- 2535 Okunma
- 38 Yorum
- 0 Beğeni
Ruhumda Yeşerdi Ufkumun Yareni
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bugün “Sen Ölünce Kim Ağlar?” kitabını okuyanlar kadar hayatı en güçlü yanımla yeniden tanımak istiyorum… Yaşamın bana sunduğu seçenekler içindeki şansımı, hüzünden ve korkularımdan yana kullanarak bana sunulanı nasıl eskittiğimi görmek için henüz geç değil… Erdem! İnsan yanımızın korunması gereken en sıkı bahçesi… Sonrası ise verilene dokunup kendini yağdırmak güzel olana, dirhem dirhem…
Albert Camus “Kara kışın ortasında, içimde galip gelen bir yaz olduğunu fark ettim” demiş bir yazısında… Yaşamın keskin dönemeçlerinde donakaldıkça düşüncelerimiz, hep bir şeyler bizi geri adımlarla yarıştıracak… Biz içimizdeki baharı keşfedene kadar ruhumuz eriyecek zamanın avuçlarında…
Belki de yaşam insanların kendi iç dünyalarındaki labirentleri beslediği için değil midir kendine uzak, gülüşleri eksik yürekler çoğaltması… Bir kadının bir çocuğun ya da bir erkeğin kendine en son yağması değil midir yaşamın son demine yaklaştıkça keşkelerin artması…
Bunları düşündükçe içimdeki kendime tutunma, kendimi çoğaltma savaşı, galibiyetini arayan bir nara oluyor… Hayatın kınında saklı sizli bulvarlarını tek tek geçiyorum düşlerimi allak bullak eden tüm ayrıntıları yok etmek adına… Hayatımın kıyısız denizinde dalgakıran olacak şiirler akıtıyorum yüreğimin adressiz susuşlarına…
Kızıl günlerin ardında saklanan kendimi yine kendimle ödüllendirmenin hazzını yüreğime her dokunduğumda hissediyorum… Sessizliğin koynuna girip dağ masalını içimde çoğaltır gibi çığlık atıyorum atlasın elleri ıslak diyarına… Bugün sessizliğime ben olacak çok şey istiyorum çok…
Doğru olan ama henüz estiremediğim fırtınalarımın yamacına usumu koyuyorum en çıplak rengiyle… İnsan olanın, istemek adına yüreğinin göğüne neler yazabileceği geliyor dimağıma…
Ve…
Med-cezirlerin baş döndüren burgusuna sancılarımı koyup tırnaklarımı kanatana dek silmek tüm keşkelerimi… Sonra ruhumun en mahrem odasında sığınaklar ekmek her üşüdüğümde kendi güneşimi doğurmak için… Ve yaşamın kurallarındaki gizi içimdeki çocuğa tek tek dökmek hiç hesapsız ve cesurca… Hayır demeyi öğrendiğim güne merhabayı verirken, içimdeki serçe kanatlarını atlasımın masmavi salıncağına bırakmak delicesine…
Ah an! Ahh…
En çok da sende kıvrandı umudun zirvesinde konuşlanan duygularım… Senin nehrine akamayan uçurum çiçeği oldu yüreğim... Ne dünümü ne yarınımı hak gördü vefanın yanına fedakârlık diye iliştirdiğim kulaçlarım… Şimdi zamanın kollarına bırakmak istiyorum vadisinde uçurumlar besleyen korkularımı…
Ruhumdaki her kasırganın yamacına kelebek ömrü serpmek ki asıl mananın yaşamak da değil yaşamın kısacık tenine değen sonsuzluğa gidişte olduğunu tek tek keşfetsin sabahlarım diye…
Sonra sığınağımda düşlerimi uyutmak gelecek kasırgalara kafa tutacak nefesler besleyebilsin yüreğim diye… Çünkü aldığım her nefesin bedelini hayal kırıklığı ile peşin peşin ödetti yaşam bana… Artık önce ben diyebilmenin hazzını kıyılarımdan taşırmak istiyorum sırf umudun koynuna girecek yaralı yanlarımın huzuru için…
Aklımdayken söyleyeyim içimdeki çocuğun her yanına usumun en ücra köşelerinde sakladığım en cesur kardelenleri dikmek istiyorum… Her diktiğim kardelen, keşkelerimi susturacak olan ufkumun yarenleri olmalı… Ki ruhumdaki depremin temeline saçlarımın her teline taktığım umut kurdelesinin rengini yansıtsın…
Hadi kendim…
Ektiğini biçmeye başladığın gün doğ yangın ormanı yüreğinin kıyılarından… Acının emzirdiği duygularını ver güven bahçesinin en delikanlı duruşuna… Ruhunda akıttığın her nehir yatağını okyanusuna çevirsin kulaçların güneşe bakarken… Düşlerini yıkadıkça şiirin damarlarında kendine çağlayışın olsun en büyük çığlığın…
Hadi kendim…
Kendine tutunduğun günün aşkına, at naralarını bahara soyunan güller gibi…
Mehtap ALTAN
15.07.2010
YORUMLAR
"En çok da sende kıvrandı umudun zirvesinde konuşlanan duygularım… Senin nehrine akamayan uçurum çiçeği oldu yüreğim... Ne dünümü ne yarınımı hak gördü vefanın yanına fedakârlık diye iliştirdiğim kulaçlarım… Şimdi zamanın kollarına bırakmak istiyorum vadisinde uçurumlar besleyen korkularımı…"
TEbrik ederim şairim.
Muhteşemdi soluksuz okudum.
SEvgimle.
“Belki de yaşam insanların kendi iç dünyalarındaki labirentleri beslediği için değil midir kendine uzak, gülüşleri eksik yürekler çoğaltması… Bir kadının bir çocuğun ya da bir erkeğin kendine en son yağması değil midir yaşamın son demine yaklaştıkça keşkelerin artması…”
Yazınızın herhangi bir cümlesini ele alıp yorumlamak diğerler cümlelere haksızlık olsa da, yukarıda alıntı yaptığım cümleniz daha bir lokal anestezi tesiri yaptı bende.
Hele, hele ekmeğin Aslanın midesinden kalın bağırsağına doğru yol aldığı bir dünyada, semirdikçe semiren labirentler, bu gün labirentten ziyade hepsi birer “kara delik”.
Maalesef yaşamın son deminin matametiksel bir değer olarak bir standardı yok? Yetmiş, altmış, kırkbeş, otuz, onsekiz, yedi, beş, bir. Veyahut sizinde dediğiniz gibi bir kadın bir çocuk ya da bir erkek. Öyleyse Cahit Sıtkı’nın dilimize armağan ettiği, artık klasikleşmiş “yaş otuz beş, yolun yarısı eder” pelesenginin bir hükmü kalmamıştır. Ne yalan söyleyeyim keşkelerim arttıkça korkmaya başlıyorum. Ne olur biri beni çimdiklemesin de, uyanmayayım ne olur.
Tebrikler, saygılar, selamlar
Bizler şiirlerimize "Yürek Yansıması" deriz.
ama bu yazı da yürek yansıması.Hem de pozitif.
Bir yazar kendini ya da düşüncelerini anlatır iken zorlanır. Ben de zorlanırım.Bir başkasını kolay anlatırım ama kendimde çok zorlanırım.
Sevgili Mehtap Altan bunu başarıyor.Yani edebi dilde kalemini yüreğine değdirebiliyor.
Yazının içeriğine gelince..."Kendim" diyor.Ama o kendini bu dünya da kalmaktan ziyade manevi duygularının ağır bastığı sonsuzluğa adamış.
Sonsuzluk ? İnsan çığlıklarının son durağı. Yani ebediyet..
Ebediyeti düşleyen şairlerin evrensel olduğunu düşünürüm.Güzeli düşleyen ve insana has duygularını yüreğinde harmanlayan bir kalemin önünde her zaman saygı ile eğilirim.
İçinizde ki çocuk hep gülsün şair.
Sonsuz saygılarımla.
"Sessizliğin koynuna girip dağ masalını içimde çoğaltır gibi çığlık atıyorum atlasın elleri ıslak diyarına… Bugün sessizliğime ben olacak çok şey istiyorum çok…"
Sevgili Mehtap Hanım yazınızda sanki "ben"i yaşadım...Duygularımıa tercüman olmuş...
Böyle güzel bir yazıyı okumak için fazla geç kalmış gibiyim...
Sevgilerimle...
Mehtap ALTAN
teşekkürler...
Kızıl günlerin ardında saklanan kendimi yine kendimle ödüllendirmenin hazzını yüreğime her dokunduğumda hissediyorum…
Sevgili Mehtap, zevkle okuduğum kalemlerdensin; yazın güne çok yakışmış.
Kutluyorum... Sevgilerimle...
Mehtap ALTAN
teşekkürler...
Şiir gibiydi desem ne olur evet her cümle bir şiire konu olabilecek kadar anlamlıydı.
Kendinize verdiğiniz gayret çok güzeldi.
Kutluyorum günü hakeden seçkiyi.
Sevgilerimle.
Mehtap ALTAN
Teşekkürler...
Mehtap ALTAN
Çünkü her can bir fırtına sonrası sessizliğin ardında bekler ...
teşekkürler...
Tebessümün en utangaç halini anlatan bir harfimiz olsa ya da noktamız,virgülümüz mesela;nasıl da yakıştırırdım şimdi buraya.
Merhabalar Sevgili Mehtap,
Aklıma ne geldi hemen onu diyeyim,çünkü biliriz çağrıştırdıklarıyla yaşıyordur dünya bizde her ne kadar kendisine ayak uydurmak için inadımızla cebelleşsek de böyle.
Çok iyi hatırlıyorum yine hayatım bilmem kaç yıl öncesini. Bir bilgi yarışması sonucu kitaplar hediye edilmişti. Hiç duymamıştım o yazarın adını,Reşat’ı ezber etmiştir yüreğim,Gülten Dayıoğlu öyle keza ve tabii daha niceleri,çocuktum ya o zamanlar. O kitabı okumak istememiştim,çünkü hikaye yoktu. Hani adam kıza aşık olacak,bir sürü sorun çıkacak ve sonra yine birlikte olacaklar olur ya masalvari. Sanırım bir sene boş boş oturdu kitaplığımda ama sonra artık biraz da büyümüştüm herhalde okumaya karar verdim ve bir şey daha diyeyim mi o yazarla tanışma vs. yıllar geçti ama ben o kitabı ve tabii yazarın diğer mevcut tüm kitaplarını hâlâ bıkmadan,usanmadan okurum. Şimdilerde düşünüyorum da biraz da sanırım yazarın mesleğinden ötürü seviyorum artık,çünkü edebiyatla uc uca zıttayız meslek itibarı ile ama aynı fakülteden vs. Yazmaya engel yoktur hiçbir zaman,iş,güç vs. hiçbir meşgale buna sebep olamaz.
Şimdi bu yazıyla ne alaka Havin söylediklerin diyeceksiniz. Ne mi ? Hissettiğimi söyleyeceğim. Şiir de öyledir diğer edebi türler de öyledir ki yazmak,yazı esnasında ecel teri dediğimiz can bulur kalemin kurşununda. Bu yazıyı yazarken –ilk tasarı düşüncesi ve ilk satırlarının zamanını kastediyorum- eminim ki tüm yılgınlıklarınız gözlerinizin önünden film şeridi gibi akıp gitmiştir hatta cayma isteğiniz bile olmuştur belki fakat sona doğru yaklaşırken gülümsemelerinizi tahmin edebiliyorum ve sonrasında yani şu an okurlar ile birlikte arada okurken yine gözlerinizi ağrıtıyordur belki de kalbinizi. İşte ne ilginçtir ki büyüsü burada başlıyor,yazdıklarımız bizi mutlu etmiyor fakat okuru bazen çok mutlu edebiliyor. Yukarıdaki örnekte bahsettiğim yazarın kitabı şu günüme değin dayandığım en güvenli sırttır bana mesela ama kendi sözlerini hatırlayınca,kötü şeyler söylememişti yine kitabındaki gibiydi ama kırıklığını hatırlıyorum ve çok uzun zaman geçti ama hatırlıyorum söylediklerini ve ben daha çocuktum o zamanlar ama kendimden beklemediklerimi yapabilecek kuvveti Allah’ın izni ile onu okuyup da kazandığımı inkar edersem her iyi amelim çarpar nefsimi.
Demem o ki böyleli muhtevası olan yazılar,dikkatli emekle kaleme alınırlarsa yazarın peşinden gelen iyi dilekler hiç bitmezler…
Aslında en önemlisi de ne biliyor musunuz,deneme türlülerinde kalemin savaşı çok daha ağırdır. Şiire benzetirim hep nedense. Şiir kadar duru,akıcı olabilmeli cümleler. Aradaki tek fark birindekilere mısra denilecek diğerindekilere cümle denilecek ama tat aynı tat olacak, okura hissettireceği duygu aynı olacak,olmak zorunda. Ve bu yönden incelediğim vakit de samimiyetimle söylüyorum ki başarılı.
“Artık önce ben diyebilmenin hazzını kıyılarımdan taşırmak istiyorum sırf umudun koynuna girecek yaralı yanlarımın huzuru için…”
Oldukça uzun bir cümle ve de duraksız…bilmem anlatabildim mi..
Yazım durumlarına bakınca da aynı şeyi söylemekten çekinmeyeceğim. Üç noktalar arada gözlerimi tırmaladılar ama bunun için ne diyeceğinizi bildiğime yemin dahi edebilirim ve dolayısı ile yakışıyor kesinlikle. Hem mantığına uygun hem de yüreğin çığlığına. Ne çığlıklar vardır oralarda. Yanlış yazımların olmaması mutlu etti beni açıkçası,emek verilmiş,özen gösterilmiş,dikkat edilmiş ama bunun önce kendisinin emeğine saygıdan olduğuna inanıyorum. Okur bu saatten sonra taktir etse de olur etmese de…
Ve çok az ana fikre bakınca,
“biraz ben”
Demek yüreğinizi acıtıyor değil mi ama bakınca da mutluluk sadece orada gibi yine değil mi..
Ama…
Bu ben demek her “ben” demeye benzemez,buna dikkat etmeli okur. Kısacası:
Düşündüren – tabii düşünmeyi bilen için- ve gerçekten rota tayin edebilecek bir yazı idi.
Keyifle okudum ve sağlıkla.
Sevgiler diliyorum yanında güzel günlerle.
Esen kalın.
Mehtap ALTAN
Oldukça uzun bir cümle ve de duraksız…bilmem anlatabildim mi.."
demişsiniz ya sevgili HAVİN...
Gülümsedim...Çünkü düzyazı çalışmalarımdaki ortak eleştiri cümlelerimdeki uzunluk... Bir türlü kısaltamadım, bir cümleye başladım mı sanki o cümlenin büyüsünde coşuyor yüreğim...
Elbette düüncelerini dikkate alacağım...
Anafikirdeki BEN çok çekici geliyor evet biraz da olsa ben diyebildiğimiz an içimizdeki BİZİ mutlu edeceğiz...Geç oldumu başarabilir miyim bilmiyorum ama olay bu sanki...
teşekkürler emeğe değen emek için..
**Havin_**
Ama ben onu eleştiri niyetine yazmadım ki aksine güzel bir yetidir. Uzun cümle kurmak kolaydır belki ama akıcı,anlaşılır halinden kurmak zordur ve bunun burada kolaylığını gördüm. Aynısı bende de oluyor ki bu yorumların boyları neden kısalmıyor sanıyorsunuz. Anlıyorum yani..
Geç mi dediniz....Bu ifadenin doğrusu yoktur başlı başına yanlıştır niye mi...
Neye göre geç , Azrail'in ziyaret vaktine göre mi kim bilebilmiş ki şimdiye dek de biz geç diyelim...Yaşlandık mı yoksa,yaşı almadan yolu almak kolay mıdır...İmkansızdır...
Sevgimle.
Mehtap ALTAN
Bu ara geç olmaması adına değil mi tüm gayretlerimiz...
sevgimle...
''Aklımdayken söyleyeyim içimdeki çocuğun her yanına usumun en ücra köşelerinde sakladığım en cesur kardelenleri dikmek istiyorum… Her diktiğim kardelen, keşkelerimi susturacak olan ufkumun yarenleri olmalı… Ki ruhumdaki depremin temeline saçlarımın her teline taktığım umut kurdelesinin rengini yansıtsın…''
aldım gittim..
bu dur işte..
tebriklerim çok
Mehtap ALTAN
teşekkürler...
İnsanlar yaşlandıkca içindeki çocuk ölmüyor ister istemez bir yerlerde yeniden haykırmak için bekliyor
Olgunluğun verdiği ve olmamız gereken yerden çıkmalı bazan çocuklaşmalı bazanda kendimize izin vermeli
Kendimize yakışır şekilde kuralları ve tapuları yıkıp bütün olumsuzlukları bir kenara bırakmalı...
Güne yakışan güzel bir yazıydı yazarı kutlarım.
Mehtap ALTAN
teşekkürler...
Yaşamın bize sundukları ya da sunacaklarının sadece bizim izin verdiklerimizle alakalı olduğunu öğrendim. Burada bahsettiğim özgür iradesi ile yaşayabilen, seçimlerini kendi yapabilen şanslı insanlar için.Geçmişe dönüyorum da arada,beni inciten insanları olayları düşünüyorum:Aslında bizi inciten kendimizden başkası değilmiş.Ben artık buna inanıyorum.
demiştim bir yazımda..
güne düşen bu eseri yürekten kutluyorum canım.
Mehtap ALTAN
teşekkürler...
Mehtap ALTAN
teşekkür ederim çok...
Her köşesine açılan bütün manzaraların ya da canlandırmaların ipleri de elimizde gibi bakıyoruz yaşama...
Yıkılmalar, hüsranlar ve yitirilen sevgililer-dostlar dışında dökülen gözyaşları da bu yanlış kanıdan ileri gelmiyor mu...
Oysa bu bir oyun... Kendimizi rolüne fazlaca kaptıran ya da en iyisini oynamak isteyen oyuncular da bizleriz.
'Ruhumuzda yeşeren ufkumuzun yareni' ise paletinizdeki umut ve yaşam sevinci renginin, kendi tuvalinizdeki fırça darbesidir. İşte bu oyunun dışındadır, oyunu bozmaktır...
Kutluyorum sayın Mehtap Altan, başarılı deneme çalışmanızı, kaleminizi
Mehtap ALTAN
hep teşekkür ediyorum...
sevgimle...
Bunları düşündükçe içimdeki kendime tutunma, kendimi çoğaltma savaşı, galibiyetini arayan bir nara oluyor… Hayatın kınında saklı sizli bulvarlarını tek tek geçiyorum düşlerimi allak bullak eden tüm ayrıntıları yok etmek adına… Hayatımın kıyısız denizinde dalgakıran olacak şiirler akıtıyorum yüreğimin adressiz susuşlarına…
Hz.Ömer olmalı, elinde bir çubukla daire çiziyor, sonra bir merkez yapıyor daireye, sonra merkezden çembere oklar çiziyor; Peygamberimiz okları işaret ederek; Ya Ömer hayat gördüğün bu oklar gibidir..Bir bir tüketirsin ve oklar bittiğinde, sende bitersin...
Tam ifade edebildim mi ama, bu notu çocukluk yıllarımda bir kaynakta okumuştum ve ogün şöyle düşünmüştüm; demek insan okları tüketmek yerine, aksine çoğaltmalı, hatta olabildiğince..Hayat, azalmaktan çok,yalnızlaşarak çoğalmaktır bir anlamda...
Çok şey söylemiyim hemi? Yazıya gölge düşmesin. O denli samimi, sıcak ve güzel yazı ki...Sayfaya da inadına yakışmış...
Yürekten kutladım.Selam,saygı...
Mehtap ALTAN
ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM ÇOK...
Aysel AKSÜMER
Mehtap ALTAN
sevgimle...
hadi gidelim ve yaratalım içimizdeki kardelenleri soğuk kış günlerinde ısıtsın bizi umut ordan başlasın ve yayılsın bir tohum gülücük bahçede..
Mehtap ALTAN
HELE DE YÜREĞİME RUHUMA BU YOLCULUKTA EŞLİK EDECEK LACİVERT SENSEN...:)
SEVGİMLE...
lacivertiğnedenlik
Derin bir iç konuşmasına eklenen duru bir anlatım tarzı...
Düşünceler geçmiş ile gelecek arasında yolculuk yaparken bir anda ya da belki de tam şu anda ufak bir mola veriyor yolculuğuna...
Sanırım bu yazı da işte tam o mola sırasında ortaya çıkıyor...
Hangi kelimeyle ifade edilmeli bu yazı diye düşünüyorum...
"Derin..."
Evet evet, derin bir yazı, okurken içinde kaybolmak da mümkün, çırpına çırpına hayata geri dönmek de mümkün...
Kaleminize ve ruhunuza sağlık...
Saygılar...
Mehtap ALTAN
kaybolurken kendimiz bulmak değil midir hayat...
ve yazılarda hep hayatın damarlarından gelen nehirdir...
teşekkürler...
Bir kez okudum zira çıkmam gerekiyor bu yazıyı birkezle bırakmamak gerektiğine inanıyor dönüşümde birkaç kez daha okuyup derinliklerime işlemem gerektiğini söylemeden edemedim...Teşekkürler...
Mehtap ALTAN
teşekkürler...
Mehtap Hanımcığım anlatımınızı o kadar beğendim ki..Son satırı okuduğumda keşke hiç bitmeseydi dedim. Teşekkür ederim paylaşımınız için. Hayatın içinden hepimizin bir şeyler bulabileceği bir yazıydı. Umutlarımızın hep yeşil kalması dileğiyle.. Sevgilerimi sunuyor ve tebrik ediyorum.
Mehtap ALTAN
teşekkürler...