KÜCÜK BİR MASAL
KÜCÜK BİR MASAL
merhaba diyerek başlar kücük bir masal
ufak bir tanışma fassından sonra, duygularına hitap eden konuşmalarla devam eder. Ufak bir hikaye,
ankara-istanbul arası gecen... Bu olay bir insanın başına gelebilecek, en güzel ışık şölenleri gibi gözlerimizi kamaştıracak kadar güzel bir sevda .Yaşam o kadar enterasan ki olacakları önceden kestirmek insanların umdugu kadar kolay degil. örnegin, iyi bir satranc oyuncusu elli hamle ilerisini görebilir, ya da gelebilecek hamleleri kestiremez konsantre denen his olmadan sadece iki hamlede yıkılıveririr.Bizim masal da buna benzer.
Öyle bir tutkuydu ki... yanyana duran iki madde düşünün, biri kendi başına sadece basit bir element, ikincisi ise adeta bu element de eksik olan kımyasalı. İkisi birlikte olduğunda... muazzam bir sicaklık yayarlardı etrafa . Sanki yaşamı yıllarca beraber gögüslemiş iki iyi çift gibi, çok samimi ve sicak kanlı muhteşem bir uyum içinde. Sadece sekiz saat beraber olucak olmaları aklımıza geldikce,unutmak için telaşla bir konu açar, ortamı tekrardan ısıtırdık. Hele o bogaz turu yaptıgımız vapuru unutmak... mümkün degil. Bir insanın gözlerinde ne kadar ateş olabilir ki. Ben onun gözlerinde... yavaşca patlamaya hazırlanan, volkan gördüm... etrafındakilerden habersiz. Bir öpücük ne kadar salaklaştırır ki. Dudaklarındaki nem sanki beni hayata tekrardan bağladı. Salaktım belki nemli dudaklardan önce ,şimdi ıslak dudaklarında hatıralarımı düşünerek gecirdigim şu zamanda kendimi hiçte salak bulamuyorum. Yaşam o kadar enterasan ki ayrılık denem kavram insanlara adeta buraya kadarmış dedirtir. Biz öyle demek istemedik bizimkisi bir vedaydı. Daha sonraki masallar da buluşmanın umuduyla, her defasında bir sonraki diyerek atlardık .Peki veda nasıl oldu; işte hayata dolu dolu parlayan gözlerle bakan, iki cift göz... o sırada yere bakan solgun ve sönmüş bir durumda, ellerini tutarak ...seni seviyorum ... diye bir fısıltıyla seslenmişti.Gözlerinde yaş olmasada şurda yüreginin tam ortasında çatlaktan yavaş yavaş sızan, arkasından bakmanın verdigi kırgınlıgın, baskıya dönüşerek gövdemin tam ortasında hissetmesi... arkasından gitme... dur... diyememesi, daha dogrusu o anda ses tellerin de muhteşem baskı sayesinde konuşamaması bir daha vurmuştu beni.
Azgın dalgaların sahildeki kayalara vurdukca çıkardıgı ses gibi ayak sesleri eşliginde...
uzun uzun bakışların sonunda...
başını...
öne egerek...
ne olur bana gitme kal dercesine...
o ince titrek sesiyle...
hoşcakal deli...
hoşcakal esşek...
hoşcakal sevgilim...
hoşcakal...bizi burda diri diri gömen istanbul...
güle güle...
08,09,2006 volkan çakin..