- 1624 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Hayata Dair
İlk Işık
Nemli topraktan fışkırıp; filizlenmeye başlayan bir bitkinin ışığı ilk gördüğü anda hücrelerinde olan değişim. İşte yaşamın dinamiği ve hayatın ta kendisidir bu ışık…
Yeni doğmuş bir insan ışığa kavuşana dek, ilk nefesi içine çekene dek, saydam maviliklerdeki ışık; üzerini saran zardan süzülüp kemiklerine işleyene dek hayat pusuda bekler…
Işığa kavuştuğu anda hayat sarıp sarmalar onu. Kundağı olur. Aylardır kanla yoğrulduğu bir karın boşluğundan; sonsuz büyüklükteki kâinatta dönüp duran dünyaya hapseder onu.
Bir bebeğin plasentasından sıyrılıp; ilk tokatı yiyene dek geçen sürede; o dinginlik anında, ciğerlerine dolmayı bekleyen havanın saydam maviliği… İnsandan insana; sıvıdan sıvıya; kandan kana; candan cana. Kromozomların dansı. DNA ların kilitlenmesi birbirine. Küçük bir bedende şekillenmesi yeniden… Binlerce yıldır sessiz çığlıklar atarak bekleyen; yaratanın izniyle, tek vücut olmuş iki insan değil midir hayatın kaynağı?
Ve sorgular…
Yaşadıklarımız ve yaşayamadıklarımız. İlk ve son nefes arasına sıkıştırdıklarımız. Elimize yüzümüze bulaştırdıklarımız. 365 günlük aralarla saldırıya geçen dev dalgalara aldırış etmeden; sandala dolan suları fark etmeden, ’’ha gayret ’’ diyerekten boşa kürek çektiğimiz; ama o çabaya rağmen her geçen gün hızla dibe yaklaştığımız hayatımız . Bir göz kapanır ve son nefes verilir. Güneşin çekildiği gibi saçlardan; kanda çekilir mavi ve mor binlerce damarın içinden. Oysa daha ne çok şey görmemiştir insan. Hiç uçan bir balık görmemiş; mavi bir çiçeği saçlarına takmamış; bir mezarlıkta sabahlamamıştır oysa. Hiç kullanmadığı sözler vardır halbuki. Sevgiye dair, dostluğa dair. Ağlamadığı nice tavan araları vardır; yazı yazamadığı binlerce kağıt; mürekkebini bitirmeye ömrünün yetmeyeceği binlerce kalem; yüzünü bile zar zor hatırladığı ve şimdi nerde olduğunu bile bilmediği dostları…
İnsan arkadaşlarının yüzünü bile hatırlayamıyorsa, gerçekten arkadaşı mıdır o insanlar? Yoksa yine mi kendini kandırmıştır? Hayat sadece bir kandırmaca mıdır? İnsan kimi kandırır? Kendisi midir kandırılan? Oyalansın diye ölene dek; eline tutuşturup bir kaç kırık anıyla; köşeye bırakılmış-daha çok ağlasın , üzülsün diye-küçük bir çocuk değil midir insan? Hiç büyümeyen. Hiç anlaşılmayan. Derdi nedir bunun hayatla, insanlarla ya da en mühimi kendiyle diye sorulmayan!..
Büyüdükçe küçülür…
Beden büyür, kalp büyür, ruh büyür. Sonra durur büyümesi bedenin. Kalbi yavaşlar. Ama büyümeye devam eder ruh. Sığmaz o yorgun bedene. Işığı kalır geride yaşanmışlıkların. Her şey anlamını yitirmiştir, suyun serinliği yoktur, güneşin yakıcılığı, karın soğukluğu... Bakar insan yaşadığı kötü olaylara ve asla yaşayamayacağı ya da tekrar dönemeyeceği zamanlara. Son kez vurur yüzüne ışık. Gözyaşları dökülür üzerine. Cansız bedenine. Plasentadan sıyrılıp dünyaya geldiği günkü gibi ıslanır. Ve toprak dolar ışıktan nasibini almış bedenine. Ölen unutulur. Ama her yeni doğan bir umuttur. Sormaya cesaret edebilen var mıdır kendine? Gün gelip hayatın ta kendisi olan ışıktan ayrılmak zorunda olan bir umut, gerçekte ne kadar umuttur?
Hayata hiçbir güzellik katmayan, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” ürkekliğinde ve korkaklığında yaşayan insanlar, sözüm sizedir. Varlığınız hiçbir insanı mutlu etmedi bu dünya da ama üzülmeyin. Gün gelecek toprağın altında çürüyen bedenleriniz, milyonlarca böceği mutlu edecek. Kimi çiçek olur ölünce. Mezarın üzerinde yeşeren bir çiçeğin köklerinden özümsenip; taht misali yapraklarında oturur, bahar misali. Kimi de sadece böcek yemi olmaya gelmiştir bu dünyaya. Daha yaşarken çürümüş olan kalplerinizi böcekler neylesin? Hayattayken tatlı bir dille sunuşlar yapamadın insanlara. Bari toprak altında bir çiçeğe kök ver de arılar balından yararlansın!...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.