Nar Kabuğu Gölgesinde Bir Kitapçı
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Eskimeyen elbiseleriyle zamanın gölgesi altında ârâm buyurmuş bir kitapçı,turunç korlar üzerine sağanak sağanak yağarken bile istifini bozmadan kainat kitabını okumaya devam ediyordu.Nehrin kıyısında heybetini muhafaza eden bu ağaç,erimiş kar tanelerinin akıntıya dem vuran hicran seslerini dinlemeyi çok severdi.Gölge ile bütünleşen kitapçı da üzerine damıtılan bu esrarengiz havalede aynı duyguları beslemekteydi.Her renkten havayı omzuna taşımış ihtiyar rüzgârın taşıyacağı ve anlatmak istediği de bu sezimlemeden uzak olamazdı.Tarla bülbülleri havada küme küme raks ederken,bu büyülü ortama değişik bir hava vermek için uğraşıyorlardı.Hayat,hareket sofrasını bu merkeze kurmuştu denilse mübalağa edilmiş sayılmazdı.Bir palmiye kubbesini uzaktan görüp de yanı başına çağırabilmek,serenata kürek çekmek sayılabilirdi belki.Bir hâle kuşatıcılığında fikir nakliyatı uçsuz bucaksız çöl taneciklerini buraya davet edebilirdi,fakat,sohbetin derin noktaları deniz esintisinin galibiyet kesbeden damarına basmaktaydı.Hürriyet,fikriyatın üzüm sarmaşığı güdümünde dal budak salması demek değildi.Kainatın ses tınısını yitirmemiş orkestrasında bir tarla bülbülüyle de olsa ünsiyetini paylaşabilme fedakarlığı,kitap yazan kalemşörün en hassas zamanında omzuna pervane olan bir şirazeden başkası olamazdı.Kitap yazan bir kalp-kalem işçisine şirazeyi hediye edebilmek,onun derdine ortak olabilmekle aynı hemzemini paylaşabilmek demekti.
Tarla bülbülüne seslenen bir kitapçı da olsa aynı nakaratı tekrarlamakta zarar olacağını düşünemezdi:
-Hızlı hızlı çarpan yüreğinde seni hayat ile savaşmaya iten sebep nedir?
-Gül ile olan ünsiyetimi insandan öte insanlık unutabildi.Muhabbet davulumda çaldığım her nağmede ben bunu asırlardır haykırmıştım.Meğer haykırmak biraz da kırılmaktan öteye giden perdearkası marifetmiş.
-Öyle düşünme ama,sana bülbül diyenlerin gül kirpikleri ellerinden alınmadı.
-Tüketilen nefeslerin izmaritlerine sen her zaman şahit olamadın ama..ben şuan bile nazenin bir edayla uçuşabiliyorsam bunu muhabbete borçluyum.Az önce bir zeytin dalına konma lüksünde bulunmuştum,fakat yılların misafirperverliğini onda göremedim.O da ona lüks geldi.Halbuki yıllardır ben o ağaca gelip uğrayan ve aldatmayan bir kanat tüccarıydım.Aynı vefayı göremedim.
-Peki,bunu kendisine niçin anlatmadın?
-Sen ey insan!Her sorunun cevabını gölgelendiğin nar kabuğunun altında bulacağını mı zannettin?Ben yılların vefasını bir anda unutan can’a gönül kırmamışken,sen her olup biten bir hadiseden ahkam çıkarmamı bekliyorsun?Bu kitabın şirazesini burada tutamazsın ama..
Hızlı bir pişmanlık kıvılcımının kendisine eşlik etmesiyle kitapçı,bir anda doğruldu.Bülbül doğru söylüyordu.Toprak altında elleri öpülmeyi bekleyen nice büyük gönül sahipleri vardı.Ama gel gör ki,elleri değil kalpleri incitilmişti onların.Kalbe uzanması gereken dudaklar,yılda iki kez bayram neşesi yaşamayı nakarat gibi eda etmişlerdi.Olsundu..bu da bazı gül kapılarının açılmasına vesile olabilirdi,toprağa süzülmeyi bekleyen bayram sevdalılarıyla tanışabilmeyi zül kabul etmek ise,bülbül perdesinin ince zarını yırtmak demek olurdu.Nefsin belini iştahla sıvazlayan her hamle nefis gelebilir.Bu nefis gelen her kıpırtıya,titrek bir solucan cüssesi aktarılabilirse belki denge yerine oturtulmuş sayılabilir.Tarih şirazesi göstermiştir ki nice yabangüllerinin taç yapraklarında rayiha güdüsü kalmamıştır.Gençlik koridorunda sesini çığlıklarla süsleyen kalabalıkların,ölüme ramak kaldıkça afif seslenişlerine dahi kulak verilememiştir.Düş gören birisinin mat sesine muhatap olabilmek için zahir aynasını da temizlemek gerekir ki,aynada kendisine bakamayana da bu aşkı fısıldamak ömür ister.
Partal yudumlar artık kendisine sunulan kâseleri istemiyorlar.Rayiha gurbetini yaşayan yabangülleri, dallarında olup biten hadiseleri kolaçan edemiyorlar.Dikenden yakınanlara hangi peykan gölgesi ev sahipliği yapabilirdi?
Kitapçının bu düşüncelerini gökyüzünde pervaz eden bülbül,kendine verilmiş sevkle anladı.Mütevazı bir süzülüşle yanına kadar geldi.
-Artık,derd’in tanımını ikimiz de yapabiliriz diye düşünmekteyim?Haksız mıyım?
-Asla..süzülüşün dahi nefsimi sigaya çekmeme yetiyor.
-Sen böyle deyince,deve yolculuğuyla kölenin gönlünü fetheden Hz Ömer(ra) aklıma geliverdi.
-Hangisi?
-Kudüs’ün anahtarlarını vermek için sıraya geçmiş keşişler,kalplerinden indirmedikleri haclarıyla bekliyorlardı.Havanın şuan ile eşdeğerde olduğu bir dilimde,iki yolcu sıcak çölü bir deve ile katetme sevdasına uzanmışlardı.Hem de ne sevda..Uzanacaksak,bunun gibi bir sevdaya uzanmak gerek.Beytülmalden ödünç olarak alınan bu deveye nöbetleşe olarak bu iki yolcu,hassasiyet noktasını üzerlerinde rehber kılarak seyahatlerine devam ediyorlardı.Ürdün Nehri de geride kalmıştı.Ama asıl geride kalan kibir saltanatının,ikircik kasırların bir anda yıkılma sergüzeştiydi.Keşişlerin hayret gözlerine takılan kadrajda,deveye binme sırası köledeydi.Aman Allahım,bu ne büyük sultanlık!.Anahtarlar elden teslimiyetle düşerken,keşişler gül rayihasını ilk defa çölde hissetmiş oluyorlardı.Büyük halifenin gül elbisesinde ise onlarca muhabbet çizgileri mevcuttu..
-Beni de ağlattın ey kanadına tutkun olduğum!
-Asıl dert,hissedilse dahi hissini bir anda kurban edebileceğin demdir.Çayın içindeki şekeri hatırla.
-Dumanında vuslat,tadında vuslat..(bunları derken hıçkırıklar çay altında kalmıştı.)
-Bu şekilde vedalaşmak istemezdim ama,sen kitabını oku..oku ki, şirazesini bulması gerekli olan insanlık,gözleriyle göremediklerini bir gün müşahade ettikleri zaman bizim varlığımıza haset etmesinler!
Gürsel ÇOPUR
YORUMLAR
Edebi değer taşıyan kıymetli bir yazıydı.
Sevgili yazarını tebrik ederim.
gurselc
gurselc
gurselc
gurselc
Günün yazısını ve yazarını kutlarım.
Emek verilmiş güzel bir yazı
sevgi ve saygılarımla...