XII. Bir Neden Var
Gün tazesi kumsal, ayak izlerine yedieminlik yapıyordu. Basanın, denize doğal armağanıydı izler. Dalgasına vekâlet verip çekiveriyordu azar azar derinlerine mavilik. Tek bir pürüz kalmayıncaya kadar hafif hafif okşuyordu yanağını sahilin. Her okşadığında hediyesinden bir parça emiyordu. Büyük, küçük… Az, çok… Ne fark... ederdi? Doğa, tam da olması gerektiği zamanda; tam da olması gerektiği şekilde hiçbir ihtimali es geçmeden mucizesine ortak ediyordu her şeyi. İnsanlığın bağrına, göz göre göre; herkesin görebileceği ama kimsenin görmediği sonsuz enerjisini akıtıyordu. Cesur yüreklere ücretsiz giriş biletini saklıyordu kader. Çıkış bedava, giriş yürek isterdi!
Bahri, sahildeki izlerine bakarken deniz durgundu. Düşündükçe irkildi. Hafifçe tenine dokundu. Canlıydı. İlk dalgada eser kalmayacak gibiydi bıraktıklarından. Dümdüz olacaktı her şey. Bir adım daha atmak istemedi. Olduğu yerde kalakaldı. Kırk iki numara bir çift ayak, geçmişten şimdiye onu takip etmiş, utanmadan geleceğin karanlık uykusundan nağmeler fısıldıyordu: “Boşuna yürüme, nasıl olsa yok olacak!” Doğa, enerjisini sakınmadı. Farkındalık iksiri Bahri’nin ciğerlerine boşaldı: “Hayat, geçmiş ya da gelecek değildi. Hayat, bunların toplamı da değildi. Hayat “an” demekti.” Denize koşar adım armağanlar sundu. İçinden şarkılar mırıldandı. Huzurluydu.
Bir neden vardı hiç açıklanamayan. Peki, bu “neden” neden vardı? Leyla, puslu dağ yamacında sırtını dönerken gözlerinde “buğu” kalmıştı. Bahri, “nedeni” bir hap gibi Leyla’nın farkındalığına koymayı çok isterdi. Henüz kimse hazır değildi. Bağ evinden geçici yalnızlık kokuları yükseldi. İkisinin de dinlenmeye ihtiyacı vardı. Daha sonra da birbirleri tarafından dinlenmeye… Zaman, “yoğun anlar” için ilk molasını vermişti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.