ATAN ATANA GARİB VATANA
Zamana bir baktım ki aradan yıllar geçmiş, bize baktım ki bizlerde de bir durum değişikliği yok..
Lâfazanlar yine aynı davulu çalıyor, dinleyen mıymıntılar aynı mıymıntılıklarıyla bananeciliği sürdürüyorlar.
Kürsüler bir türlü molozluk uykusundan uyanıp “Sus Ulan Geveze!” diyerek bol keseci siyasi cazgırlara bağıramıyor.
Haydi diyelim ki odun odunluğunu yapıyor..
Ya insan denilenler insanlığını yapıyorlar mı?
Ona da bir değineceğiz.. Ama şimdilik yıllar öncesine bir bakalım;
ATAN ATANA GARİB VATANA
Yıllardır, Mersin’de, PKK cirit attığı halde, sesi soluğu çıkmayan Mersinli Gönül Anne(!) Ankara’nın Tandoğan’ı, Din Tüccarlarını Boğanı’nda öyle bir Çim’lendi ki sormayın gitsin: "Ben Emperyalizm’in oyuncağı değilim.!" Kim ona ’Emperyalizm’in oyuncağısın’ dedi ki.. Şaşıyorum; Sırtında bebesi, bir elinde övendiresi, diğerinde kağnıyı çeken öküzlerin çekildiği kayış bağı.. altta yalın ayak, üstte yamalı fistanıyla vatanın müdafaa sathına mermi taşıyan Nene Hatun’lar ve Kara Fatma’lar, acaba Çim’li Gönül kadar bağırabildiler mi? Niye, "ben Türk Milleti’nin ferdi, askerin anasıyım" diyerek tarihe kalıcı bir reklâm metni yazdırmadılar?
Sebebini söyleyeyim mi? O kadınlarımızda, milli meseleleri provake edici niyet ve tıynet yoktu. İşlerine baktılar. Mücadeleleri yetiyordu ve boş naralar atmalarına vakitleri yoktu. Çünkü zaman ’sen-ben’ kavgasının zamanı değildi..
Sorarım size, Mersin’in bir köşesini dahi kurtaramayan ve ’her Horoz kendi çöplüğünde öter’ atasözünün dişiler sınıfına dahil olduğu halde Horoz’lanan Gönül’lerin Annesi, Ankara’yı mı kurtaracak? Pehhhh..!
* * *
Türk kadını; erkeğinin önünde bağırıp çağırmayan ve yapacağını edeb dairesinde sükûnet, itidal ve vakurla halledici bir özellik taşımak suretiyle ’milli’ olmuş, o millilikle de ülkesi için fayda getirmiştir. Ben, iki de bir erkeklerin önünde meydanlara sürülen ve bağırmasına şapka çıkarılan, -gerçi şapka da işin mülâhazası oldu ya- cazgır kadınlarla siyasi menfaat ateşlerinin yakılmasını hiç mi hiç hazzetmiyorum.
Zaten, siyasi platformdan sivil toplum arenasına, hattâ köy kahvelerinden nikâh salonlarına kadar uzayıp giden bir politik bağnazlığımız var ki, ’kavga’sını ’medeniyet’ sayfasına ’ileri’ diye yazdıran başka bir ülke bulmak mümkün değil. Er kişilerimiz de galiba buna yetmiyor ve Gönül Anne’leri bağırtmaya ihtiyaç duyuyoruz. Haa.. bir de kan meselesi efendim! Kannn! Kan çekenler de bağırıyor: "Ben olsam var ya, o gelini tuvalet kâğıdı gibi duvara yapıştırırım!"
* * *
Peki şimdi, biz kan dedikse siz ne anladınız?
Elbette bu sokakta dökülen kan değil. Anlatayım..
İş Bankası Sincan Şubesi’nin tıklım tıklım müşteri dolu hizmet biriminde iki çocuk.. Yaşları; geleceğe en terbiyeli ve cemiyet hayatına en bağlı bir eğitimin verileceği zaman diliminde.. Ama gelin görün ki bankanın altını üstüne, içini dışına karıştırıyorlar. Bağırıp çağırma, yatıp yuvarlanma, ortalığı dağıtma gırla gidiyor.
Onlardan mes’ul anne, vaziyeti pek bir keyifle izliyor. Ve bu hâl, ta ki müşteri sınıfından müşteki birinin, anneyi azarlamasına kadar sürüp gidiyor.
İşte bahsettiğimiz kan, burada. Dünya’daki bütün çocuklara, bu hususiyetiyle üstün gelen Türk çocuğu bu kadar haşarı, annesi de o kadar aymaz. Ama yine de bize endişe veren bu değil. Toplum kendi içinde bu nev’i mes’uliyetsizlikleri eritir. Sosyal hayatta damarı ve şamarı zorlayan kan, millete rahatsızlık verse de fitne seviyesine asla tırmanmaz.
Ya ötekisi? Yani, toplum(sal)vari krizin baş mimarı, aydınlar cemiyetinin baş komutanı olmaya namzet, Führer Hitler misali; ’Heil Gönül Anne’ dedirterek kalabalıkları ayağa kaldıran Çim’li Gönül.. O nasıl? Bakınız şöyle: Mersin’deki uzamış elleri sanki kırmışcasına Ankara’ya sıçrıyor ve bağırıyor: "Orduya uzanan elleri kırarım!"
Haydaaaa! Bu da galiba ’salla başı, attır taşı’ cümlesinden bir Nane yeyişin cücüklü soğanı. Kalabalık: "Bre Kim Anne, pardon Çim Anne, orduya PKK’dan başka uzanan bir el mi var ki. O el de Ankara’da mı da, tutup PKK yuvası Mersin’den çıkageliyor ve tepinişlerinle Tandoğan’ı titretiyorsun" diye soracağına alkış koparıyor..
* * *
Zaman zaman, Hz. Ali’yle Muaviye arasına sokulan ve Kerbela’da 72 şehid’e yol açan, Yezid’le Hz. Hüseyin vakıasındaki Dehma Fitnesi’ne akıl yorarım.
Zaman zaman Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri’nin ’fitne, fücur,kâfir’ kelimelerini, niçin bir çok kereler kullandığını düşünürüm ve Vehma Fitnesi’nin sebeblerine takılır kalırım.
..Ve sonunda, işte şu anki cemiyetin arasında dolaşan ve insan denen sağlıklı varlığın fikir ve ruh birliğine musallat olan o Summün Bükmün Umyün Fitneleri’nin tam orta yerine düşerim. Sağımda; benden bildiğim bir dâvâ adamı, solumda hep bana muhalif bir hava adamı, tepemde saadetime saltanat kurmuş bir talâncı zümre.. Ayak dibimde, erkekliğime durmuş bir saçı süpürge arasında.. döndüğüm, dönebildiğim her yönden, üstüme üstüme gelen fitne selini düşünürüm ki; ’nasıl aşarım..’
Çanakkale’yi bir sefil Seyid Onbaşı’ya rağmen geçemeyen onlar! Ve: ’Medeniyetin tek dişi kalmış canavarı’ olarak ilmin, fennin, tekniğin ve ekonomik gücün beş para etmediğini öğrenen onlar. Yenilmez ünvanlı, ama en başta sarsılmaz imanlı Türk Milleti’nin elindeki yegâne gücü milli birliğine bağlılığını, sonra ananelerine sadakatını, daha sonra da diline, dinine hâkimiyetini gayet iyi bilen onlar..!
Karşısına dikilen ve asla Afrikalı köle yapılamayan, Avustralyalı Oto Benga testiyle ilkelliği, ilkel kafeslerde zedelenip insan mı-maymun mu? sorusuna cevab arayana alet olmayan bu milleti, emellerine alet etmenin, kardeşler arasına sokulacak fitneden geçtiğini öğrenen onlar!
Hz. Ali ve Muaviye ile Dehma’yı, Hz. Fatih ve Konstantin ile Vehma’yı düşünüp, bu devrin ebediyen sürüp gidecek şu üç fitne âlemine daldığım anlarda, galiba onlar: ithal Claudio’larıyla Diyarbakır’ları karıştıramayınca, vazife devrettikleri işte bu Çim Anne Gönül’leriyle, yeniden Oto Benga kafeslerine ulaşmaya çalışıyorlar.
Ama, Çim Anne’ye sorarsanız, o başına niçin taktığını bildiği, lâkin niçin çıkardığını idrak edemediği başörtüsünü savura savura öfkelenişiyle, ’vatan kurtarıyooo.!’ Sonra, onunla birlikte saz-söz, çalgı-çengi, yırtınma-çırpınmayla çalkalanan ve bu ülkenin ’sıfır nokta üç buçuğu’ görülen kalabalıklar da, "vatan, bayrak, cumhuriyet ve ordu kurtarıyoooruz!" zannediyorlar.
Halbuki bu değerlerimizin hiç birisi esarette değil ki..Esarette olan, onların fikirleri, inançları ve itikadları. Milli değerlerin kaybına düşüş.
Benim, milli ekonomiye katkım yok. Ama hiç olmazsa, aşımı ekmeğimi yediren köylüye; "göbeğini kaşıyan adam" demekten utanırım. Kadınımın, milli savunma adına verdiği bir şehidi yok. Buna rağmen, meydanlarda konuşma hakkına sahib Şehid Anaları’nın önüne geçip yaygarayı basmaz. Utanır.. da, miting yerlerini bayrama çeviren ve tavana vurmuş akıllarıyla reklam panolarına resimlerini çizdiren onlara şaşkınlıkla bakınır.,
Ona göre: ’kafataslarının yarısı çam molozu da değildir, ammmaa.! Bütün mesele niye onların böyle olduklarıdır.."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.