- 759 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
***...Bırak Dağınık Kalsın...***
“Bırak dağınık kalsın” dedi gözünün ucuyla gördüğü her şeye. Dağınık kalsındı. Alışmıştı dağınıklığa da. Eskiden olsa bu dağınıklık onun ruhunda derin hasarlara sebep olurdu. Oysa şimdi gözünün tekiyle bakıyordu etrafa. Diğer gözünü ise kapatmıştı bir türlü anlayamadığı dünyaya.
Yerinde olmayan koltuğun yastığı, masada unutulmuş bardak, yerine konmamış bir çift terlik aslında onun ruhunun dağınıklıklarıydı. O nedenle içerdeki dağınıklıktan dışarıdakini göremiyordu hayata bakan o tek gözüyle. Kalsındı öylece. Masada su içtiği bardak ruhunu yansıtacaktı zaman zaman ona. Başını koyduğu ama uykunun kendisini terk ettiği yastık yalnız olmadığına kanıt olacaktı. Birbirinden ayrı düşmüş bir çift terlik ise hayatının özeti gibiydi. O da öylece kalmalıydı.
Dağınıktı işte evi. Masadaki bardak, yerdeki terlik değildi aslolan. Dirhem dirhem yitirdiği yaşamdı bir anlamda. Her geçen gün penceresinde batan umuttu. Uykusuz geçirilen gecelerdi çoğu zamanda. Bıkmıştı bütün gece kendi kendine konuşmaktan. Konuşmadığı zamanlarda da ağlamaktan.. Geceyi seviyordu. Kendisine uykuyu getirmese de.
Bedenini taşırdı taşımasına. Alışmıştı onunla didişmeye. Hassastı bedeni de ruhu gibi. Kırılgan ve dur durak bilmeyen kalbi gibi. Kendiyle uğraşırdı acımasızca. Belki de tek gücü kendine yetiyordu da iki kelime edemiyordu başkasına/başkalarına. O nedenle susardı çoğu zaman. Anlaşılmadığını bildiği bir ortamda sonsuza kadar da susacağını sanırdı. Acırdı çünkü anlaşılmayan kelimelerine. Kıyamazdı onların anlamsızca harcanmasına. Onlar kendisinin bütün bir ömürlük birikimiydi. Kolay kolay veremezdi kimselere onları. Kendi gibi anlayanlar çıkarsa sarf ederdi gönülden çıkmış dumanı üstünde üç beş kelimesini.
Evinin ve ruhunun dağılmasına karşı süren sessizliğini kelimeleri karşısında gösteremezdi. Sabırsızdı çünkü. Bekleyecek gücü yoktu çoğu zaman. Birden söylemek birden de anlaşılmak istiyordu. Oysa ne kadar zordu bu hal. Kendisi söyleyebilirdi de anlayan kimseler yoktu. Bulamazdı kelimelerini anlayacak birini. Kelimelerini anlayamayan duygularını nasıl anlasındı ki. Ya kendisini. Bilirdi anlaşılmayacağını. O nedenle susardı. Kendisini gecelere saklardı. Kendisine söyler yine kendisi dinlerdi. Elinden en fazla bu kadarı gelirdi.
Zordu kendisi. Hep öyle derlerdi. Zorluğu isteyen kendisi miydi. Çoğu zaman bilemezdi. Kendini diğer insanların yanında farklı hissederdi. Bazen de garip. Garip hissettiği zamanlar “neden ben de herkes gibi değilim.” derdi. Herkes gibi olunca daha kolay üstesinden geleceğini bilirdi. Herkes gibi olabilse bütün dertlerini de herkes gibi yaşayacağından emindi. Herkes gibi olmak onun içinde çoğu zaman bir özlemdi.
Gelgitleri vardı kendisinin. Nasıl olmasındı ki. Evin dağınıklını toplasa da kalbi ha denince toplanacak türden değildi. Tuzla buz edilmişti son zamanlarda. Belki toplamak için bütün bir ömür susmak gerekecekti. Susardı susmasına da o sustukça taşardı gönlünden duygular, bedeninden sıkıntılar, ruhundan daralmalar. Yoksa hep susacaktı fırsat verseydi deli divane gönlü ve halden hallere düşüren ruhu. Hepten dağılmaktan korkuyordu. Bir daha derli toplu bir ben olamamaktan. Yine de dilim dilim bölünüp, dirhem dirhem dağılıyordu.
Biliyordu çıkışı aslında da nasıl söylesindi. Söylenemezdi ki. Her şeyi geride bırakmaya hazırdı. Ama yeter ki o elinden tutsaydı sımsıkı… Bırakmasaydı... Bu girdaptan çekip çıkartsaydı.
Biliyordu çıkışı ama söyleyemiyordu işte. Söyleyemezdi de. Söylemeyecekti de. O yine bildiği kapılarda arayacaktı çıkışı. Bütün kapıları tek tek çalacaktı dağılan evi barkı ve ruhu için. Son bir umutla bütün kapıları yeniden zorlayacaktı. Açılıp açılmayacağını bilemeyecekti. Belki bir gün açılacaktı da o göremeyecekti. Ama yine de bütün gücüyle direnecekti.
Gücü bittiğinde de kendisini en çok bilenin yanına gidecekti…
07/07/07-Cumartesi/16:10