- 1209 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR HAYALİM VAR
Can,Güzel sanatlar Fakültesinin tiyatro bölümünden henüz mezun olmuştu. Arkadaşları özel bir tiyatro kurmayı teklif etmişlerdi ancak o "henüz erken" demişti.
Eğitimleri süresince çok sevdiği ve ekmeğini paylaştığı tek dostu , arkadaşı Ekrem ile aynı evi paylaşmışlardı, Ekrem Arkeoloji’den onunla aynı yıl mezun olmuştu.Arkeolojik gezilere çıkmayı çok seviyordu. İki arkadaş bu konuda hiç anlaşamıyorlardı. İki günden beri birlikte çıkmayı düşündükleri geziyi konuşuyorlardı. Ekrem geziyi yine kendi istediği şekilde ayarlamıştı. Her zaman olduğu gibi Can’a ne istediğini sormamıştı. Ekrem’in böyle bir bencil yanı da vardı.
Bu seyahate gitmek içinden gelmiyordu. Ekrem’in ısrarı ile gideceği geziden zevk almayacağını da biliyordu. Tarihe meraklıydı ama, arkeolojiye değil. Geçmişi yaşamak pek de cazip gelmiyordu. Onun için önemli olan bugündü ve yarını merak ederdi. İstemeye istemeye bavulunu hazırladı. Sabah erkenden kendilerini bekleyen otobüsün koltuklarına oturduklarında gözkapakları hemen kapanıvermişti.
Uzun bir yolculuktan sonra nihayet antik kentin yıkıntıları üzerinde durdular. Tur otobüsünden inip taşlı yollardan seke seke yürüdüler. Serin ve soğuk bir rüzgar yüzlerini yalayıp geçiyordu. Bir an ürperdi. Soğuktan mı üşümüştü, yoksa soğuk taş duvarlarmıydı onu üşüten , anlayamadı.
Rehber, konusunda uzmandı , her taşın , her heykelin ve her yazının hikayesini tane tane anlatıyordu.
Bir çok kimse merakla dinliyordu ama o , gözlerini rehberden kaçırıyor , ilgisini çekecek bir şeyler arıyordu, sıkılmıştı.
İleride bolca ışıklandırılmış MÜZE yazısını gördü, kalabalıktan ayrılıp ışığın davetine icabet etti. İçeride yine bolca ışıklandırılmış camekanlar içindeki yüzlerce yıllık tarihten gelen eserleri incelemeye koyuldu.
Sırayla gezdiği camekanlardan birinde çok güzel bir kutuyu ve kutunun içine yerleştirilmiş rulo halindeki kağıdı incelemeye koyuldu. Eseri tanıtım yazısında Papirüs’ten bahsediyordu.
Yazıyı okumaya devam ettikçe Papirüs’ün , "Mısırlıların MÖ. IV. Binden bu yana kullanmakta olmalarına karşın , bugün elimizde eski tarihlere ait çok az sayıda papirüs yazı yüzeyi vardır” deniyordu.
Birden büyükannesinin anlattıkları gözlerinde ve hayalinde canlandı. Ailesi arasında anlatılan efsaneye göre , kökleri Mısır’dan kölelik düzeninden geliyordu , zaten derilerinin rengi de bunu doğruluyordu. Atalarının tamamı papirüs işçiliği yapmışlardı. Papirüs dedikleri buydu demek. İçinden ılık bir şeylerin aktığını,boğazında bir şeylerin düğümlendiğini hissetti.
Papirüs kelimesi ona Atalarını ve köleliği hatırlatıyordu.
Atalarının Mısır’dan geldiğine dair efsane , kim bilir kaç kuşaktır yeni yetişen aile üyelerine aktarılıyordu. Oda bu efsaneyi çok dinlemişti ama en çok Ata dedelerinden biri olan Shu ismini duymuştu.
Efsaneye göre Nil kıyılarının kenarında sazlıklardan yapılmış bir yerde dünyaya geldiğinde annesi ona “Rüzgarın ve Atmosferin tanrısı “ anlamına gelen Shu ismini koymuştu.
Shu, çocukluğunu Mısır’da kölelik düzeninin egemen olduğu bir dönemde yaşamıştı. İsmine uygun rüzgar gibi bir çocuktu. Her köle çocuk gibi oda, çocukluğunu annesinin eteklerine korku ile sarılarak geçirmişti. Çocukken her ne kadar fiziki bir kölelik içinde olmasa da, düşünceleri , kalbi, ve inançları efendileri tarafından köleleştirilmişti. Daha 10 yaşındayken anne ve babasının efendileri , papirüs kağıtlarına yazdıkları yazılarda yaptıkları yanlışları silmek için minik Shu’nun dilini kullanırlardı.
Oysa Mısır , ona insanlık tarihinin , eşsiz medeniyetinden öncelere uzanan bir inanışı, kültürü ve yaşamı çağrıştırıyordu. Bugüne kadar Mısır’a gidip, atalarının yaşadıkları yeri görmeyi hiç düşünmemişti. Hayalindeki Mısır’da kölelik yoktu.
Okulu bitirdikten sonra çıktığı bu gezide inançları güçlü olan Can’a Atalarını hatırlatan şeyler görmesi, ilahi bir güç tarafından bir şeylerin hatırlatılmak istendiğini düşündürtmüştü. Bu tesadüf olamazdı.
İstemeye istemeye çıktığı seyahatten yeni kararlar almış olarak döndü.
Arkadaşlarının ısrar ettiği özel tiyatroyu , sezonun ilk oyununu kendisinin yazması ve sahneye koyması şartı ile ,büyük emekler sonunda, ailelerinin de desteği ile kurdular.
İlk sezon Mısır’da Köleleştirilmiş Papirüs işçilerinin yaşadıklarına ilişkin oyunun sergilenebilmesi için metni yazma işine koyuldu. Ailede ne kadar yaşca büyük olanlar varsa, onlarla birer birer konuştu. Her aldığı bilgiyi notlar halinde defterine yazdı, anlatılan efsaneyi az çok biliyordu ama bu kez daha farklı bilgilerde edinmişti. Olaylara bakış açısı da değişmişti.
Aylar ayları kovaladı, tiyatro metnini yazma işi sona yaklaşmıştı. Heyecanı giderek artmıştı, artık rüyalarında hep Shu ‘yu görür olmuştu. Shu, dizleri üzerine çökmüş , yarı çıplak bedeni su içinde , üzerinde yırtılmış elbiseleri ve ayağında zincirler ile bir bataklığın kenarında olurdu. 5-6 metre uzunluğunda yemyeşil , üstünde yelpaze gibi şapkası olan bitkileri çıplak elleri ile toplardı. Sonra bitkin bir halde ayağa kalkarak eline aldığı bir asa ile gülerek ona doğru gelirdi, ancak ayağındaki zincirlerin çıkardığı seslerle, Can uykusundan irkilerek uyanırdı. Bu durum kabus halini almıştı. Düşünceleri ile işleri birbirine karışmıştı.
Uykusunu, bölen hep bu rüyaydı. Tedirgindi , yorgun olduğu zamanlarda uykuya geçmek istiyordu ama nafile. Düşünceler geceye dolandıkça, ruhunun akışı değişiyordu, uykuya sarılmadıkça bambaşka bir dokunuşla iç dünyasından çıkamayacağını da biliyordu.
Bu kabustan kurtulmak için bir an önce yazım işini bitirip artık rollerin dağıtımı ve ardından da provalara başlamalıydı.
Okuldaki hocalarının da fikrini almalıydı, tecrübesizdi ve bu onun ilk oyunuydu. Metni okuttu, çok beğenilmişti. Bir iki eksik dışında fevkaladeydi. Hocaları sanatcı seçimi, rol dağıtımı, aksesuar, müzik ve diğer konularda her türlü desteği sundular kendisine. Provalar ağır geçiyordu, çok aksilikler yaşanmıştı. Yine de mutluydu Atalarını anlattığı bu oyun , onun hayatının önemlileri arasına girmişti.
Tüm çalışmalar 1 yılını almıştı. Tiyatroyu birlikte kurduğu arkadaşları ile son hazırlıklar için binaya geldiler. Etrafı incelediler, herhangi bir aksilik olmaması için hummalı bir çalışma içine girdiler.
Bir süre sonra her şeyi kusursuz yapmışlardı, artık başlama vakti.
Ve perde…
Tiyatroları bu özel oyunla “perde” dedi. Salon dolmuştu. Ön sıralarda aile fertleri vardı. Can , hem oyunu yönetiyor hem de başrolde ata dedesi Shu’yu canlandırıyordu.
Can, sahnenin başlangıcında Ata dedesi Shu’nun doğumundan, yaşama koşullarından, en çok yapmak istediklerinden, azminden, iradesinden ve mücadele öyküsünden kesitler sundu.
Oyunun en can alıcı bölümünde elinde rulo yapılmış Papirüs kağıdını yavaş yavaş açtı ve Ata dedesi Shu’nun “insanlığa” yazdığı mektubu okudu:
Sizlere sesleniyorum, Eyy Yeryüzündeki insanlık;
Biz köleler çocuklarımız için, nasıl bir gelecek istediğimizi şu papirüslere yazdık. Onları alın ve Nil nehrinin kıyısına bırakın . Kelimeler en güçlü silahlardır, biz bununla cevap veriyoruz . İnsanlık şiddeti bırakmalı, artık kelimelerle savaşmasını öğrenmelidir.
Tarihte olup bitenlerin, oldu bittiye getirilmeyeceği bilinmelidir. Yapılanlar unutulmamalıdır.
Nil nehrinin kıyısında yatan binlerce köle bedenlerin etrafına yayamadığı ışığı ve düşünceleri aydınlatsın karanlık bedenlerinizi. Yolunuzu onların ışığıyla bulun.
Zaman , tek bir anın sürekli çoğalmasıdır. Geçmişin unutulmaması için, ona sahip çıkmalısınız. Böylece Evren hırslarını yenmiş, aydınlık beyinlerle dolu olgun insanlar kazanacaktır.
Oyunun son bölümünde Shu’nun kölelikten kurtuluşunu , ve siyah köle bedenlere bembeyaz ışık olarak örnek olduğunu ve nasıl etrafını aydınlattığını oynadı.
Son sahnede Siyah pelerini ile dimdik duran , kafasını havaya diken Shu elindeki beyaz güvercinleri sahneden uçurdu, siyah pelerinini yüzünü kapatacak şekilde yukarıya doğru çekti.
Ve perde kapandı.
Can ağlıyordu. Ata dedesi için sahneye koyduğu oyun başarılı olmuştu, alkışlar dinmek bilmiyordu.
Alkışların çağırdığı sahneye tekrar döndü. Birkaç saniye seyircileri seyretti. Salona sessizlik hakim olduğunda ;
“ Bu oyunu , ışıklarını yüzyıllar sonrasına da yayabilen , geçmişte bedenleri ve düşünceleri köleleştirilmiş olan tüm kölelere ve ata dedem Shu’ya atfediyorum. Daha binlerce Yüzyıllar geçse de bu insanlık utancının unutulmaması dileği ile” diyerek sahneden ayrıldı.
15/07/2010
Hülya TÜRK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.