- 936 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YÜZ
Yürüyordum. İnsanlara bakıyordum. İnsanlar bana bakmıyordu. Bunu sorun etmiyordum, inadına bakıyordum. Belki farkıma varırlar, adımlarıyla dövdükleri bu yollardan benim de geçtiğimi görürler diye, neredeyse gözlerimi hiç kırpmadan yüzlerine bakıyordum hepsinin. Yüzlerini alıyor cebime koyuyordum. Böylece yalnız başıma oturup hiç gidemeyeceğim yerleri düşünürken, onların yüzlerini cebimden çıkarıveriyordum. Avucum insan doluyordu. Bir avuç dolusu insanla ne yapabilir ki benim gibi bir beni adem? Ateşten korkarız da, burnumuzun dibindeki tütüne saklarız ya, ben de öyle yapıyorum. İnsanlardan korkuyorum ama onlara bakıyorum. İnsanlardan koruyorum ama yüzlerini, hikâyelerini topluyorum hepsinin. Kene gibi yapışıyorum insanlara… Hayata...
İnsanların duvarları vardır. Evden çıkarken örmeye başlarlar. Sonra bir bakarsınız karşınızdan gelen insan sizinle bakışmamak için, sizi görmemek için elinden geleni yapıyor. Eğer siz de evden çıkarken duvarınızı örmüşseniz, karşıdan gelen o kişinin size bakıp bakmaması, sizi görüp görmemesi önemli değildir. Yaşam devam ediyordur ve o kişi oradan o an sadece geçiyordur. Ne dünya için, ne o sokak için, ne de sizin için hiçbir önemi yoktur. Ama benim gibi duvar örmeden çıkıyorsanız dışarı, insanlar yanınızda geçerken o duvarlar size çarpar. Canınızı acıtır. Bu yüzden canım acıyor. Bu yüzden ellerim kan içinde… Bu yüzden ceplerim aşındı…
Köşeyi dönünce, çok sevdiğim bir sokağa geldim. Bu uzun sokağın sağına soluna yerleştirilmiş tezgâhlar, belediyenin mevsimlik icraatlarından sadece biri. İnsanların, evlerinde sıkıntıdan yahut direk para kazanmak için yaptıkları bileklikleri, kolyeleri, dantelleri ve hatta yiyecekleri sattıkları bu küçük portatif dükkânlar ilk bakışta dikkatinizi pek çekmez. Benim gibi işi gücü o esnada temiz hava almak ve insanları izlemek olan biri için buraları, göz ucuyla bakılan ve genellikle hızlıca es geçilen yerlerdir. Bir sürü nazar boncuklu kolye, bileklik, yüzük, küpe… Her sene aynı şeyler ve aynı yüzler. Birçoğuyla tanış olduğum bu insanlara geçerken selam veriyor, tezgâhlarının ardından bana gülümseyen yüzlerini gördüğümde çok mutlu oluyordum. Çünkü insanların selam vermeye ve almaya ihtiyaçları vardır. Üstelik gününün tamına yakınını tahta bir tezgâhın ardında geçiren bu güzel insanlar için bir selam demek, müşteri olmayan biri tarafından da bilindiğinin, hatırlanıldığının bir göstergesidir ve bu çok önemlidir. Bu yüzden ağır adımlarla dolaşırken, bir yandan da onlara selam veriyorum. Sizi sattığınız incik boncuk yüzünden değil, siz olduğunuz için seviyorum! Bu sattıklarınız olmasa da, arka sokaklardan birinde size rastlasam, yine size selam verir, tokalaşır, hal hatır sorarım! Kimse bunu yapmasa da ben yaparım! Çünkü siz önce bir insansınız… Bir yüzsünüz… Sonra belki tezgahtar, belki doktor, belki mühendis, belki serkeş bir adem…
Birkaç adım sonra, yeni açılmış bir tezgâhın önüne geliyorum. Çevremde olup bitenleri gün aşırı dikkatle takip ettiğim için bu yeni tezgâh ve üzerindekiler hemen dikkatimi çekiyor. Başımı kaldırıp hafifçe selam verdikten sonra tezgâhtaki renk cümbüşüne kaptırıyorum kendimi. Elmacık kemikleri çıkık, zayıf, siyah dağınık saçlı bu tezgâhtar satıcı çocuğu tanıdık birine benzettiğimden, bir şeyin fiyatını sorarken kafamı kaldırıp bakma gereğini duymuyorum. Garip bir rahatlık çöküyor üzerime ve arkadaşımla karşılıklı alışveriş yapıyormuşuz gibi küçük keskin cümlelerle konuşmaya başlıyoruz:
-Ne kadar şu?
-5 lira abi.
-Hımm… Şu?
-10
-Ne kadar güzel şeyler bunlar böyle…
-……
-Şu Beşiktaşlı olanına bakabilir miyim bir?
Çocuk üzerinde Beşiktaş futbol takımının arması olan, küçük siyah beyaz boncuklarla yapılmış el işi anahtarlığı uzatıyor. Uzun uzun bakıyorum. Birkaç futbol takımının arması dışında birçok değişik desenli anahtarlık ve duvar süsü var tezgâhta. Hele bir ayetin yazılı olduğu, çerçeveli bir duvar süsü var ki bakmaya doyamazsınız. Parmaklarımla belki binlerce küçük renkli boncuğa dokunuyor, bu duvar süsünün nasıl yapılmış olabileceği ile ilgili kafa yoruyorum. Benim sorduğum sorulara kısa ve öz cevaplar veren tezgâhtar çocuğun pek konuşkan olmadığını anladığımdan, sorularıma nihayet veriyor, kendi kendime bu yapılanların ne kadar güzel şeyler olduğunu belli eden cümleler kuruyorum. Bu tarz el işlerine “hapishane işi” denildiğini bildiğimden, hafifçe gülümseyerek:
-Eskiden hapishane işi derlerdi bunlara… Mahkûmlar zaman öldürmek için bunları yapar, eşi dostu aracılığı ile sattırırlarmış… Baksana zaten uzun zaman lazım bunları yapmak için…
Diyorum. Söylerken yüzüne bakmadığım için, cümlelerimi onaylama gereği duymuyor. Elime birer birer aldığım anahtarlarlıklara ve duvar süslerine bakarken arada hafifçe sallanan kafasını gördüğümden çok ilgilenmese de beni dinlediğini biliyorum. Birkaç tane arasında kararsız kalsam da, Beşiktaş futbol takımının amblemi olan anahtarlığı almaya karar veriyorum. Cebimden parayı çıkartırken bu kez yüzüne bakarak:
-Sen mi yapıyorsun bunları? Çok zor olmalı yahu…
-Babam yapıyor abiciğim. Hapiste. O yapıyor ben de ablamla satıyorum…
Boğazım düğümleniyor. Hafifçe gülümsüyorum. Allah kurtarsın dahi diyemiyorum. Bu cümleleri söylerken başını hafifçe öne eğiyor. Kıpkırmızı yanakları ile gülümseyen yüzüne dikkatlice bakamıyorum. Sarılmak istiyorum sarılamıyorum. Ah be çocuk deyip dakikalarca ağlamak istiyorum, yapamıyorum. Birden kendimi parayı vermiş, aldığım anahtarlığı koyduğum poşet elimde, tezgâhtan birkaç adım uzaklaşmış buluyorum. Dönüp yüzüne bakmak istiyorum, başını önüne eğmiş, elleri belinde, arkasını dönüp tezgâhtan birkaç adım uzaklaştığını görüyorum. Koşup sarılmak istiyorum. Kaçıp gitmek istiyorum. Bağır çağır ağlamak istiyorum…
Eğer arkasını dönmüş ağlıyorsa, iyi ki yüzünü görmedim diyorum içimden… Birkaç adım sonra keşke daha çok baksaydım yüzüne diyorum…
Kahroluyorum… Yapma be çocuk diyorum içimden… Yapma be çocuk!…
YORUMLAR
İçim sızladı okurken çocuğu hayal ettim gözlerim de.. Ama siz nereden bilecektiniz ki.. Bazen kör müsün kardeşim dediklerin de görmüyorum cevabını almak gibi. Çok güzel anlatıyorsunuz. Ben de sizin gibi çok düşünüyorum. Otobüste o kadar sert bir görüntü çizen ve sabit dışarı bakan insanlar (mecburen) birden bir arkadaşıyla karşılaşınca gözlerinin içi gülüyor bıcır bıcır konuşmaya başlıyor. Sanki az önceki o değil gibi..
Namusuyla para kazanan insanlara helal olsun diyorum. Hele bu çocuklar gibi. Tebrik ederim. Saygı ve selamlarımla..
HARİKA BİR YAZI OKUDUM
NE DE GÜZEL ANLATMIŞSINIZ SANKİ O YÜZLERİ GÖRDÜM
GERÇEKTEN KİMSE YÜZE BAKMIYOR ADETA BAKIŞLARI KAÇIRIYORLAR
İNSANLAR ARTIK KONUŞMAK BİLE İSTEMİYOR..HAYATIN YÜKÜ MÜ YOKSA İLETİŞİMSİZLİK Mİ?
SİZİ VE YAZINIZI KUTLUYORUM..SEVGİLERİMLE..