Dizi: SENİ TANIDIM İSTANBUL/13 NİŞANTAŞI’NDA NİŞANGÂH TEŞVİKİYE’DE TEŞVİK
Bu yazı dizisi, elbette tarihi bir araştırmaya dayalı değilse de tarihi bir heves ve hevanın, insan denilen; aklı, mantığı, duygusu, düşüncesi, arzusu ve sevdası farklı bir varlıklar cemiyetinden biri tarafından, önce rastgele beyaz kâğıtlara dökülüşüdür. İşte bu itibarla yolumuz, bölüm bölüm yazdıklarımızdan sonra nereye uğruyorsa, gördüklerimizi bir kısım suallerimize aldığımız cevablarla konu maeşgûliyetinde bulunuyoruz.
Bugün 14 Şubat 2001.. Ve uğradığımız yer Teşvikiye.. Bir dostumuzun sağlık meselesi için teptiğimiz yolun nihai noktasında sağlıklı günler beklerken karşımıza sevdalı günler çıkıyor. Her tarafta, dükkânlarda ve cadde boylarında çiçek teşhirleri. Teşvikiye’nin mahalle oluşunun 149. yıl günü aklıma geliyor. Mahalleli acaba bu günü mü kutluyor derken 60’lık bir ihtiyarın bir TV muhabirine alaylı ifadeler sunduğunu görüyorum.
-Sevgiliniz var mı?
-Var, diyor ihtiyar. Ve çağın en ayıbı bir üslûbla; ‘25 yaşında, taptaze’yi ilâve ediyor. ‘Gepegenç, çok güzel’ gibi yakışıksızlığın ardından ‘bugün ona 300-500 milyon harcarım’ hovardalığını dile getiriyor. İstanbul’un bir bölümündeki yoksulluk kepazeliklerini anlayamaz bu kafaya ‘tuh!’ deyip az yukarılardaki Osman Bey’de İtalyan mezarlığına uğruyorum.
Sonra Rumeli Caddesi’ne. Belki bu caddede toplum yalakalığı yok ama bu kez karşılaştığımız manzarada Loes, Faros, Pepita, Necesstiy, İnfinity, Rasyo ve L’etoile’lerin; Evrim, devrim, Tiffany ve Milenyum’larla buluştuğu Şanthi Restaurant’lar, Merit Cafe’ler var..
Neyse, yabancı azınlıkları bu millet yeni yeni tanımaya başlamadı ki. Tarihin en mühim dönemlerinede dahi azınlık hükümranlığını yaşamışız.. da onun için halâ insani ve İslâmi güzellik yerine toplum yalakalığını tercih etmişiz.
Teşvikiye.. tarihen adıyla Haseki Tarlası. Padişahlarımızın spor, atıcılık ve gezinti yapmak için ara sıra geldikleri bu bomboş araziler, öyle bir zaman geliyor ki Sultan Abdülmecid’e ‘burasını ihya et’ fikrini aşılıyor. Nihayetinde şimdiki Teşvikiye’ye gelen yolu açan ferman buyruluyor. İşte hikâyesi: “Osmanlı padişahlarının gezinti ve spor gösterileri yapmak için gittikleri hali bir yer olan Haseki Tarlası denilen şimdiki Teşvikiye semtinin bir yerleşme yeri olmasını isteyen Abdülmecid burada geniş yollar açtırmış, bu vesile ile biri Nişantaşı’nın dört yol ağzında, diğeri Harbiye Polis Karakol Amirliği’nin yanında olmak üzere iki mermer sütun üzerinde Eser-i Avatıf-ı Mecdi-e Mahalle-i Cedide-i Teşvikiye kitabelerini yazdırıp kendi tesis ettiği bu yeni mahalleye Teşvikiye adını vererek halkın da bu semte rağbet etmesini, binalar yaparak yerleşmesini teşvik etmek istemiş, 1853 senesinde buraya yerleşip oturacak Müslüman topluluğu için Teşvikiye camii adı ile bilinen cami ile birlikte okul (sıbyan mektebi, ilkokul) inşa ettirmiştir. Teşvikiye camiinin Hünkâr mahfeli kapısının üzerindeki aşağıya aldığımız manzum kitabesinde;
ŞEH-İ ÂLİ BU SEMTİ İHYA EYLEYİP KILDI
AHALİSİ İÇÜN BU CAMİ-İ ZİBAYI –NEV- BÜNYAD
DEVAMI ŞEVKET İÇÜN EYLEYİP HAYIR DA ETTİ
İKİ TARİH-İ CEVHER MAYEYİ ZİVER MULU İNŞAD
GÜZEL CAMİ-Kİ TEŞVİKİYE NAMİLE ŞEREF VERİR
ESER-İ ZİB-İ CİHAN ABDÜLMECİT HAN EYLEDİ CİHAT (1853)
Bu eseri ihya edenin ve Teşvikiye camisini yaptıranın Abdülmecid Han olduğu anlatılmaktadır. Caminin avlusunda iki tane Nişantaşı vardır. Üzerlerindeki kitabede Selim III’ün tüfekle 1260 gezden (gez bir ok boyu veya bir arşın uzunluğundadır) su testisi hedefini; diğeri de Mahmud II’nin yine testi hedefini vurdukları anlatılmaktadır.
Bibliyofrafi: Kolağası Mehmet Rauf Mirat-ı İstanbul. Sh. 301-303 Alem Matbaası 1314. Milli Eğitim Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü Anıları Koruma Kurulu İstanbul Rölöve Bürosu arşivinden derlenen bilgiler.”
Osmanbey, Nişantaşı ve Ihlamur üçgenindeki Teşvikiye’nin kuruluşuyla ilgili tarihi notlar, zayıf cümleler dizisi hâlindeTeşvikiye camisinin Hünkar mahfeline çerçeveletilmiş ve halkın dikkatine sunulmuş. Bu sunuşu, yineliyorum, acaba kaç fantezi düşkünü TV gördü, bilemem. Lâkin sanırım Teşvikiye, adına yakışan bir kuruluş günü yaşamıyordur.
Teşvikiye Camii’ne gelince; Bânisi Sultan Abdülmecid olan 1853 tarihinde yapılmış bu eserin günlük güneşlik bahçe bankları envai insanları ağırlıyor. Buralarda güneşe yüz verip uyuyandan, dudaklarındaki ruj lekeleriyle allayıp pulladıkları sigaralarını pofurdatan aylak hanımlara, sebilde abdest alıp namaza hazırlık yapanlardan, cenazelerini sanki kaçıp gidiverecekmiş gibi dikkatle bekleyen bahaneci beynamazlara kadar, nice sınıflılar insanlığının sanki mesireliği, ya da ibadetgâhı burası..
Vakit öğle vakti, bir kısım insanı gaflet anından uyandırırcasına, Hz. Bilâl’in sesi yanıklığındaki Ezan sesi Teşvikiye’de yankılanıyor. Bazıları halâ sigara müptelalığına, bazıları da halâ cenazeyi kaçırmamaya gayret ederken, kadın-erkek cemaat oluşturmaya avludan ibadethaneye giriş yapıyor. ‘Kılana Allah’ın rızası, kılmayana telkin aşkı’ duyguları içinde sona eren dua vakti sonunda Sultan Abdülmecid’in Teşvik’e mazhar camisini inceliyorum. Osmanlı mimarisinin geç devir sanatından örneklerle harikulâde bir eser ortaya konmuş. Mükemmel teknik, mükemmel deha ile buluşmuş ve minber, mihrab, kürsü mahiyetinde ne varsa hepsi mermerlerle pekiştirilerek tavana doğru zahmet hidayetle buluşturulmuş. Mihrabın sağındaki (kereste) köşe direğinin kubbe alt kısmıyla birleştiği yerde bir tavan çöküntüsü meydana gelmiş. Her nedense yazının yazıldığı tarih itibariyle bu camide ne eskimişse yenilenmemiş. Ki bu da bir nevi buradaki orijinaliteyi ön plâna çıkarıyor.
Zaten Teşvikiye’nin tarihine baktığınızda camiyle birlikte bölgenin evvelden bugüne 149 yıllık bir mazisini görüyorsunuz. İşte 149 yıllık bu camide Hünkâr mahfeli dahil bir çok yer de erimiş ve öze dönüş yapmakta olan devrin kallavi taşları, örüldükleri duvarları, dünün sanatının özelliği hakkında sizi bilgilendiriyorlar.
Teşvikiye camiinin iç bölümünde mihrabla minberin yanı sıra hoşa giden bir diğer husus sade renklerin takviyesiyle insanı cezbedici, ahtapot kolunu andıran ve tek merkezden alt kısma dağılan kubbe deseni ki, henüz bir başka muhteşem camide bu tarzı yakalamış değilim. Hünkâr mahfeli ise dört mermer sütun üzerine kurulmuş ve cephesindeki Osmanlı tuğrasının iki tarafında da Sultan Abdülmecid’in kitabesi yer alıyor. Bu hâl içindeki caminin ana giriş kapısı kenarına yerleştirilmiş su küpünden geçmişine susamışların içebilmesini arzulayan bir gönül mutmainliğiyle Teşvikiye’ye veda ederken, biraz uzaklardan dönüp Nişantaşı’na mırıldandım.
-1853’teki 1260 Gez acaba bugün kaç eder?
İşte cevabı: -Hiç etmez!
Sebeb; -Çünkü Haseki Tarlası’nı ara ki bulasın. Teşvikiye insan kaynıyor. Her yönde yüzlerce hedef.. Ama tüfekler esarette. Tarih uykuda. Şanthi ve Merit Cafe’lerse inadına uyanık.
Hattâ toplum yalakası –ezkaza- 60’lık adamı vurmanız bile mümkün. İradenizden bir tüfenk sesi gelse, toplum kabadayısı muamelesi başlayabilir. Aman haa.. Nişantaşı’nda nişancılık modern çağın azizliğine uğramıştır.
Harbiye, Deniz Müzesi’nin olduğu muhit. Müzeyi dıştan gördüğüm kadarıyla çok mühim eserlerle donatmışlar. Detaylara sonra gireriz umudumla, küçük bir not sunayım. Teşvikiye’den Harbiye’ye gidişte 17 Türk Devleti’ni temsil eden Hakan’lar, Han’lar, Şah’lar, Kaan’lar ve Bey’lerin yer aldığı kronolojik tabloya mekânlık eden bir park var. M.Ö. 204’ün Mete Han’ından 1923’ün Mustafa Kemal’ine değin bütün devletler, başkanlarının heykelleriyle tanıtılıyor. Netice; Teşvikiye’ye veda, onlarda kalış..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.