- 1849 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Eski çamlar bardak oldu
…..Üzerinden geçmeye çalıştığımız asma köprü bir sağa, bir sola ayaklarımızın altında sallanıp duruyordu. İnsan biraz dikkatli olmasa nerdeyse kendini aşağıdaki eriyen kış karlarının sularıyla aza nehrin suların içinde bulacaktı.
…..Ahmet geçtiği asma köprünün kenarındaki ipten korkuluklardan tutuna, tutuna sallanan köprünün oynak tahtalarının aralarından aşağıdaki suya baka, baka nihayet karşıya geçti atık ayakları toprağa değmiş korkusu bitmişti.
….Korkusu geçince derin bir soluk aldı. Karşıya geçer geçmez geriye döndü ve karşı kıyıya doğru uzanan azgın suların üstündeki geçtiği asma köprüye baktı.
…..Onun üzerinden geçerken aşağıya suların içinde düşmediğine dua etti. Ve sonra o köprünün üzerinden her gün gelip geçen çocukları, yaşlıları düşündü.
….Köyün tarlaları bahçeleri, o duvarlarında sıva bile bulunmayan küçücük okulları yine o taraftaydı. Köyün öbür yakasındaki mahallede oturan çocuklar her gün bu asma köprünün üstünden geçerken kendi aralarında bir şakalaşsa, ya da onlar, tam geçerken çürük tahtalardan biri orada kırılıverse hiç şansı yoktu. Aşağıya düşer düşmez yutuverirdi onu aşağıdaki Gök suyun azgın suları.
…..Bir kaç katır getirmişler onları bekliyordu karşı kıyıda Ahmet’i ve onun yanındaki diğerlerini gidecek yerlerine götürmek için. Başında bakıcısı Kerim sımsıkı katırlar elinden kaçmasınlar diyerek tutmuş Ahmet’in ve onun yanındakilerin yanına gelmesini bekliyordu. Üzerinden sallana, sallana korkarak geçtikleri asma köprünün karşı yakasında.
….Ahmet bekleyen katırlara baktı, katırlar pek uslu bir hayvana benzemiyorlardı. Ahmet sordu. Kerim bu hayvanlar çamuşa benziyor, sonra yolda giderken üzerinden beni bir taraftan atmasın dedi gülümseyerek.
…Kerim cevap verdi.
….. Koykma beyim, koykma ben onun başını sımsıkı tutayım seni düşüytmem bu hayvandan dedi. Ahmet biraz rahatlamıştı Kerim hayvanı binek taşına çekti ve buyuy beyim bin de gidelim geç kalmayalım gideceğimiz yeye gideceğimiz yey biyaz uzakta eyken çıkmalıyız yola dedi.
…..Ahmet korka, korka bindi katırın sırtına ve Kerim önde hayvanın başını çekiyor bir saat sürecek bir yolculuktan sonra, varacaklardı cennet vadisine.
…..Tozlu yokuşlar, dikenli yollar ve temmuz ayının yakıcı sıcağı, çevrede çıldırmış gibi bağırıp duran Ağustos böcekleri her halde gidecekleri cennet vadisinde olmaması gerekenlerdi. İşte o anda ne olduysa oldu ve bir yılan çalılıkların arasından çıkıp, kayarak katırın ayaklarının arasından süzülüp geçti.
…..Katır ürkmüştü, boş bulunan Kerim’ in elinden ipi de çıkmıştı dört nala çifte atarak kaçmaya başlamıştı, Ahmet daha ilk çiftede üzerinden çalılıkların içinde buldu kendini. Neyse ki düştüğü yer, yumuşak olduğundan ona bir şey olmamıştı.
….Katır çiftesini atarak oradan kaçtı gitti ve biraz ilerideki bir otlakta otlamaya yayılmaya başladı. Kerim giderek onu bulunduğu yerde yakaladı ama, Ahmet bir daha o katıra binmedi ve yürümeyi tercih etti.
…..Saten çok az kalan yolun sonunda, varmışlardı gidecekleri yere, gerçekten de gitmeye ve görmeye değerdi. Her tarafı meşe kara çam ve sedir karışımı ormandı bunların da tam ortasından Göksu ırmağı aşağılara akıp gidiyordu.
…..Gök yüzü nerdeyse görünmüyordu, uzun boylu asırlık sık ağaçlar, bu daracık vadide güneşin ve gök yüzünün görünmesine engeldi. Gökyüzünden süzülüp gelen ışıklar oldukça sık ağaçların dallarında oynak bir renk cümbüşü yaratarak iniyordu toprağa.
…..Irmağın kenarı, yapraklı çınar ağaçları sonra daha bir çok akçaağaç gibi yapraklı türler sanki coşmuş akan ırmağa yeşilden istinat duvarı olmuşlardı.
…..Kerim oraya varınca çantasını çıkardı ve onun içinden oltalarını suyun kenarındaki bir çınarın dibine oturarak alabalık avlamaya başladı. Suyun içerisi, kum gibi kırmızı benekli alabalık kaynıyordu. Ağaçların kökleri arasına girip, girip çıkıyorlardı. Kerim durmadan avladı, avladı yanında getirdiği sepeti kırmızı benekli alabalıkla doldurdu.
…..Artık orada tutulan balık onlara yetmeliydi, o kadar çok ala balığı kim yiyecekti. Ahmet Kerim’e yaklaştı yeter dedi, haydi gidelim buradan geç kalacağız sonra, bak akşam olmak üzere, nerdeyse hava karacak dedi onu balık tutmaktan vazgeçirmek için.
…..Kerim bağırdı, hayıy beyim, hayıy daha vakit çok eyken saat olsa, olsa iki falandır bakma sen burada güneşin görünmediğine dedi. Ve Ahmet’e ilerdeki orman içindeki çimen dolu yerin suya ulaştığı yeri gösterdi.
…..Bir erkek geyik, suya yaklaşmış ırmağın kenarından su içiyordu. Kerim yavaş ol dedi şimdi ürker kaçar bu hayvanlar çok ürkek olur demesine kalmadı hayvan birden ormanın derinliklerinde kayboldu.
…..O gün hayatının, belki de en güzel anısını o bakir el değmemiş ormanlık cennet vadisi denen yerde yaşamıştı Ahmet ve geri dönüp o ala balıkları, taze tere yağında kızartarak bir güzel yediler.
Onlara afiyet olsun. Ama Ahmet yıllar sonra orayı tekrar gidip gördüğünde, ne bakir bir orman vardı orada, ne de o geyikler ve alabalıklar vardı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.