Dizi: SENİ TANIDIM İSTANBUL/16 PERTEVNİYAL’DEKİ İMAM ÖFKESİ SULTANAHMET’TE HAYR PEŞİNDE
2002’nin 22 Şubat’ı. Bu yılın Kurban Bayramı.. İlk günü ve bir Cuma vakti. Pertevniyal Valide Sultan’dayım. Mevkii Aksaray’da Hüseyin Ağa. Hüseyin Ağa’da Pertevniyal. Görülecek, varılacak, secdeye durulacak yer. Sultan II. Mahmud’un Hanımı Pertevniyal’ıin 1873’te yaptırdığı bu cami, geniş alanlı birçoklarının aksine dar plânda, ama iç dizaynı mükemmelin üstünde seyrediyor. Mermer işlemeden kolon, mihrab, minber, kapı, pencere, çatı, tavan ve çerağ/mumlara kadar sade veya desen işlemelerin yer aldığı bütün bölümlerde Osmanlı sanatının nasıl bir ehliyetli elde olduğuna şahid oluyorsunuz. Hele pencere biçimlerinde yer etmiş tezyinat, Ayet ve Hadis-i Şerif’ler kuşağındaki renk seçimi, insanı hayranlık derecesinde kendisine bağlıyor.
Sultan II. Mahmud’un hanımı ve Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Valide Sultan’ı kendi türbesinde de barındıran bu caminin minberinden yükselen öfkeli imamî ses, dünkü geceden beri beni de öfkeye sürükleyen sesle aynı tonda birleştiriyordu. Bugünlerde Kurban’ı sadakadan sayma ve ona göre ircaa etme fikrini, hissiyatı Asuman Türk-İslâm milletine aşılamaya çalışan kafaya istinaden, imam efendi bir Ayet-i Kerime okuyordu; “Ey Muhammed (SAV)! O hâlde Rabb’in için namaz kıl, Kurban kes.”
Ey kafa! Şayet sen doğruysan işte Ayet-i Kerime. Şayet imam yanlıştaysa yine işte Ayet-i Kerime.. Ve elbette işte tefrik ve ifrat. Yazık! Allah yoluna Hoca olacakları yerde nefsinin emrine Hoca olan prof bozuntularına..
‘Önce tekdir, sonra kötektir’den ıslah olmayanı Allah yoluna havaleyle ayrıldığım düşüncelerim sonrası baktım ki Bayezid Meydanı’ndayım. Bayram buralardan gelip gitmiş, lâkin işportacı milleti hâlâ alıştıkları yerde dünkü ruh hâllerinin temsilciliğini elden bırakmamışlar.Ötelerden görünenlerle vardığım kanaat böyle. Yanlarına uğramadan Sultanahmet yönüne yöneliyorum; ortada tramvay yolu, solumda Hoca Piri’yle Çorlulu Ali Paşa Camii ve Medresesi.Atik Ali Paşa Camii, sonra Koca Sinan Paşa, Sultan II. Mahmud, II. Abdülhamid ve Abdülaziz’in türbeleriyle Çemberlitaş.. Sağımda Merzifonlu medresesi, Yahya Kemal Müzesi ve Fetih Cemiyeti derken, işte Sultanahmet Meydanı’ndayım. Burasına At Meydanı adı verilmiş. Sultanahmet’in şanına yakışır bir parkı var ki, sadece, park denince akla gelen dal, çiçek, çayır ve çimen değil. At Meydanı parkında harika Sultanahmet Çeşmesi, az ötelerinde 4. yüzyıllara ait Dikilitaş ve Yılanlı Sütun ile 10.yüzyıl eseri Örme Dikilitaş bulunuyor.
Önce Sultanahmet Çeşmesi’ne bir göz atalım. Sekiz adet yuvarlak, parlak ve siyah renk mermer sütun üstüne oturtulmuş çeşme kubbesinde, altınsı renklerle hazine hâkimiyeti hissini veren tavan süsleri karşısında, zannetmem ki, hiçbir kimse büyülenmesin. Bir zamanlar duyduklarım itibariyle hırsızların apardığı som musluklar artık bu çeşmede yok. Sözün kısası hayranlık vesilesi bu çeşmenin depoluğunda demir levhaya işlenmiş koyu bir yazı Almanca lisanında; II. Alman Kralı Wilhelm VI.’nın Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid’e yaptığı müteşekkir ziyareti dile getiriyor. Yıl: 1898 ve Mevsim Sonbahar.
Yazının orijinali şöyle: Wilhelm VI: II: Deutsche: Kaiser Stiftete: Diesen: Brune II in Denkbaren: Erinnerung: An: Seinen: Besuh: Bei: Seiner: Matiestet: Dem: Kaiser: Der Osmanen: Abdul: Hamid: II: İm: Herbst: Des: Jahres: 1898
Böyle bir tarihî eserin tarihî ifadeleri arasında iki nokta üst üstenin ne işi var acaba?
Dikilitaş üzerindeki hayvan ve benzeri kuş resimleriyle canlılığını muhafaza ederken Örmedikilitaş’ın yarı taşları unlanmaya başlayalı hayli yıllar olmuş ve bazı kovuklarında kuşlar ziyaretçilere sevinç çığlıkları atarak ve yuva tamir ederek vakit geçiriyorlar. Boğumları biraz Yılan’ı andırdığından olacak ki adı Yılanlı Sütun olan bu antik eserin baş kısmı yok. Yılana da benzer bir yanı kalmamış. Bunların kuzeyinde ise parantez adı (İbrahim Paşa Sarayı) olan Türk İslâm Eserleri Müzesi’nde şükür ki bu hâl yok. ‘Türk’lerin hatıralarına bağlılığını elinden alırsanız, imanını yok ederseniz yenersiniz!’ diyenlerin de Sultanahmet’lerde bir tarihî gezinti yapmaları ve ona göre yeniden bir yorum zaruretini yaşamaları gerekirdi.
İş buraya kadar gelmişken bir de Yerebatan Sarnıcı’na uğrayalım. Sonra dosdoğru Sultanahmet harikası muhteşem camiye..
Yerebatan Sarnıcı, Doğu Roma İmparatorluğu’nun en parlak dönemi olan 6. yüzyılda İmparator Justinianus tarafından yaptırılarak su sıkıntısına çare bulunmak amaçlanmış.
Uzunluğu 140, genişliği 70 metre.. 9800 m2’lik bir alana sahib bu sarnıcın suyu 19 km uzaklıktaki Belgrad Ormanları’ndan getirtilmiş. Çevre duvar kalınlığı 4 metre ve pişirilmiş tuğlayla örülüp Horasan denilen harçla sıvanmış. Sarnıç, Ayasofya, Topkapı ve müzeler tarzındaki eserlerin hepsini gezmenin, görmenin ve incelemenin bir bedeli var. Ne yazık ki camiler, türbeler ve tekkelerde böyle bir uygulama zorunluluğu yok. Yine Allah rızası için hayr bekleme sanatkârlığı var.
Onun içindir ki bu yazı dizisinde hâlâ bir Ayasofya’yı, bir Topkapı Sarayı’nı veya Askerî Müze’yi iç hâliyle tanıyıp, yazandan okumak nasibimiz olmamıştır. Ki niçin hep beleşe Fatih, Sultanahmet, Süleymaniye. Niçin beleşe Sümbül Efendi, Eyüp Sultan ve Aziz Mahmut Hüdai Efendi Hazretleri. Esasen hortumculara, soygunculara ve banka kaldırıcılarına el uzatıp; “yedin.. yedin. Yine ye, yine ye..” diyerek sırtını sıvazlayan zihniyetlerin ihsanına, bu milletin imanı bütün salih halkı yok olmadıkça ne camisi, ne de medresesiyle, türbesi ve tekkesi muhtaç değildir ve olmayacaktır da..
Kuyucularım! Sakın yanlış anlaşılmasın.. Beni kendinizdeki kendinizcesine aldığınız müddetçe, anladığınız kadarca, diziye müstehaksa dizi yazılarımın arasına, ara sıra yazılması mecbur, hedefine gönderilmesi elzem cümleler ilâve edeceğim ki korkaklığı kendinden menkul, cesaretini âdilere satıcı bir takım yalaka kalemler utana..
Nihayet.. Sultanahmet yolundayız. Bugün, önceki anlardan daha bir kalabalı, daha bir karmaşık lisan var. Caminin ne revaklarında, ne de avlularında küçük çaplı satıcılar işgaliyesi bulamıyorsunuz. Ama öte yandan bir sürü rehber ve İstanbul kitabı satıcısı, simitçi ve kestaneciyi aratmayacak derecede fırdönüyorlar. Tercümanlara gelince gerçekten ülke adına mutluluk verici bir misafirperverliklerine, düzgün konuşma kabiliyetlerine ve dürüst davranışlarına şahid oluyorsunuz. Her turist gurubu veya münferid gezicileri kendilerine yol-yordam gösterecek, hayran oldukları Sultanahmet’i tanıtacak ve bilgi dağarcıklarını dolduracak ehil kişilere başvuruyorlar.
Dedim ya, gurur duyulan onlar ve de kazanç menbaı turistler Sultanahmet’ten çok şey alıyorlar. Ama ne yazık ki, Sultanahmet onlardan pek bir şey alamıyor. Hayr sandıklarının başındakiler her dilden konuşup yardım isteseler de, bu modeli ülkesinde görmemiş ecnebiler işin farkına dahi varamadan çekip gidiyorlar.
“Camiye yardım!” cümlesini tercümeyle satmaya çalışan bizim görevliye de, kala kala yine kendi halkına müracaat kalıyor..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.