- 803 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ÂZÂDE KELİMELER
Hasretim yazmaya. Kalemim kırılıncaya, mürekkepler kuruyuncaya kadar yazmaya muhtacım. Yazmamak için direndiğim, gözyaşıyla yatağımı ıslattığım gecelerin acısını çıkarıncaya kadar yazmak istiyorum. Elimi hiç kaldırmadan, bîtâp düşünceye, beynimi kemiren kurtlarımı atıncaya kadar yazmak…
Yemek, içmek, uyumak kadar temel bir ihtiyaç yazmak. Oysa ben, beni kalemime götüren yollara barikatlar kurdum elimle, yaz diye çırpınan sesimi duymamak için pamuk tıkadım kulağıma. Kendimle konuşmayı unuttum. İçimdeki beni küstürdüm.
Kayboldum… Sığındığım, son ümidim diyerek daldığım tüm yollar çıkmaz sokak. Yaşamak için çırpınan, dünya yüzüne çıkmak isteyen kelimelerimi katlettim önce acımasızca. Kalbim en içten sözcükleri pompalarken yok ettim onları var gücümle. Pes etti yüreğim, yoruldu, yaşlandı, tükendi ve sonunda benimle konuşmayı unuttu, bıraktı ellerimi. Dünyanın bu karanlık yollarında, tek ışığım kalbim olmadan, yalpalamadan, düşmeden ne kadar ilerleyebilirdim ki… her yerim yara-bere, darbeler yedim yüreğimin elimi bıraktığı her anda. Böyle bir dönemdi işte, sekerâtı yaşadı kalbim. Allah’tan ümit kesilmez diyordu yalnız gecelerimde seccadem. Çıkmayan candan ümit kesilmezdi, biliyordum.
Yüreğimin cılız tik-taklarını duydu kulağım gecenin en karanlık vaktinde. Giderek artan bu ses basınç yapıyordu her hücreme. Ve kalbimde biriken kelimelerim yalvarıyordu, diğerleri gibi bize de kıyma diye. Öyle içliydi ki nağmeleri, her şeyi unuttum. Saçma-sapan da olsa benim olan kelimeleri yazacaktım satırlara, onları dünyaya getirip özgür bırakacaktım. Eski dostuma koştum hasretle, titreyen ellerimdeydi kalemim. Artık ben ona tutsaktım. Gönüllü esaretin sevinciyle aydınlanırken içim, karanlığı yararak yeni güne merhaba diyordu güneş…
10.01.2010