Esintisiz Bir Gecenin Hediyesi
Gece… Zembereği boşalmış gibi güne eriyordu. Uykusunu kaybetmişti oysa, ne yastığın üstü ne altı hiçbir yerde yoktu işte. “İnsanın aklının içindeki sesle konuşmaktan kurtulamaması ne kadar zor” diye söylendi. Hava alabildiğine sıcaktı ve pencerelerden ateş yağıyordu içeriye.
Yeniden zamanı merak etti. Saati 3:55 dedi ona. Kulağına götürdü kolunu, derinden küçücük tıkırtıları dinledi, babasının hediyesi eski kol saatinde.
“Olmuyor” dedi, “uyuyamıyorum madem zorlamaya lüzum yok”. Doğruldu yatağından pijamasını düzeltti, ışıkları yakmadan pencereye doğru yürüdü. Bahçenin içindeki evinden ağaçların kıpırtısız yapraklarına baktı. Kuşlar uykuda hayat ölüydü sanki. Uzaktaki küçük ışıklardan hala uyumamış komşularının evlerine baktı. Evler… Uzakta, onu ve yalnızlığını tanıyan mutlu evler. Döndü salona geçti. Televizyonunu açtı yeniden. Ajansları buldu bir iki film ertesi. Haberlerde insanların mutsuzluk haberleri ve kavgalar vardı yine. Ekonomiden, yönetimden, hilecilerden, hırsızlardan başka bir şey yoktu işte. Elli yıldır hiç bir şey değişmemişti sanki. Ne yalnızlığı, ne haberler ne dönüp duran dünya.
Mutfağa geçti bir bardak su almak için. Yerde aylak aylak duran tele takıldı ayağı, sendeleyince elinden düştü bardak. Fırlayan parçalardan birine basmasıyla, yaşadığını hatırladı yeniden. Ağlayacak kimsesinin olmaması, serinkanlıca batan camı çıkarmasının nedeni miydi? Topladı bardaktan geriye kalan parçaları. Ayağına bir gazete parçası yapıştırmakla yetindi. Öyle öğretmişlerdi. Gazete yapıştırınca kan daha kolay diner diye inanmıştı çocukluğunda.
Bir kitap aldı eline oturdu sedire. Garip bir hayat yaşayan güzel bir kadının hikâyesiydi. Çingene bir kızın bir Arap aileye evlatlık olması ve sonrasındaki hayatı anlatıyordu kitap. Tanıyan kaç kişi varsa onunla ilgili düşüncelerini anlatıyordu kitap isim isim. “Ne güzel bir anlatım” diye düşündü. “Ne kadar farklı bir roman.” Böylesi bir roman olabileceğini hiç düşünmediğini fark etti bir an. Ardından neden ben düşünemedim böylesi bir düzeni dedi kendine.
Göz ucuyla ayağındaki kesiği kontrol etti. Öyle bir hikâyesi vardı ki kadının, sabahın olmasını istemekten vazgeçti. “Bu gece biter mi” diye düşündü. Biter miydi sahi, peki bitmeli miydi? Bittiği anın acısı çöktü içine. Bu kadın gecenin sessizliğinde ona arkadaşlık ediyordu işte. Anlaşılmamış, kendini anlatmak zorunda kalmayı kendine yapılmış bir haksızlık olarak düşünen bir kadının öyküsüydü. Kitap dolusu isimleri verilen kişilerin anlattığı her algılama birbirinden farklıydı. Yanılsamanın kendisiydi kişinin kendini kimi kalıplarla anlatmaya uğraşması. Oysa dışarıdan görünen, pek çok zaman ifade edilmeye çalışılanla aynı değildi işte.
Acısı ayağında değildi şimdi ayaklarını karnına doğru çekti adeta büzüşerek. Normal olmadığını düşünen şehirli züppe dostlarından kaçıp bu balıkçı kasabasına sığınalı bu yıl tam 6 yıl olmuştu. Onlara göre hayat zevk, sefa, şehvet duygularıyla geçen abuk sabuk ve esersiz günü gün eden bir süreçti. Sahte kahkahalarının arasında birbirlerine bilmişlik taslayıp, mutluyum yalanları söylemekten öte değildi hayatları. Hele o konuşmaları…”Hala inanamıyorum” dedi kendine “nasıl dayanmışım onca sene” diye şaşırdı yaşadığı yıllara. Ahlaki değerlerini kaybetmiş bir toplumun içinde olmayı reddetmesiyle “delilik” payesini hak edivermişti işte. Belki de bu yüzden reddetmişti evliliği. Gördüğü yalanların arasında “kimin eli kimin cebinde” demesi bile onları rahatsız etmeyince kopmuştu tüm ipler. “Tanrım” dedi, “her şey bundan ibaret olamaz. Her şey yalnızca cinsellik pornografiden ibaret olamaz olmamalı, bu kadar ucuz mu bu kadarcık mı yaşamak savaşı.”
Doğurdukları çocuklara bile sahip çıkmayan aileleri yüzünden aptallaşan ve hayatı algılamakta zorlanan boş bakışlı küçük insanlar topluluğu oluşturmuşlardı çatılarının altında. “Kadınların erkeklere, erkeklerin kadınlara anlattığı ucuz hikâyeler ve açık saçık düşüncelerin altında saklı davetkâr tavırları anlamamamı beklemeleri olsa olsa zekâmı küçümsemek çabalarıydı” diye düşündü. “Ah şekerim bunları konuşamayacak kadar yobazsın” demişti bir gün hemen hemen herkesle ve her gün bir başka yakın arkadaşının eşiyle oynaşan bir kadın. “Nasıl tiksindirici olduğunu anlayamayacak kadar gözü dönmüş” diye düşünmüştü.
Yeniden sayfalara döndü. Cadı olduğuna inandığını söyleyenlerin inadına onun özel biri olduğuna inandığını anlatan bir gazetecinin ismine gelmişti şimdi. Kadına aşık olmuş ve dokunamayacak kadar büyük bir sevgi duyduğundan bahsediyordu. “Aşk” dedi “varlığı, anlamı ve gerekçeleri unutulan bir sözcük”. Küçücük kitabı tutan kollarında hissettiği ağrı yüzünden, yüzü koyun uzandı sedire ve önüne koydu kitabı. Öz annesine ulaşan kadının başına geleceklerden çok, söylenen yalan sonrası onu doğuran kadını gördüğünde hissedeceklerini merak ediyor ve sabırsızlıkla okuyordu. Sona yaklaştıkça, uykusu, yaşadığı heyecan yüzünden hepten kaçmıştı. Böylesi bir travma bir insanı ne hale getirirdi. Hele bir de bunları yaşayan, böylesi özgür ruhlu bir kadınsa. Olan olmuş deyip unutuvermesi mümkün müydü?
Sabahı müjdeledi küçük bir serçe, uyku sonrası küçücük sesiyle. Ardından bir diğeri ve sonra başka biri. Gün ağarıyordu işte. Maviye boyanıyordu gökyüzü. Güneşi çağırıyordu kanat çırpan şenlikçi kuşlar ve oradan oraya adeta şenlik yerine çeviriyorlardı hayatı. Elinde kitabı, perdeleri cılızca dans eden pencereye doğru yürüdü. Doğan güne selam vermek geçti içinden. “Gün eksilmedi penceremden” diyerek döndü, odasına geçti, uzandı yatağına. Önce kitabını ve sonra gözlerini yumdu. Kafasının içindeki ses dinlediği öyküyle çoktan sulh imzalamıştı. Gelen günün serinliğiyle kaldığı yerden devam etti uykusunun eksik kısmına. Bir düş görmeyi diledi Tanrı’sından. Bir düş ve sonrasında yepyeni bir öykü.
YORUMLAR
Sahte kahkahalarının arasında birbirlerine bilmişlik taslayıp, mutluyum yalanları söylemekten öte değildi hayatları. Hele o konuşmaları…”Hala inanamıyorum” dedi kendine “nasıl dayanmışım onca sene” diye şaşırdı yaşadığı yıllara.
Anlatım ve kurgu mükemmel. Bazen ben de düşünüyorum, insanların neden iki yüzlü, neden bir işlerine yaramayan düşüncelerle, dedikodularla beyinlerini doldurmalarını anlamış değilim. Bazen dinlediğim kalabalıklardan uzaklaşıp, o balıkçı kasabasına kaçmak istiyorum ama insan faktörü her yerde var. kutluyorum...
sevgi ve selamlarımla...
Gerçekten de kendileri gibi yaşamayan sürekli değiştirdikleri kıyafete göre davranış takınan ve hep arayış içinde olan insanlara üzülmemek elde değil.
Kurgunuz çok başarılıydı. Okunulan bir kitapta yazarla ve yarattığı kahramanlarla birlikte düşünebilmek veya düşüncelerine katılmamak ama o öykülerin içine serbestçe dolaşabilmek ne kadar da güzel..
Harika bir anlatımdı. Büyük bir beğeniyle okudum. Tebrik ederim. Saygılarımla...
AYSEL AKSÜMER tarafından 8/3/2010 9:49:29 AM zamanında düzenlenmiştir.