Kelebekler rengarenkti. Orası bu dünya’ya ait değildi sanki. Bir şelalenin usulca yüksekten düşen suyunun yanından uçtum. Yüzüme suyun parçalanmış zerrecikleri çarpıyordu. Kanatlarımda, tüylerimde ıslaklığın verdiği masalsı bir his vardı. Esen rüzgar bana o diyarın güzelliklerini fısıldıyordu. Şelaleyi ve ağaçları uçarak geçtikten sonra büyük bir düzlüğe rastladım. Orada çiçekler renkleriyle paha biçilmez bir tablo oluşturmuşlardı sanki.” Manolya bir an için o diyardaymışçasına kuşun anlattıklarını görür gibi olmuş. Fakat bu hisler görmenin ve orada özgürce dolaşmanın verdiği hissin yerini tutamazmış. Manolya gözleri dolmuş vaziyette, hüzünlü yüzüyle kuşa bakıyormuş. “Senden bir şey isteyeceğim sevgili dostum. Bu hep istediğim fakat yapamadığım bir şeydir.” Kuş sorar gözlerle manolya’ya cevap vermiş ; “Her istediğini yapmaya hazırım manolya. Bu kadar çok istediğin bir şeyi elbette sorgusuz yerine getiririm.” Manolya üzgün gözlerini kuşa dikmiş, sonra mağrur gözlerini ondan kaçırarak hep istediği ama yapamadığı şeyi kuşa söylemiş. “Beni de o diyarlara götürür müsün sevgili dostum? Yaşamım boyunca bu toprak bana hem hayat, hem de acı verdi. Hayatımda sahip olduğum tek şey lanetlenmiş güzelliğimdir. Ne özgürlükten ne de dostluktan nasibimi alabildim. Şimdiyse senden son dileğim beni o diyara götürmendir.” Kuş bu istek karşısında ne yapacağını bilememiş. Korkmuş, üzülmüş ve yüreğine en derin acılardan biri çökmüş. Manolya’yı o diyara götürmesi demek, onun toprağından kopması ve bir süre sonra ölmesi demekmiş. Kuşun düştüğü sessizlik ve çaresizlik karşısında Manolya konuşmaya devam etmiş. “ Bunun ne anlama geldiğini biliyorum. Ama uzun zamandır düşünüyorum sevgili dostum. Eğer özgür olamayacak, tutsak olarak toprağıma bağlı kalacaksam, bu güzel maskenin altında yaşamanın ne anlamı var? Senden istediğim şey yaşamım boyunca benim olmayan ve olamayacak bir şey. Ama en azından bir kere de olsa ve bu benim ölümüm anlamına da gelse özgürlüğü hissetmek istiyorum. Lütfen beni anla sevgili dostum”. Kuş çok duygulanmış. Sanki ömrü boyunca hissettiği bütün o duygular hayran kaldığı şelaleden aşağı düşercesine yüreğine çarpıyormuş. Ama içinden, yüreğinin en derin yerinden bir his ona bunu yapması gerektiğini söylemiş ve kuş Manolya’yı o diyara götürmeye karar vermiş. Manolya ölümü anlamına gelse bile ilk kez özgürlüğü tadacağından buruk ama bir o kadar da büyük bir sevinç duymuş. Kuş istemese de, içi kan ağlayarak Manolya’yı toprağından koparmış ve onu pençeleri arasına alarak uçmak için hamle yapmış. Manolya kuşun pençeleri arasında doğduğu, büyüdüğü ve yaşadığı toprağa bakmış. Yüzünde sevince karışık acının bulunduğu bir tebessüm varmış. Düşündüğü şey yaşamının geriye kalan kısa bölümü değilmiş. “Eğer güzel değil, özgür olabilseydim herşey daha mı farklı olurdu?” diye düşünüyormuş. Kuş gökyüzünde süzülmeye başlamış, o süzüldükçe yaşadığı diyar manolya’ya giderek daha küçük gelmeye başlamış. Kendini hiç yaşamadığı bir diyara bakıyormuş gibi hissetmiş. Uçmanın verdiği his manolyanın bütün vücudunu kaplamış. O hiç yaşamadığı özgürlüğün ne denli güzel ve paha biçilmez bir şey olduğuna bir kez daha kanaat getirmiş. Esen rüzgar yüzünü ve yapraklarını okşarcasına geçiyormuş. Hep ona yüksekten bakan ağaçlara şimdi o yüksekten bakıyormuş. Bir süre sonra gözlerini ileriye çevirmiş. Ağaçlar esen rüzgarda dans eder gibi salınıyormuş. Daha da ileri de büyük bir şelale görmüş. Yüksekten düşen sular zerrecikleriyle güzel bir kristalin parçalara ayrılıp tozlarının havada uçuşmasını andırıyormuş. Kuşun bahsettiği, büyük dağın yamacındaki diyarın burası olduğunu anlamış. Yüzünü yukarı çevirip kuşa bakmış. Tüyleri rüzgardan sallanıyor, kanatları uçmak için çırpınıyormuş. Ama tek bir kelime bile etmiyor sadece uçmaya devam ediyormuş. Bir süre sonra manolyanın bedenine ölümün gerçeği çökmeye başlamış. Gözleri bulanık görüyor, sanki bir ruh bedenine sıkışıp can çekişiyormuş. Ama manolyanın önemsediği şey vücudunu paylaşan acılar değilmiş. Onun tek önemsediği o diyarın güzelliği ve hayatında ilk kez hür oluşuymuş. Kuş şelalenin önünden uçmaya başlamış, ağır ağır süzülüyormuş. Şelaleden düşen suların parçalanan zerrecikleri manolyanın yüzüne ve yapraklarına hafifçe dokunmuş. Manolya gözlerini kapatmış ve bu hafifletici duygunun hissini yüreğinin en derin köşelerinde hissetmiş. Nefes aldığı zaman boyunca vücuduna hapsolmuş ruhu sanki bir anda olması gereken kendi oluvermiş. İlerde, ağaçların ve şelalenin gerisinde büyük bir düzlük görmüş. Oradaki çiçekler de en az manolya kadar güzelmiş. Ama manolya bu güzel diyarı gördüğüne sevinememiş. Çünkü o çiçeklerin ne kadar yalnız ve özgürlükten yoksun olduklarını biliyormuş. Manolyanın gözleri ağır ağır çökmeye başlamış. Düşüncelerini ölümün acımasızlığı bulanıklaştırıyormuş. Yüzünden yapraklarına, köklerinden kalbine kadar her yanı acının esiri olmuş. Manolya ölümün vakti geldiğini anlamış ve kuşa yaprağıyla dokunarak onu aşağı indirmesini söylemiş. Kuş ağırca yere inmiş ve pençelerini açarak küçük çiçeği yere bırakmış. Manolya kısık gözleriyle kuşa bakıyor, tek bir söz söylemiyormuş. Kuş belli etmemeye çalışsa da gözlerinin içi yaşla dolmuş. Manolyanın gözleri ağır ağır kapanmış ve açık olan yaprakları yavaşça aşağı inmiş. Kuş, gözlerine dolan yaşları daha fazla tutamamış ve hıçkıra hıçkıra ağlamış. Ağladığı şey manolyanın kaderi değil, kuşundan insanına, çiçeğinden ağaçlarına tekbirini bile ayırt etmeden bütün canlıların eksik kalmış yanlarının peşinden koşarak, savrularak acının içinde yaşamalarıymış. Son defa manolyanın eşsiz güzelliğine bakan Kuş oradan uçarak uzaklaşmış. Uçarken aklında o ölmeden önce manolyanın gözlerinde ki mutluluk parıltısı varmış…