- 1821 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLÜM BİR SOLUK HÜZÜNDÜR
VE ÖLÜM...
( veda )
I-
/kuşların katiliyim
kanatlarını acımasızca kesmiştin
onları özgür bıraktım/
yaşam, eteğime sarılmış haylaz çocuk
biraz mızmız, çokça ağlamaklı
göz yaşıyla suluyor toprağı
boş durmayan karınca misali
ölümü
ölümüne hazırlıyor
ellerimde can çekişen son uyku
eritiyor buz tenimi
sonsuzluk düşüm tutsak
gerçeğin prangası paslı
ve ölüm yeniden doğuyor
II-
/güneşin rengi değmiş saçlarıma
hüznün gölgesi bakışlarımda hazal
gece serinliğinde gönlüm sana yanar… kanar/
duygusallığım eritir en çok yüreğimi
belki de
hatalarım
kalbimin sesini dinleyen bendim
özür dilesem de kendimden
affetmeyen yine benim
hüzzam makamında haykırırken ruhum
ve ölüm üfledi nefesini hayata
yaşam bir aşk daha doğurdu
sevdam, sıkıca asıldı yalnızlığıma
III-
/tanıdığım bütün martılar İstanbul’da
anadolu’nun ortasında
yolunu kaybetmiş kanatsız martıyım/
hoşça kal diyebilsem susuz şehre
kaçabilsem çıplak ayak da olsa
martıların yaşadığı ülkeye sığınsam
……….kaçarken bile hatalarımın peşindeyim
yeniden gözyaşlarım utangaç
elvedasız yorgun dilimde inatçı sızı
ruhum, bedenim küs bana
kabuğum her zamankinden daha kırılgan
şarkılara sığınmak; yetmedi nefes alışıma
şehre küsmek; götürmedi ait olduğum yere
denizi özlemek; özgürleştirmedi umudumu
oysa ben
iki aşk arasında
iki çift bakışın
ağırlığında ölüp gitmişim
bir kez daha anladım ki
annemden başka kimsem yok
ve ölüm bir soluk hüzün içimde
"hoş/ça kalın"
BANU ULUDAĞ
“Ve ölüm
(Veda)” şiiri Şair Banu Uludağ’ın bir soluk hüznü yüreğinde barındıran bir şiiridir. Şiir üç bölümdür ve serbest yazılmıştır.
Şairler, düşünce ve duygularını mısralara açık, kapalı veya kısmen açık veya kapalı olarak yansıtırlar. Yarı açık şiirlerde de şiir kendini açıkça okutmasına karşılık şiirde ikinci bir anlam çıkabilir. Banu Uludağ’ın “Ve ölüm (Veda)” şiirinde de her iki durumdan söz etmek mümkündür.
Şiirin I.bölüm başlangıcı pişmanlık duygularını tavsif eder:
“/kuşların katiliyim
kanatlarını acımasızca kesmiştin
onları özgür bıraktım/”
Bu mısralar kanaatimizce alegorik yazılmıştır. Yani bu mısralardaki unsurların gerçek yaşamda karşılığının olması düşünülmüştür. Bilinerek yapılan bir hatanın, bir suçun insanda bıraktığı vicdani rahatsızlık bir şekilde telafi yoluna gidilmesidir. Kuşlar özgürlüğün bir sembolü olduğuna göre bir kuşu azad etmekle gökyüzüne kanat açması sağlanmış olacaktır.
Acılar içindeki bir yüreğin önce suç işlemesi sonra da işlenilen suçun bedelini ödemesi insanı rahatlatabilir. Şair böyle bir duyguyu vermiş olmalıdır.
İnsan hayatı çocukların yapabileceği basit haylazlıklarla doludur. Aşağıdaki mısralar bize bir insanın yaşama dair tespitlerini sunmaktadır:
“yaşam, eteğime sarılmış haylaz çocuk
biraz mızmız, çokça ağlamaklı
göz yaşıyla suluyor toprağı
boş durmayan karınca misali
ölümü
ölümüne hazırlıyor”
Ancak hayat biraz haylaz olunca işler tabiî ki değişiyor. Başlangıçtaki basit haylazlıklar sonrasında yerini gözyaşlarına bırakıyor. Öyle bir gözyaşları toprağı suluyor, dahası ardından ölümü getiriyor.
Hayat, adeta doğum ve ölüm arasında kurgulanmıştır. Bu mısralarda böyle bir hayat eteğe sarılışı tasvir edilmektedir. Yaşama sevinci yerine bedeni ölüme hazırlamak… Bu şiir bir vedayı ölümle örtüştürüyor.
Beden dilinin etkin olduğu mısralarla seslenen şair:
“ellerimde can çekişen son uyku
eritiyor buz tenimi
sonsuzluk düşüm tutsak
gerçeğin prangası paslı
ve ölüm yeniden doğuyor”
Son uyku ölümdür ancak buz tutmuş yani ölü bir bedeni tekrar ölüme hazırlamak… Şair hayat ile ölüm arasında umutsuzca mısralar arasında geziniyor ve bizleri de bu duygulara teksif ediyor Düşünün ki uçsuz bucaksız hayallerinizle kalakalıyorsunuz böyle bir durumda gerçekler ne ifade edebilir ki? Üstelik gerçekler ortada iken elin kolun bağlı olması ölüm düşüncelerini tekrar karşımıza çıkarıyor.
Şiirin II. Bölümünde sorgulama ve umut vardır:
“/güneşin rengi değmiş saçlarıma
hüznün gölgesi bakışlarımda hazal
gece serinliğinde gönlüm sana yanar… kanar/”
Güneşin rengi yaşama sevincini tasvir etse de ceylan bakışlarda bir hüzün vardır yine de. Ölüm düşüncelerinden bir an sıyrılan gönül hem yanar… hem de kanar şiirdeki bütünlük diğer kıtayla devam etmektedir:
“duygusallığım eritir en çok yüreğimi
belki de
hatalarım
kalbimin sesini dinleyen bendim
özür dilesem de kendimden
affetmeyen yine benim”
Bir yürek, bu mısralarda göğüs geçirerek kalbinin sesini dinliyor, adeta itiraf da bulunuyor:
“hüzzam makamında haykırırken ruhum
ve ölüm üfledi nefesini hayata
yaşam bir aşk daha doğurdu
sevdam, sıkıca asıldı yalnızlığıma”
Kendi sesimizi dinleyişle yetinmeyiz çoğu zaman. Böyle anlarda şarkılar bir tesellidir. Şarkılarla yankılanır sesimiz. Yukarıdaki dizelerde ikilemde kalış çaresizce dile getirmektedir. Bazen bir aşk ölürken başka bir aşk başlar. Bu durum bize şöyle duyguyu anımsatıyor; bir büyük acı içinde kıvranırken bir çıkış yolu aramak, belki paramparça kalbini saklamaya çalışmak belki de kendi içinde acılarını gömme isteği... Ve ümitsizlik… Siz bu ümitsizlik halini bir de İstanbul sevgisi içinde tahayyül ediniz. Düşününüz ki seven gönül kendini yalnızlık içinde hissetsin. Böyle bir ahval içinde ha yalnızlık içinde hissetmiş ha Anadolu’da kaybolmuş ne çıkar. Şair’e göre Anadolu adeta eski Anadolu gibidir. Burada zengin tasvirler olmasa da şair’in gönlündeki hüzün ve karamsarlık, martıları yaşadığı o büyük kenti yani; İstanbul’u gözlerinde biraz da özlemin verdiği bir duyguyla bir ülke gibi yapar:
“/tanıdığım bütün martılar İstanbul’da
anadolu’nun ortasında
yolunu kaybetmiş kanatsız martıyım”
hoşça kal diyebilsem susuz şehre
kaçabilsem çıplak ayak da olsa
martıların yaşadığı ülkeye sığınsam
……….kaçarken bile hatalarımın peşindeyim”
Ancak yine geçmişine döner ve hatalarını irdeler. Sonra yine kırılgan bir ruh-i haletiyle utangaç gözyaşlarına sığınır:
“yeniden gözyaşlarım utangaç
elvedasız yorgun dilimde inatçı sızı
ruhum, bedenim küs bana
kabuğum her zamankinden daha kırılgan”
Artık haykırışların fayda etmediği anları tekrar anmanın zamanı gelmiştir. Şehre küsmenin Anadolu’da yoluna kaybetmekle eşdeğer olduğu da bir fayda vermemiştir. Denizi özlemek demek, İstanbul’u düşünmek demek olsa da gönül bir kez kırılgandır. Bu kırılganlık şu mısralarda kendini bulur:
“şarkılara sığınmak; yetmedi nefes alışıma
şehre küsmek; götürmedi ait olduğum yere
denizi özlemek; özgürleştirmedi umudumu”
İki aşk arasında bocalayan bir gönül ne çare ki yalnızlığına bürünecektir. Yalnızlıkta en mutena sığınak ise annedir. Öykünün özündeki gerçekte bunu göstermektedir; geride bırakılan geçmişte kalan her ne varsa ölüm gibi nitelenir ve sadece bir nefes hüzündür. Bir nefes hüzün ne kadar kısa olsa da an olur çok uzun bir zaman diliminde yaşatır bütün duyguları. Şair böyle bir duyguyu şu mısralarına vererek bütün duygu yoğunluğunu ve gerçekçiliği anlamlı kılmaktadır:
“oysa ben
iki aşk arasında
iki çift bakışın
ağırlığında ölüp gitmişim
bir kez daha anladım ki
annemden başka kimsem yok
ve ölüm bir soluk hüzün içimde”
Banu Uludağ, bu şiirinde dili iyi kullanarak, güzel bir kelime yapısıyla iki çift bir bakışı bir soluk içinde gurbet, anne ve aşk kokusunu bizlere iyiden iyiye yaşattığına inanıyoruz.
YORUMLAR
Bu güzel analiz yazı için çok teşekkür ederim. Şiir kaleme alan kadar okuyanındır da ama anlaşıldığını bilmek şiirin çok güzel.Ayrıca şiirimi resmettiğiniz için çok teşekkür ederim.Ne güzel insanın şiirin görmesi.
Saygılarımla
BANU ULUDAĞ tarafından 10/1/2010 2:02:30 PM zamanında düzenlenmiştir.