- 722 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Masal Meyhanesidir Hayat
Bakir düşlerin kasıklarından aşk damlar, biz şaşkın baharları yaşarken
Kanar usumuzun yorgun kıraçları, gönül yaralarımızı sevdalar sararken
Dargın sevişmelerle dağılır yataklar, dilimizin terleri tenlerden sızarken
Bir yudum mutluluktur yaşamak, gövdemizi serin bir rüzgârca okşarken
Yangın duvarlarına sıçradıkça hüzün, kırık bir desenin yansımalarına renkler biçeriz ıslak ve kaygan gecelerde. Unutulmuş sevinçlerin ve özlemli coşkuların güvertesinden ayı izlerken yüreğimize bir serinlik yanaşır, yoksul düşünüşlerimizin ılıman parmaklarını usulca sıkar ayrılık ve umarsız bir şarkıyla gözyaşlarımızı denizlere yollarız. İçimizdeki hüzzam sevdalarla savrularak, koynumuza aldığımız ve ellerimizle sevişmeleri besleyen mevsimlerimize koşuyoruz düşlerde, ağlıyoruz yangın hasadı aşklarla. Sonrası koyu bir karanlık, dahası üç beş satırlık elveda ve kapımızı zorlayan hicaz bir ayrılıktır nasılsa.
Bir zaman düşünün içinde yuvarlanmak, kendi öykümüzün kahramanı olarak sürüklenmek bir fotoğraf karesinde ve doygun sarılışlarla kendimiz olabilmek. Her dalga sızıntısında en sert kayadan akmak, her rüzgâr vuruşunda bir ömrün içinde yuvarlanmak. Yangın yüreklerimize mevsimler sarmalamak, belki de içli bir şarkı gölgesinde ağlamak. Sonsuzluk ışıklarının sürekli yandığı o uzak ülkelerde, o aşkın ve sevdanın dolu dolu yüreğimizi burktuğu boş sahillerde, ya da yoksul bir zaman dökülüşünün coşkulu bedenimizi ıslattığı bakir şelalelerde aklanmak ve aşka paklanmak gibi.
Kızıl bir inkâr ayırdımında iken sözcükler, noktalı vuruşların gemini çeker yorgun ve ıslak gemiler. Deniz köpürür ve içlentili bir yağmur duası avuçlarımızda titrer. Hep kendi duvarına yaslanan bir beden taşırız ruhumuzda, kendi yangınlarına çaresiz, kendi yanılsamalarına niteliksiz. Hayatta kalabilmek için örgüler örerken, yaşamı bekler gönlümüzdeki aşk açılımlı kilitler. Sonrası çok soluklu bir gösteri, dahası bir zaman çığlığıyla sahneden yorgun el sallayışların yanık gölgesi.
Yorgun bir zaman artığı biriktirip aşk kınalı avuçlarımızda, senfonisi kendimize tertiplenen yaşam konserlerine götürürüz bedenimizi bazı, dudaklarımızdaki sevilmişlik çığlıklarını büyütmek için. Her fısıltı kendi damarını arar, her tını kendi mahzenlerini geçerek bağlarını eder tarumar. Göz göz oluruz dünlerle ve masum içlenişlere kapılırız ömrümüzden kayıp gidenlerle. Dudaklarımızdaki o yangın hasadı sona erer, parmaklarımız her mevsim yaşama dumur dumur acılar eker. İçleniriz ve birikiriz yine yaşama, içten içe ağlarız titrek dudaklarımızdaki gün yanığı türkülerle bu dünyadan gelip geçeriz.
Gecelerin bütün boyutlarında ışığın görünmeyen yanından izleriz yaşamı. Korkuları kendi içinde kırılmış düşlerimizi uykularından uyandırarak ’merhaba’nın kapısını çalarız. Beklediğimiz sıcacık bir el, cesaretli bir yürektir ve bizi buyur etmesini dileriz. Sözün bütün dağılmış tabakalarında kanımızı tutuşturan akşamlar yaşarız, kapılar aralanır uçurum uykularından ve bizler kuşların gagalarından şiirler biriktiririz, yaşama dair deryalara sığmayan yalnızlığımızı anlatmak için. Biliriz ve biliyoruz ki, evrenin yasası içimizdeki ören yerlerinde yaşar. Dudaklarımızın kana yatırılmış imgelerinde duygularımız durgun, yüreğimiz aşka vurgundur. Gönlümüzdeki çiçek kokularına esintidir yaşam, kırılan yerlerimizi onaran da her devirde zaman.
Her gün içten içe sızan o kanamanın kuru kasırgalarında çıngılar düşer yüreğe, yeniden büyümek, yeniden yaşama sarılmak için. An’ların gül kokulu huzmelerinden yanaklara düşer ateş ve yüreğe iner hızla. Türküler yağar o an göklerden, şarkılarla çiftleşerek ve buz kalıplı dağlar erir hüznün kentlerini yerle bir ederek. Korkularımızı katladığımız, kokularımızı yasakladığımız gözyaşı mendillerimizin bir köşesinde sakladığımız ve baharda çiy olup şiirlerle kalayladığımız bu düşler labirentinde en zoru o masum çocukluğumuza yeniden dönmektir aslında. Sevdanın kürkü ya hep boldur üzerimize, ya da sıkışan bir kelepçe gibi yasaklı bir yoldur bedenimize.
Gülüşün buzlar sarkan dağlarından günü içer her şafakta sevda, biz acının kurnasından hüzünlü sular içerken. Dirhem merhabaların öpüşlerinden ve mutluluğun huzmelerinden yele kaçışları ile uzaklaşırken, yeniden büyümektir azmimiz. Yaşam lime lime sessizlik senfonisidir, kanımızın kaynayan kazanlarından şiirleri içtikçe. Yüreğimizin ırmak boylarında soluğumuza nem sürüp biz türkülerle çürürken, zaman bahardır aslında. Günün aydınlık sokaklarında kimselere sezdirmeden kirpiklerimizle yanılsamalı kentler süpürürüz, huysuz sevdaların kurumuş sarmaşıklarıyla yıldızları göklerden düşürünüz, başımız döner, içimizdeki yıldızlar söner, yine de vaz geçmeyiz hayatı anlatmaktan.
Yaşamın sığ sularında hayatın engellerini yarmaya mecburdur ellerimiz. Sevginin dirençli ırmaklarında gün boyu ezber kelimeler dizer dillerimiz. Hüzün uğrağında baş köşemizde bize gülümseyen mutluluğu ereğimiz yaparız. Sevebildiğimiz kadar ısındığımız, hüzünlerle üşüdüğümüz sevinçlerimizdir özümüzü sözümüze dönüştüren. Bir denize ve onlarca maviye bırakmaktır yaşamak türkülerinin içindeki en zifir karanlıkları. Göğsümüzün yangın boşluğunda tükenen bir yürekle yine de sesimizle sevinç süreriz mutlulukların dipnotlarına. Biriken gözyaşlarımızın a-b-c’siyle peşimizden gelen şiirlerle serçelere yem atmak isteriz. Ay düşürürüz anlatılarımızın üzerine, unutulan kırıntı sevinçlerle vuslatı bir boşluğa hiddetle iteriz.
Her zaman uyumsuz siyahların anaforunda karartma geceleri yaşarız. Yıldız ülkelerindeki mavilere koşarken denizin şiiri hep uyanık kalır. Yüreğimizin dehlizlerini ararken düşler tarlasında, gönlümüzün sözcüklerinden vurgun yeriz. Ruhumuzun kıraçlarında tokaçladıkça soğuk anıları, gecenin karanlığı içimize düşer, büyür dudaklarımızda bozkır gülleri. Nilüferler çatlar, boyarız dünün acımış yönlerini. Duvarlarımıza tarla kuşları konar ve hüznün gün batımlarında biz usanmadan gizli cennetleri ararız.
Kanaması artınca yüreğin yeniden büyümek için dudak arar, sevdanın korku filmlerine kapıldıkça. Öper öfkenin sağrısından bir kızılcık bizi düşler tarlasında. Anılar toplanırken, raflardaki tozlar unutulur nedense. O tozların kutsiyetiyle şiir oluruz, yamalı, yorgun ve kendimiz için soluklanmayı hep erteleyerek. Düşlerimiz sorgularda, gülüşlerimiz çocukluğumuzun yollarında kayboluştadır. Anılar, buğusunu silmeyi unuttuğumuz olur. Türkü ülkelerine yürüyüştür toprağı adımlamak. Sevili bir yürekle yenibaharlar ararken kendine insan, bitimsiz yolculukların duldasında nefeslenir bir yaşlı çınar altında. Gönlünün yara berelerine aldırmadan içli bir türkü oluverir kendinde.
Hep uyumsuz yaftalıkların uzun dehlizlerinde mavi umutlara sürek olur yürek. Bir yangın ki gönlümüzdeki, her karede başka bir kürek. Dönmeyeceğini, yeşermeyeceğini bile bile uçurumlara çiçek ekip sevdanın böğrüne huzurlu bir ölümce sevdalanırız. Her yaşanmışlığın yol ayrımlarında kelimeler serperiz ardımıza. Yıldız düşlerimizin bağbozumu mevsimlerinde hüzün olmak için geceleri. Gönlümüzün şıralı mahzenlerinde kaybolmuş sevdalar ararken biz, kendi nabzımızın ne kadar deli attığını, ne kadar sevgiyle çarptığını asla anlayamayız.
İçimizdeki asırlık yıkıntılarda suskulu bir zamanın düşlerine sarılarak ölümsüzlüğü yaşamaktır yine de işimiz. Kendi gökyüzümüzü, kendi imparatorluğumuzu yaratarak yüreğimiz büyüsün diye bekleyişi sağarız hayatın memesinden. Gönül mataramızdaki tutkuyu yudumlayarak yitirilmiş bir savaşın sevda alanlarında yangınlarımızı yazarız. Çığlık geçişlerine ömür dediğimiz, sızılı anların terkisinde yalın ayak gezdiğimiz ve hayatın uçarı kanatlarına tutunarak ‘eyvah’ların şarkılarını söylediğimiz bir masal meyhanesidir hayat, her yudumda azar azar kendimizden geçtiğimiz.
Hikâyesi: Notalardan çıkardığımız savunmasız iklimler ve hercai mevsimler yarım kalmış sevgilerin avuç içlerinde kanar. Direncimizi kemiren kınalı şiirlerimizle küçücük teknelerle yolculuğa çıkarız, er sabahlarda. Oysa hepimizin içindeki gizli uhde üşümüşlüğümüzü giderecek gizli bir eldir ve bunun içindir yaşamın divit uçlu kalemiyle mavi denizlere yelken açmamız. Çok eski bir zaman düşünüşü kekrer dudaklarımızda, yüreğimizin sıcak iklimlerinde çöreklenerek. Derin bir sevda güncesi sokulur yüreğimizin yorgun hanlarına ve kurulur ömrümüzün yer sofrasına gülümseyerek. Sevda, onulmaz bir pastilce içlenir dilaltımızda ve bir yudum su dileriz hayattan, hüzün içlenişlerimizin acısını hafifletmek için. Sonrası söz olur, sokulur kâğıtlara şiir olur ve sonrasında bir zaman karesinde konaklayan bir filmin unutulmaz kareleri olur.
Selahattin Yetgin