- 569 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DEVRİMCİ [sanatın] ŞİİRİN [diyalektik] DİNAMİĞİ
DEVRİMCİ [sanatın] ŞİİRİN [diyalektik] DİNAMİĞİ
Şair, Serkan Engin’in
İmgeci toplumcu şiir manifestosu
Rıfat Oymak
Yerkürede, olumlu-olumsuz çelişkileriyle yenilenen ve dönüşen emperyalist-kapitalist dünyanın yeni temsilcileri uluslarüstü tekeller, bilimsel bilgi ve teknolojiyi kullanarak kapitalizmin özyapısındaki zorunlu zorlukları bir süre daha ertelemek amacıyla öncelikle Ortadoğu ardından Avrupa ve diğer kıta ve ülkelerde çokyönlü saldırıya geçti. Bu saldırılar askeri, ekonomik, kültürel,sanatsal, bilimsel ve politik içerik taşıyordu; her zamankinden daha fazla örgütlü ve bilimsel donanımlı olarak Türkiye bu çok yönlü saldırıyı 12 Eylül ile soyut olarak duyumsadı, 24 Ocak Ekonomi odaklı Kararları ile somut olarak yaşamaya başladı. Üniversitelere, bilime saldırıyı YÖK ile; sanatsal, kültürel ve ideolojik saldırıyı ise küreselleşme üst kavramı altında, postmodernizm ile başlayan alt kavramları avrupacılık, insan hakları, sivil toplum kuruluşları, dinsel ve etnik ayrıştırma, projeler ve şiire özgün olarak da us/toplum/anlam dışı imge odaklı bir anlayışla yaygınlaştı. Bu, bir bireyin, temel ve yaşamsal organlarına aynı anda, farklı silahlarla, bireyi yok etmek değil, birey olmaktan çıkarmak, teslim almak, birey olduğunu unutturmak ve üzerinde istenenleri uygulamak izlencesine benzetilebilir.
Amaç, olgular arasındaki zorunlu ilişkinin kavranmasını önlemek, bu ilişkiyi oluşturan ya da sunan görünümleri bulanıklaştırmak ve yerlerine bunları gizleyen yeni kavram ve anlayışlarla derinlere gömerek, uluslarüstü sermayenin dünyayı yeniden, 20.yüzyılda oluşan ekonomik, sosyal, politik, bilimsel kural, kuram, önlem ve yasalarını dağıtarak, yerküreye vahşice egemenligi altına almasıdır.
Özcesi, sorunsuz ve yaygın, yerküre ölçeğinde sömürü için engel oluşturabilecek her şeyi yok etmek amaçlı bir saldırı başlatıldı.
1980-90 yılları arasında, bu saldırılardan en çabuk etkilenen küçük burjuva toplumsal grubu önce ruhbilime, sonra postmodernizme yöneldi. Batı ve amerikanın bağımlı kafalı yarı aydınlarının ve küçük burjuvalarının, 1960’arda tükettiğini, ülkemize getirmesi bu uygun koşullarda olanaklı oldu. Batı için eskimiş, Türkiye küçük burjuvalarına yeni ulaşan postmodernist kavramlar, yeniye özentili yarı beyinlerce hemen ve kolay olduğu için kolayca benimsendi ve bellendi. Dahası, gerçekten bu yol şiirsel(!) üretim için oldukça kolaydı.İmge bul, imgeyi imgeye gönder. Anlamlar arası göndermeler gibi usavurmalar, sözdizim ve anlambilim alanlarında bilgilenmeler türünden zorluklardan da kurtulmuş oluyorlardı. Ama bizim için önemli yanı ise, Halim Şafak’ın belirlemesi ile şair hayat ilişkisizliği ve şiir anlayışı genç şiir okurlarını olumsuz etkiliyordu. Türkiye’de bilimin gerilemesi ise bu işi daha da kolaylaştırdı.
Ancak, insan ve insan toplumlarındaki eytişimsel gerçekliğin gizlenmesi 20 yıllık kısa bir sürede aşılmaya başlandı ve gerçeklik, yeniden görülür ve kavranılır olmasının ilk belirtilerini verdi.
Diyalektik dinamik akış şimdilik bireyler ölçeğinde kavranıp yarı örgütlü yapılara ulaşmaya başladı. Bu dinamiğin egemenliği ne zaman gerçekleşir, bu birden fazla temel olguya ve öznel gelişmeye bağlı ama, şiirde toplumcu gerçekçiliği gömmeye çalışan küçük burjuva şiirindeki anlam dışı imgesel tapınmaya nesnel tepkilerden biri ile karşılaşmak beni sevindirdi. Üstelik, toplumcu gerçekçi şiir anlayışına eleştirel bir yaklaşım içererek. Bu yazının özünü bu sevindirici çıkışı yapan çok genç bir şairimizin manifestosu oluşturmaktadır. Önceleri kaba toplumcu gerçekçiler ile eleştiriye uğrayan toplum ve gerçek kavramları ve olguları arasındaki ilişki, sonraları tümüyle reddedilerek, sanatsal kavram olan imge dışında bir “imge”oluşturularak tabulaştırıldı. Bu imge, kavramdan yoksun, anlama gerek duymayan, ama anlamlı birim olan dilin birimlerini kullanmak zorunda kalan, dil düşünce ilişkisiyle çelişen bir sanat-şiir üretimini doğurdu ve yaygınlaştırdı. Oysa, bu yeni gibi sunulan olgu, usun ve düşüncenin bir toplumdan kovulduğu dönemlerde hep olagelmiştir. Örneğin, 1977’lerde Cömert (1977;99) şiirsel imge, ancak aklın aydınlığından geçerek şiirel gücünü kazanır. Şiirsel imge, bir “imge-kavram”dır, yani her şeyden önce, normal bir bilgisel olgudur, biz sezgi-mantık bütünüdür, başka bir deyişle, bir somut kavramdır” yazmıştır. Gerçi, bu bunalımlı küçük burjuvaların kendileriyle sınırlı dağınık dünyalarında olup bitmiştir bu anlamsızlık oyunları ama, kimi devrimci maskelilerinde bu hasta kalabalığa karışması soyut adlarının anılmasına neden olmuştur. Bunlardan kimisi, yıldızlar altında, alkolle uyuşmuş beyincikleriyle imge arayışlarını sürdürürken, kimileri de, etnik, dinsel, mezhepsel karanlıklarda imge-kimlik bulmaya yönelmişlerdir. Özünde hepsi de bilim ve bilginin dışına düşmüş debelenmekteler ve artık sonları görülmeye başlanmıştır. Türkiye gibi her şeyin -olumlu, olumsuz her şeyin- hızla geliştiği topraklarda böyle olacağını belki de kendileri de biliyorlar. Bu nedenle olsa gerek, olanağını bulanlar, ya da kendilerinde bu olumsuz anlamda yetenek görüp sermayenin eline top olarak kurulanlar uluslar arası alandan da etkileme çürütme çabasına girmişlerdir.
Anlam, anlaşılmış olan olgular için geçerlidir. Doğal ya da türetilmiş dil, anlam verme, anlamlandırma ve anlatmada temel bileşenlerden başat olandır. Genelgeçer, gerçek ve doğru anlama ulaşmada ise günümüzde en ve tek güvenilir yol bilimsel anlama yoludur. Anlamak için bilim dışında, bilimden önce farklı yol, yöntem, çabalar vardı; günümüzde de var. Ancak, bilimdışı yöntemler derini, temeli, öteyi, bütüncül biçimde görme olanağı vermedi, vermiyor. Anlamanın karşıtı yanlış anlamak değildir; anlamamaktır. Bilmek, yanılmayı içerebilir, yanlışı içerebilir, eksiği içerebilir; anlamak [yanlışı, eksiği] içermez.
Dil ve anlam, anlaksal iki ilişkili etkinliktir. Biyososyal, biyokültürel ve biyofiziksel bir varlık olan insana özgüdür. İnsanın dil odaklı, dil temelli kullanımlarının ilk ve temel ölçütü anlam aktarımı ise ikinci ölçütü ise oluşturulmamış anlamı oluşturmasıdır. Şiir dilinin özgünlüğü ve çok anlamlılığı bu temel gerçek üzerinden aşılır.Şiirsel bir metni bilimsel bir metinden ayıran özellik imge-kavram, duyarlık/akıl, somut/soyut gibi ikiliklerle açıklanamaz. Genel bilgisel öğeler bakımından, yani duyarlık ve akıl yönünden şiirle bilim arasında hiçbir fark yoktur.” Cömert, 100)
Bu genel anımsatma ve artalan oluşturma çabasından sonra, sanatsal/şiirsel alanın genç bir eri olan şair, Serkan Engin’in imgeci toplumcu şiir manifestosu’na değinelim. Belirtmeliyim; bir sanat kuramcısı, bir şair olmadığım gibi, bir eleştirmen de değilim. Topraklarımızda olan biten olumlu ve olumsuz olgu, olay, durum, davranış ve tutumlara karşı duyarlı biri olarak; beni sevindiren bu çıkışın duyulup tartışılmasını, geliştirilip yayılmasını amaçlamaktayım. Bu nedenle, söz konusu manifestoyu, şiir, dil, sanat, toplum bağlamlarında irdelemekten kaçınıp, bu işi alanın insanlarına duyurmakla yetinmeyi, ancak bunu yaparken, kendimce bir artalan bilgisi sunmayı gerekli gördüm. Çünkü bu manifesto, bir taraftır, taraf olduğum bir yandan karşıtlarına karşı bir karşı duruş, karşı çıkıştır. Eksiklikleri, sanatkuramsal yanlışları olabilir. Şairin şiirleri, manifestosu, görüşleri tartışılmalıdır. Dünyamızın, ülkemizin, komşularımızın çok yönlü saldırılar altında olduğu bir dönemde toplumsal kültürün farklı alanlarındaki devrimci çıkışlar dikkate alınmalıdır. Şair Engin’in manifestosunda, bu devrimci sanatsal karşı çıkışları, öneri ve savları aşağıda özetleyerek irdeliyor, yorumluyor ve ilk soru/eleştiriyi de kendimce ben yapıyor, aldığım yanıtı da yazının sonunda veriyorum.
Serkan Engin’in İMGECİ TOPLUMCU ŞİİR Manifestosu
İnsan türünün bireylerinin, psişik yapısı, özellikle üretim sürecindeki yerleri, değerleri ve tutumları da dikkate alındığında, çoğunlukla dönemsel bağlamların etkisi altındadır. Devrimci bir özün uyanışı önlenmiş insan anlağı bilinci ve ruhsal biçimlenmeyi olumsuz etkileyerek, onu, kendi nesnel gerçekliğinin, toplumsal, tarihsel gerçekliğinin dışına göreceli olarak iter. İşte, Engin, manifestosun bir maddesinde,
”Kendi üstüne kapanan, bulanık imgelerin tuzakları ve didaktizme kurban olmuş kuru dizeler yumağı metinlerle savaşmayı, “
Önerirken, sözü edilen bireyin kendi üstüne kapanması ve “bulanık imgeler” betimi ile, sanatsal bir söylem saptaması yaparak, sosyoekonomik bir tarihsel dönemecin sanatçı bireyini belirlemektedir.Politik psikolojinin alanına giren, bu kendi üstüne kapananın, bulanık imgeler ile gerçekte kuru dizeler ile aynı işlevsizliğe düşeceğini imlemektedir.
”İçeriği boğmayan her türlü biçim denemesine açık, anlamı etkinleştirecek biçim arayışlarına olumlu bakmayı,”
İnsanı üreten ya da insanın ürettiği her olguyu bilim, biçim ve içerik ilişkisiyle belirlemeye uğraşır. Bilim ve sanat, biçimde görünen gerçeğin bir yanı olduğunu, gerçeğin tümü olmadığını; içeriği, derini, biçimi biçimlendireni de kavradığımızda gerçeği tam olarak kavrayabiliriz önermesini, Engin, sanatsal biçim-içerik bağlamıyla ele alarak anlamın, bilimde gerçek olarak alınabilir, anlaşılabileceğini ya da üretilebileceğini savlamaktadır. Sürekli devinen evrende, sanatsal devinimin de zorunlu olduğunu, bu nedenle biçim arayışlarını zorunlu gördüğünü belirterek te devrimci bir şiir bakışını ortaya koymaktadır.
”Türk şiiri’in çenesinde çürük dişler gibi duran, şiirden kesilmiş şairler”in, şiirden ve hayattan yararlanacak kadar cesur ve onurlu davranmalarını sağlamayı,
Toplumsal bir ürün olan sanatçı birey, kendini oluşturan toplumsal olarak adlandırılan, gerçek ve nesnel yaşamdan ve bu yaşamı imleyen, irdeleyen, yeniden sanatsal biçimde üreten sanatın/şiirin zenginliğinden uzağa düşmesinin onlardaki şiirsel üretimi önlediğini, bu karanlık girdaptan çıkmaları için de yaşama, yaşamı yeniden sanatsal bir biçimde üreten diğer ve başka şiirleri de kavramaları, tanımalarını öğütlemektedir.
”Türk şiiri’iin şahdamarında kirli bir pıhtı gibi duran Hilmi Yavuz ve müridlerinin Türkçe’yi zehirlediklerini, kurmayı düşledikleri arkaik dizgeye uygun bireyler yetirtirme çabasında olduklarını ve bu tür gericiliklerle savaşmayı,
Bilim gibi, sanat ta özü gereği devrimcidir. Özünde, gerici bilim olamayacağı gibi, gerici sanat ta olamaz. Ancak, gericileştirilmek istenen, ilerici ve devrimci özünün gizlenebileceği üretimler olabilir. Diyalektik, devrimci uyanış, devinim ve gelişimi önlemek amaçlı, türk-islam sentezli ideolojik yıkımın bir yansısı olan, dilde gericilik, söz de gericilik ancak bu alanların temel birimi olan, toplumsal dilimiz Türkçenin doğal ve devrimci gelişimine karşıt bir yaklaşımla olanaklıdır. Osmanlıca, aşılmış olanın, anlamı gizlemiş olanın, gizi ve gizlemeyi sürdürmesi için gerici ideolojinin temsilcilerinin ellerinde kalan tek olgudur. Bunu da tepe tepe kullanmak istemekteler. Şair, Engin, tarihi durduramasalarda, deviniminin yavaşlatma amaçlı bütüncül bir gericiliğin şiirde ve şiir dilindeki bu postmodernist saldırıya karşı şiirin, sanatın, şairin doğru yerde durmasını sağlamaya çalışmaktadır.
”Şiirin karikatürünü çizen, Tarık Günersel ve tayfasının Türk Şiiri’nin kenar süsü olmaktan öteye gidemeyeceğini savlamayı,
”Küresel kapitalizmin, sanattaki izdüşümü olan, postmodernizmin maşası mistik-gerici izleklerle kuş dili ile yazılan küçük burjuva şiirleri sadece kendilerini imleyen yapılardır “demeyi,
”Şiir kendi estetik bütünlüğünü ve özgün bir biçemde niteliksel yapısını kurmadıkça, iletisi nutuk atmaktan ileri gitmeyeceğini”. Yukarıdaki üç belirlemesi, önerisi ve suçlamalarıyla da, Engin, tartışması bitmeyen iki olgudaki tutumunu ortaya koymaktadır: Sanatsal alanın özgün özelliklerini, görevini ve sanatçı bireyin sanat üretimindeki işlevini. Sanatı bir oyun gibi görenlerle, ona politik propaganda ve ajitasyon işlevi yükleyenleri uyarmaktadır. Sanatın, şiirin, estetik sunum, yaşamın, gerçeğin, düşün yeniden üretimindeki bireysel, tarihsel, güncel sorumluluğun sanatsallıktan ödün vermeden üretilmesi gerçeğini anımsatmakta ve uyarmaktadır. Şiir ne yapacaksa ancak şiir olarak yapacaktır. Şiiri, şiir olmaktan çıkararak başka bir şey yapıp ona görev yüklemek, şairin, şiirin, sanatın işi olmadığı gerçeğini iletmektedir.
Şair, Serkan Engin!in yukarıda çeşitli bölümlerini alarak özetlediğim, kendimce yorumladığım İMGECİ TOPLUMCU ŞİİR MANİFESTOSU, dünyanın ve ona bağlı dönüşen ülkemizin içinden geçtiği tarihsel dönemin devrimci çıkışının bir şair bireydeki uyanışını sergilemektedir. Kuşkusuz bilim alanında da benzer çıkışlar var, dünyanın çeşitli parçalarında da diyebiliriz ki, dünyada ve ülkemizde yeni bir dönem başlıyor ve bizim karaparçamızda, bir birey, şiir üretiminde, sanatsal yaratımda bu yeni dönemin kıvılcımlarını saçmaya çalışıyor. Diyalektik devinim budur işte, sevinmek, tartışmak, geliştirmek gerekir. Şair, Serkan Engin’e sordum.
Manifestonun adı,” imgeci toplumcu” şiir imgesiz şiir mi olur ki, böyle bir ad verdin?
Yanıtı şuydu : Kaba toplumcu, toplumcu gerçekçi, sosyalist gerçekçi sanat olarak adlandırılan ama şiirin olmazsa olmazı olan imgeyi dışlayan şiir/sanat anlayışına karşıt bir vurgu yapmak amacıyla böyle söyledim. Geçicidir.. Kuşkusuz imgesiz şiir olmaz.”dedi. Manifestosunu açımladığı, “Şiirde Bileşik Kaplar Yasası ya da neden İmgeci Toplumcu Şiir” başlıklı makalesinde de Engin, şunları söylemektedir: Şiiri politikanın yedeğine almak ve onu sadece bir araç olarak görmek öncelikle şiire ihanettir; çünkü, toplumcu şiir, hem kendinin amacı hem de politik bir araçtır. Şiir kendi estetik bütünlüğünü ve özgün bir biçemde niteliksel yapısını kuramadıkça, iletisi, nutuk atmaktan ileri gitmeyecektir. Şiir, dirimin diyalektik toplamı ise, bugün toplumcu şiir, imgeci toplumcu şiir’e evrilmektedir.” Bilimin kavramlarla kavratıp, sanatın/şiirin imgelerle duyumsatması dedikleri şey bu olsa gerek diye düşündüm hem de estetik beğeni ve algıyı geliştirerek, diyalektik bir hazla. Merhaba imgeci toplumcu şiir.
Öğr. Gör. Rıfat OYMAK
Eski Dergisi, Ekim 2005
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.