- 1042 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
EMANET
Güneş, Oğuzların tam tepesine gelmişti. Oğuz Aşireti yaşlısıyla, genciyle nevruzu kutluyordu. Kazanlar kaynıyor, oyunlar oynanıyordu. Çetin geçen kışın ardından güneş bir kez daha göstermişti sıcak yüzünü.
Selçuk’la kardeşi Osman da seyirciler arasındaydı. Onların önünde güreş tutuluyor, az ileride cirit oynanıyordu. Küçük çocuklar bile kundaklarından fırlamış, birbirleriyle kılıç tokuşturuyorlardı.
Selçuk, kardeşine eğilerek:
— Gücün yeter mi benimle güreşe karındaş? diye takıldı.
Osman alçakgönüllülüğe vererek:
— Ne haddime ağabey? Kimin gücü yetmiş sana ki benden beklersin?
— Koca aşirette senden güçlüsü mü var yiğidim? Eğlenecek bir sen kaldın, bir de
dağdaki ayılar.
— O nasıl söz ağabey? İyi mi dedin, kötü mü şimdi?
— İyi dedim Osman’ım. Güçle dalga geçilir miymiş hiç?
İki kardeş, birbirlerine takılmadan günü tamamlamazlardı. Osman, tam sıkı bir laf hazırlarken bir ses duydu.
— Ağalarım, ağalarım! Oğuz Bey’im sizi çağırır. “Hele gelsinler, az da bizi
eğlesinler”, buyurur.
Selçuk, sağına soluna bakınarak, usulca Osman’a sokuldu.
— Babam şakalaştığımızı nereden bildi de haber saldı? Bu babamdan iyice
korkar oldum karındaş.
— Bilmeyecek ne var ağabey? Bana takılmadığın gün mü var?
Gülerek doğrulup, haber getiren çocuğun peşine düştüler. Oğuzlarda adetti bu.
Gelen elçi, çocuk dahi olsa ondan evvel gidilecek yere varılmazdı. Elçi, haberin sahibini temsil ederdi.
— Hele az hızlı ol velet. Görmeyip ezerim bir de.
— Oğuz Beyimizi ezmeye kimin gücü yeter Selçuk Ağam?
— Bak hele! Bu lafları da Oğuz Beyin mi öğretti?
— Yok, onu Osman Ağam öğretti.
Osman, Selçuk’un koluna girmiş, kıkırdıyordu.
— “Eğer Selçuk Ağan sana bir şey diyecek olursa kendini benim yerime
koy, öyle cevap ver” dedi.
— Vay yiğitler vay! Demek bir olup iş çevirirsiniz arkamdan.
Çadıra geldiler. İki kardeş sesini kesip, ciddi bir şekilde içeri girdi. Oğuz Bey, bağdaş kurmuş, düşünceli bir vaziyette karşıladı onları.
— Gelin hele yiğitlerim. Diyeceklerim var. Oturun şöyle.
Önce Selçuk, babasının elini öperek karşısında bağdaş kurdu. Ardından Osman,
aynı şekilde ağabeyinin yanına diz çöktü. Oğuz Bey, iki kardeşi uzunca bir süzdü. Yüzüne gurur dolu bir ifade yerleşmişti. Sıcak bir tebessümle söze başladı:
— Bilirim ki sizi niye çağırttığımı merak edersiniz. Yine bilirim ki nevruz
seyrinden alıkoyduğum için bana darılırsınız.
İki kardeş, aynı anda sözünü kesti:
— Estafirullah!
— İşin şakası bir yana yiğitlerim. Sizi bugün, buraya adımdan, yaşımdan büyük
işler için çağırdım. Diyeceklerime iyi kulak verin. Diyeceklerim, diyecekleriniz olsun. Duyacaklarınızı torunlarıma, torunlarınıza aktarın.
Uzun lafın kısası, yaşım doksana geldi. Bu beden artık ağır gelmekte, beni taşıyamamakta… Ben de bu aşireti taşıyamamaktayım. Bittim, tükettim evlatlarım! Beylik, dışarıdan göründüğü gibi değil; hiç değil! Nerede bir çocuk ağlasa, suçu kendimde ararım. Nerede birisi kös kös otursa, kendime bakarım, “nerede hata yaptım” diye. Anlayacağınız, bu aşirette bir çocuğun ağlaması, birinin sıkılması benim suçumdur. Çok şükür ki bugün herkes gülmekte… Bugün büyük gündür! Size vasiyetimi vereceğim gündür.
Sen Selçuk! Sen Osman! Aynı anadan, aynı topraktan karındaşlar! Yüreğim kıyılsa da, sizi buraya birbirinizden ayırmak için çağırdım. Göç yolu görünür. Bu topraklar da benim aciz bedenim gibi oldu, yaşlandı. Artık koyunlarımıza ot, bize aş vermezler. Hayvanlarımız kırılıyor, insanlarımız ölüyor. Batıya, en batıya gitmek, sulak bir yer bulmak gerek.
İkinizden birisi aşiretten ayrılacak, batıya göç edecek. Aşiretin yarısını, gitmek isteyenleri onunla göndereceğim. Biriniz de burada, benimle kalacak. Ona da Oğuz Aşireti’nin idaresini vereceğim. Şimdi deyin hele: Kim bu göç zulmüne razı olur?
Selçuk da, Osman da başları önlerinde, babalarını dinlemişlerdi. Son sözü duyunca, Osman başını kaldırdı. Oğuz Bey, Osman’ın söz istediğini anlayıp başını salladı.
— Dinledim, belledim babam! Eğer izniniz olursa ben gitmek isterim. Ağabeyim
benden yaşça büyüktür. Benden daha yorgundur. Yol ona uzun, bana kısadır. Onun da desturu olursa ben gideyim.
Ardından Selçuk başını kaldırdı. Osman’ın sözü bitince Oğuz Bey, Selçuk’a dönerek başını eğdi. Selçuk, yüzünde gizli bir tebessümle söze başladı:
— Karındaşım, buradan gidip aşiretin derdini, beyliğin çilesini bize yıkmak ister.
Bir de yaşlı diye alay eder. Doğrudur, Osman’ım benden gençtir. Daha da yeni evlenmiştir. Onu karısıyla, doğacak çocuğuyla yollara salmak; ana kucağından, baba ocağından ayırmak bize yaraşmaz. Eğer destur benden sorulursa, rızam yoktur. Zulme de, zalime de ben karşı durmak isterim. Ancak destur benim değil, sizindir.
Oğuz Bey, sakalını sıvazlayarak son bir ihtarda bulundu:
— Oğuz Aşireti, yörüktür. Yürür. Durmadan, dinlenmeden, oradan oraya yürür.
Bilir ki oturduğu an rahatlık belası onu bırakmaz. Oturduğu an bir daha kalkamaz. Göçün ne olduğunu siz de benim kadar bilirsiniz. Yol uzun, cefa büyüktür. Yolda nice çocuklar yaşlı, nice yaşlılar boş bir beden olacak. Belki vardığınızda siz dahi olmayacaksınız. Bunu da bilirsiniz. Yine de gitmek ister misiniz?
İki kardeş aynı anda başını kaldırarak:
— İsteriz! diye haykırdı
Oğuz Bey’in yüzündeki gurur ifadesi iyice alevlenmişti. Yerinden doğrularak iki evladını da alnından öptü. Tekrar yerine oturup bağdaş kurduktan sonra:
— Selçuk oğlum yaşını almıştır. Aklıselimdir. Namı kılıcı değil, sözüdür.
Sözünün eridir. Osman’ım da ataktır; ama gençtir. Onun da aklı tamdır; lakin daha hamdır. Ben derim ki, Selçuk göçe gide, Osman burada kala.
Selçuk yerinden kalkarak babasının elini kavradı. Öpüp başına koyduktan sonra tekrar yerine oturdu. Oğuz Bey, gözlerini iki oğlu üzerinde gezdirerek son kez söze başladı:
— Dinleyin yiğitlerim! Diyeceklerime iyice kulak verin. Bunlar, koca bir aşiretin
temelidir.
Sakın ola kendinize, karınıza, halkınıza zulmetmeyin. Bedeni ayakta tutan ruhtur.
İşte o ruha zulmetmeyin. Ruhu ayakta tutan aşktır, sevgidir. O sevgi de ancak karınızdadır. İşte o karınıza zulmetmeyin. Halkınıza zulüm göstermeyin dedim. En mühimi de budur. Beni ben yapan, beyi bey yapan halktır. Askersiz bir komutan hangi savaşı kazanır? Milletsiz bir hakan nasıl ayakta kalır? Siz halkınızı hoşnut edin. Zulüm değil, şefkat gösterin. Bu millet, ekmek verene taş atmaz. Aç yatsa da ses çıkarmaz. Bilir ki onlar açsa, siz daha açsınız; kendinizi doyurup halkı aç bırakmazsınız. Size yapılan bir kötülüğü bağışlayın; lakin halkınıza yapılanı karşılıksız koymayın!
Yiğitlerim! Sizden son isteğim, size vasiyetim şudur:
Sen Selçuk! Var git, batıyı kolaçan et. Bak bakalım o toprakların hali nicedir. Zulüm varsa önle. Zalimin bileğini, fitnenin dilini kes! Sakın ola, bir mazluma dokunma. Unutma ki; şan yiğide yaraşır, zalimde durmaz. Yiğit odur ki elinde kılıç olsa mazluma vurmaz! Biz sana yiğitliğin, mertliğin ehlini öğrettik; namını verecek olan halktır. Onlara adaleti, hoşgörüyü götür. Seninle gelecek hocaların, âlimlerin olacak. Onların da gayretleriyle oraları ilim, irfan diyarı yap. Türk adaletini, kültürünü yay. Zamanı gelince Osman da oraya göç edecek. Sen yolu açacak olansın. Karındaşını en olur yere yerleştireceksin.
Sen Osman! Sakın ola ağabeyinin sözünden çıkmayasın. Siz bir olduktan sonra açılmayacak yol, aşılmayacak dağ yoktur. Ey Osman! Ağabeyin senin rehberin, rençberin olacaktır. Unutma yiğidim! Osman ağaçtır. Gün gelecek, bütün cihan o ağacın gölgesinde serinleyip, huzur bulacaktır!
* *
*
İki kardeş o sözlerden hemen sonra işe başladılar. Selçuk batıya gidip “Anadolu” denilen diyara kondu. Yanındaki ustalara, âlimlere, sofilere şu emri verdi: “Anadolu konağımız olacaktır. İnşa ediniz!
Osman da babasını toprağa verdikten sonra yola koyuldu. Oğuz Bey’in son sözleri bunu bildirmişti:
— Vakit geldi evlat. İkimizin de gitme vakti geldi. Dem, bu demdir. Bundan böyle
aşiretim, milletim sana emanettir, zaman kaybetmeden yola çıkasın, demiş ve son nefesini vermişti.
Selçuk, Osman’ ı Anadolu’nun batısına, Söğüt civarına, küffar sınırına yerleştirdi. Selçuk sıkıştı, Osman yetişti; Osman dara düştü, Selçuk orada bitti. İki kardeş bir olup Anadolu’ya hükmettiler.
Selçuk da son nefesini verince, bütün emanet Osman’ın omuzlarında kalmıştı. Osman da aşiretini beylik, beyliğini devlet, devletini imparatorluk yaptı. Elindeki sancakla bütün cihana hükmetti; ancak ne babasını, ne ağabeyini unuttu.
Gün geldi, Osman da yaşlandı. Yıllar önce babasının söylediklerini oğluna, Mustafa’ya bildirip devleti, sancağı ona teslim etti. Bayrak, artık Mustafa’nın elindeydi. Acaba o kaç mazlumun elinden tutacak, kaç zalime diz çöktürecekti?
Lütfi KARABIYIK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.