- 981 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SIR...
Gel zaman git zaman demlendi tüm denemeler. Hikayeye bir es kadar zaman kalmıştı. İkilem ise hep yanı başında bir gece lambası. Denemeli miydi tüm yaşamı yoksa bir kalem karalığında gölge gibi izlemeli miydi? Tülle ardından kaç soluk öteyi görebilirdi? Gecenin koyuluğuna sığınıp mabedine sığındı. Bu zamanın kağıtlarını, o zamanın parşömenlerini dizdi dizi dizi. Okudu günlerce belki aylarca saatleri ayarlayınca bir enstitü cevabı bulunurdu elbet.
Gün bir kendini gösteriyor bir gecenin koyuluğuna mağlup düşüyordu. İkilem ise lamba gibi başucunda gecenin koyuluğunu bozuyordu. Gözleri yorgundu. Dağılan mürekkebi itinayla düzeltiyordu. Bazı kelimeler silinmişti. Doğru kelimeyi bulabilmek için kaç saat tüketip kaç kelime bitirdiğini hatırlamıyordu. Cümleyi defalarca okudu. Yazan kalemin aynası olmalıydı. O ne yazdıysa onu okumalı. “Har” dediyse bazen ateş olup yakmalı bazen diken olup batmalıydı. Bu zaman içinde o zamanı anlamak çok zordu birilerine. O çokluğu çoktan terk etmişti. Öyleyse bu zamanda o zamanın kalbi gibi atmalıydı kalbi, gözleri o zamanın gözleri gibi bakmalı…
Sahifeler bir bir yerleşirken iki kapak arasına numaralamayı unutmanın sancısını yaşadı. Düşündü… O zamanın düşüncesinde sayı var mıydı? “bir” olan şey binlere bölünebilir miydi? Her sayfa tekti. Her birine “bir “ dedi. Bire bir ekledi sonuç “bir” dedi. Saçlarına aklar birer birer düşünce saymaya ne gerek var dedi.
Mabedinin içine güneş girdi. O da birdi. Sayıların sırrını bu zamanda çözemeyeceğini anlayınca o zamanda hissedebilmesine şükretti.
Ve denedi. Sayfalar iki cilt arasında yerlerini bir bir alırken eli kalemi özledi. Rüyasında harfleri sayıklıyordu, aradığı ise bir tek kelimeydi. Bunca kelimenin içinde belki gizliydi. Bulmaya daha o gün yemin etmişti.
Unutursun…
Çoğul denilen yığıntı unutup gitmişken ve o da unutmaya yüz tutmuşken cümlenin peşinden koşup kelimeye vurulmuşken doğru yolda olduğunu bildi. Babilde bir ölüm kapıları çalarken şehr-i İstanbul da bir aşk peyda oldu. Gündüz okudu gece yazdı içindeki sulara. Eli kalemi özlemişti özlemesine de o zamana daha çok vardı. Demlenme zamanını “bir” tayin edecekti. O ise sadece bekleyecek…
O zamanda bir şehir anlatırken gerçeği bu şimdi de her şey imgede gizliydi.
Her şey bir türlü..
Her şey bin bir türlüydü …
Gel zaman git zaman iki kapak arasına dizerken sahifeleri, bildiği bunca cümleye rağmen, rüyalarındaki onca harfe rağmen yoktu kelime. Ne harfler birleşiyor ne de cümle bölünüyordu.
Saatleri ayarlayınca bir enstitü kaç zaman beklediği gördü, beklemesine hayret etti. Ve bir gün o giden zamanın ardından biri ona “unut” dedi…
Unut kelimeyi dedi…
Kelime, unutulabicek bir şey miydi?
Bu sır nerde gizliydi?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.