- 961 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KOCATEPE MUHRİBİ FACİASI
Üzerinden tam 36 sene geçmiş.
Unutmak mümkün mü?
Tarih 20 Temmuz 1974 Cumartesi. CHP-MSP koalisyon hükümetinde Milli Görüş Kanadı’nın kararlı ve ısrarlı tutumuyla, Başbakan Vekili Prof.Dr.Necmettin Erbakan’ın verdiği emirle Kıbrıs Barış Harekatı başlamıştır. Kara, Hava ve Deniz Kuvvetlerimizin ortak koordinesinde birliklerimiz zafere doğru koşmaktadır.
Harekatın tüm hızıyla devam ettiği 21 Temmuz Pazar günü enteresan, üzücü ve unutulmaz bir olay meydana gelmiştir:
Deniz kuvvetlerimize ait üç adet gemimiz hava saldırısına uğramıştır. Bizim Hava Kuvvetlerimize ait uçaklarımız tarafından. Gemilerimizi Yunan gemisi olarak algılayan uçaklarımız tarafından… Ne yazık ki, Kocatepe isimli muhribimiz batırılmış 54 askerimiz şehit edilmiştir. F.Çakmak ve Adatepe isimli muhriplerimiz ise ağır hasar görmüştür.
Olayın tam detayı sanırım hala açıklanmamıştır. Açıklanan kısım sadece batan Kocatepe muhribinin komutanı olan, Kurmay Yarbay Güven Erkaya’nın bir söyleşi sırasında anlattıklarından Genel Kurmay Başkanlığımızın uygun gördüğü bazı bölümlerdir.
Kıbrıs sahillerinde Baf yakınlarında görev yapmakta olan üç muhribimiz, Hava Kuvvetlerimize Yunan Gemileri olarak tanıtılmı ve vur emri verilmiştir. Emrin detayında bu “Yunan Gemileri”nin bir aldatmaca olarak Türk Bayrağı çekmiş olduğu, personelinin de ana dili gibi Türkçe konuşmakta oldukları söylenmiş, bunlara aldırış edilmeksizin vurulması emredilmiştir. Muhriplerdeki komutanlarımız bu saldıran uçakların kendi uçaklarımız olduğunu anlamışlar, fakat ne dedilerse ateşi kestirememişlerdir. Yalvarmak yakarmak da para etmemiştir. Savunmak için ateş etmeleri söz konusu değildir ve zaten gemilerimizde uçaklara karşı etkin savunma silahları da yoktur.
Tarihe büyük bir facia olarak geçen bu üzücü olayda insanın saçını başını yolduracak hususlar vardır.
İşte en üzücü olan bir sahne:
Askerlerimiz tarafından acele ve önemli kaydıyla Başbakan Ecevit’e bir bilgi verilmiştir. Bu bilgiye göre Türk Bayrağı çekmiş ve Türkçe bilen personel tarafından kullanılan üç tane Yunan savaş gemisi Kıbrıs’a doğru yaklaşmaktadır. Ecevit de derhal telefona sarılarak ABD Dışişleri Bakanı Kissinger’i aramıştır. ABD de vakit gece yarısıdır.
Daha sonra Kissinger’in yayınladığı hatıralarından okuyoruz ki, apar topar yatağından kaldırılan yarı uykulu Kissinger’le aralarındaki konuşma şu tarzda cereyan etmiştir:
Ecevit telefonda bazı Yunan savaş gemilerine Türkçe’ yi iyi bilen personelin yerleştirilip, Türk bayrağı çekildiğini ve bu gemilerin batırılacağını söyleyince Kissinger de şaşırmış, Ecevit’in sözünü ettiği bölgede Yunan savaş gemilerinin bulunmadığını söylemiş, çok ilginç bir yanıt vermişti. Kissinger;
- Eh, kendi gemilerinizi batırırsanız sizi hiç kimse suçlayamaz.
Ecevit:
-Hayır, Dr. Kissinger, onlar bizim gemilerimiz değil. Onlar Yunan gemileri. Türk bayrağı çekmiş Yunan gemileri!..
Üzerinden 36 yıl geçtiği halde bu konuşma beni sinirden terletiyor. Gururumu incitiyor. Bu cevaplarla bile işin doğrusu anlaşılamamış ve Baf sahillerinde yapılan bombardıman sonucu yukarıdaki üzücü olay gerçekleşmiştir.
Bir enteresan olay da şudur:
Sonradan "Kocatepe’nin son 72 saati" adıyla o günleri Yeni Yüzyıl’da anlatan Kocatepe’nin Harekat Merkez Subayı Üsteğmen Özhan Bakkalbaşıoğlu:
-Komutanımız sanki saldırı içine doğmuş gibi sefere çıkmadan 2 gün önce gemiyi terk eğitimi yaptırmıştı.
Diyecektir. Şaşmamak elde midir?
Bu nasıl bir yanılmadır? Sonradan Deniz Kuvvetleri Komutanı olacak olan Güven Erkaya’ya göre, bu feci yanlışlığın kaynağı şudur:
Muğla’daki İl Jandarma Komutanlığı’ndan Muğla Valisi’ne, oradan Jandarma Genel Komutanlığı’na, bu komutanlıktan Genelkurmay Başkanlığı’na, Genelkurmay’dan da Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bir rapor gelmiş. Rapor şu:
"Rodos’ta, Mandrake Burnu açıklarında asker yüklü 10-12 gemi."
İşte bütün olayları başlatan rapor budur.
Muğla’dan verilen ve ham istihbarata dayanan bir raporun deniz keşif uçaklarımız tarafından da teyit edilmesi neticesinde tarihe geçen bu üzücü olay meydana gelmiştir.
Açıklanan budur ama, insan düşünmeden edemiyor, acaba bütün bu istihbarat ve koordinasyonda bir köstebek parmağı da var mıydı? Günlerdir gündemimizi işgal eden, kendi insansız istihbarat uçaklarımızın kendi askerlerimiz tarafından hedef gösterilmesi ve “icabına bakarız” diye yukardan cevaplandırılması iddiaları ister istemez bize başka şeyler düşündürtmektedir. Ayrıca “balyoz” planlarındaki “kendi uçağımızın düşürttürülmesi” senaryo iddiaları da cabası.
Her ne olursa olsun, bir istihbarat zafiyeti olduğu apaçıktır. İnşaallah benzer zafiyet ihtimalleri artık yoktur. Zira Türk Silahlı Kuvvetleri bu olaydan gerekli dersi çıkarmış, tedbirlerini almıştır. Buna inanmak istiyoruz.
Ama gene de düşünmeden edemiyoruz:
Batan Kocatepe Muhribi’nin komutanı Güven Erkaya, 28 Şubat 1997 sürecinde Deniz Kuvvetleri Komutanıdır. Batı Çalışma Gurubu (BÇG) diye bir istihbarat gurubu kurmuş, lahmacunculara, turşuculara varıncaya kadar yurt sathındaki işletmeleri fişletmiştir. Bir duble rakı bardağı bir hükümetin devrilmesinde tetik görevi yapmıştır. Sonunda postmodern bir darbeyi nasıl gerçekleştirdiklerini emekli silah arkadaşları ifade etmişlerdir.
Bu demektir ki, askeriyemiz istihbarat zaaflarını tamamen gidermiş, uğraşacak başka ilgi alanı kalmadığı için BÇG nu kurmuş ve o icraatları yapmışlardır. Öyle inanalım diyoruz ama, uçaklarımızdaki elektronik kumanda sistemlerimiz, tanklarımızdaki elektronik hareket sistemlerimiz hala yabancıların kontrolünde ve insafında değil midir? Bu aksaklıkları giderip, dışarıya bağımlı olmayan bir istihbarat sisteminin kurulması TSK nın görevleri arasında değil midir? PKK ile mücadelede neden başkalarının istihbarat raporlarına ihtiyacımız var?
Herkesin kendi işini mükemmelen yapması esas değil midir?
Kocatepe kocaman bir ders değil mi?
Ekrem Şama
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.