- 965 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İNSANIN İKİYÜZLÜLÜĞÜ
İnsanın yaratılışı, evrenin oluşumuyla beraber olduğu için bu iki olguyu veya fenomeni aynı paralellikte kullanmak en doğrusu olması gerekir kanısındayım. Bu yaratılışın kaynağını akıllı geçinen bilim adamları, insanlığın yaratılışına ve çoğalmasına daha değişik uydurmalar getirerek iyice bu sis perdesini karaladılar ve kalınlaştırdılar. Fakat bu sav kendisini birçok dallara böldü. Kimi bilim adamları insanın topraktan geldiğini, kimi Adem ile Hava’dan, kimi de maymundan türediğini ileri sürdü.
İnsanın yaratılışı gereği olsa da sonradan akıllı biri ortaya çıkıp, insanın yaratılışını Adem ile Hava’dan çoğaldığını ve bugüne kadar geldiğinden dem vurmaktan geri durmadı. Zaten bu savın öncülüğünü yapan ve kendisine inanç kaynağı olarak lanse edenlerin birçoğu veya dünyanın dörtte üçü insanoğlunun doğuşu ve çoğalması Adem ile Hava’dan geldiğini savunmaktadır. Açıkça günümüzde yeryüzünde yaşayan insanların tek ve ortak anası ve babası Adem ile Hava söylencesidir. Hikâye bu şekilde insanlara yutturulmuştur. Ancak hiç kimse bilmez bu insanoğlunun ortak annesi ve babası olan Adem ile Hava’nın ten renkleri acaba beyaz mıydı, siyah mıydı, sarı mıydı, buğday tenli miydi? Hal böyle olunca birçok Adem ile Havva türleri karşımıza çıkmaktadır.
Diğer ilginç bir nokta veya çelişki de insanoğlunun gelişimi bu Adem ile Hava’dan çoğalma tezidir. Bu gelişme ve çoğalma sonucunda çok ilginç ve akıldışı bir olayla karşı karşıya gelmekteyiz ki bu da şudur; eğer insanoğlunun ortak anası ve babası Adem ile Hava’dan geliyorsa, o zaman insanoğlu ilk dünyaya gelir gelmez günümüz zihniyet yapısına göre "ensest" olayıyla karşı karşıya gelmektedir. Bu kelimenin anlamına bakalım.
Tahsin Saraç’a ait fransızca- türkçe sözlükteki anlamı şudur: 1-Mahremi ile zina, mahremler arasında zina. 2-Mahremiyle evlenme. 3-Mahremiyle zina yapan ya da evlenen.(TDK-bilgi basımevi-Ankara-1976)
Birde "mahrem" kelimesinin anlamına bakalım. 1-Yakın akrabadan olduğu için nikâh düşmeyen. 2-Başkalarına söylenmeyen, gizli. (Atatürk kültür, dil ve tarih yüksek kurumu Türk Dil Kurumu yayınları, Türkçe sözlük-Ankara-1988)
Bu durumda günümüzdeki insanoğlunun kalkıp bu olayı bir aileye veya bir klana veya bir cemaate veya bir zümreye veya bir topluma mal etmesi tamamen akıl dışıdır. O zamandan bu zamana gelindiğinde yeryüzündeki tüm insanlar Adem ile Hava hikâyesinden yola çıkılırsa, bu ensest yoluyla çoğalıp büyük toplumlar haline geldikleri tezi anlaşılır. Ama bu düşünce ve fikire alternatif olarak ortaya atılan sav daha mantıklı ve daha ahlakîdir; "yer damar damar, insan kısım kısım" tabiridir. Bu demektir ki insanoğlunun Adem ile Hava’dan geldiği ve onlardan türeyip çoğaldığı tezi sis içinde kaybolup gideceği gayet net bir şekilde anlaşılacağı kaçınılmaz olacaktır.
Peki neden ilkçağ insanı, eskiçağ insanı, ortaçağ insanı, yeniçağ insanı ve modern çağ insanı diye belli bir peryodik zamanla insanlığın tarihi gelişimi izahı getirildi? Diğer bir tarzla neden modern insan tipi yaratılmaya gidildi veya buna ihtiyaç duyuldu. Bu modern insan tipi nasıl olmalıdır ki ilerde istenilen bir başka dünya insanı veya yepyeni bir insan tipini yaratıp barışçıl, huzurlu bir ortam içinde bir yaşam tarzı getirilsin ve yaşattırılsın? Açıkçası bu yeryüzündeki çatışma, iyi insanla kötü veya şeytan insandan hangisinin egemen olduğu sorunu sürekli akılları kurcalamış ve ikisi de birbiri için birer korku ve kâbus içinde beraber ve yan yana kendi iradeleri dışında da olsa yaşamaktadırlar. Bu da gene insanın ikiyüzlülüğünden kaynaklanan bir marifetidir.
Günümüzde bütün toplumlarda bir başka sorun yaşanmaktadır. "Aile içi veya toplum içi şiddet" sorunu güncel bir sorun haline gelmiştir. Şimdi bu sorunu yaratan kimdir? Elbette egemen sistemin gene kendisidir. Sistemlerdir ki bu da gene egemenler tarafından yaratılmaktadır. Aile içi şiddet, süreçle sistem içinde toplumsal sorun haline gelip toplumsal içi şiddete dönüşür.
Peki ya insanın şu ikiyüzlülüğüne ne demeli? Modernleşme adına ağzına burnuna bulaştırdığı ve dillendirdiği sürekli şu deyimlere ne demeli; Ar, namus, töre, iğfal, bekâr, bakire, vs...vs...
Şimdi oturup bir mantıklı düşünmek gerekir. Bilhassa iğfal ve ırza geçme veya tecavüz vs. gibi çeşitli kavramlar da mevcuttur. Örneğin evlilik olayı bir iğfal şekli değil midir? Yani bu iğfal olayı iki kişinin istekli olarak cinsel ilişki içine girip hem gönülleri birleştirmek, hem de birkaç defalığına ikisinin de birbirlerini iğfal etme hakkı vardır. Bu hak da çocuk yapma hakkıdır. Aslında iğfal olayı sadece kadının kadınlığına veya genç kızın bakireliğine bağlı olarak ortaya atılmıştır ki, bu da saçmadır. Her canlı, doğal yapısı gereği kendisine has bir biyolojik ve fiziksel yapıya sahiptir. Önemli olan bu doğal yapıyı görmek gerekir. Bunun için birinin bakireliği bozuldu, diğerinin bilmem neyi bozuldu gibi abes şeylerle insanoğlunu meşgul etmek pek iyi bir şey değil. Böyle durumlar sadece birer politik çirkinliklerdir. Mantıksız da olsa, genç bir erkeğin bekârlığı söz konusu değil mi? Hatta genç biri evlendiği zaman gençler yeni evlenen genci, bekârlıktan çıktığından dolayı kınarlar. Bu da toplumsal ve geleneksel bir yaklaşım olayı ama iyi olmayan bir şeydir. Hem genç kız için, hem de genç erkek için değişim söz konusudur. Bu konunun daha değişik boyutları vardır. Yani bu iğfal olayını sadece kadın düzeyinde ele almak da erkeklerin erkliğinden ileri gelmektedir ki, bu da saçmadır. Mantıklı olarak evrenin oluşumuyla birlikte her şeyin doğal olarak erkek ve dişisi beraber var olmuştur. O halde iğfal olayı sadece kadına veya genç bir kıza indirgenmemelidir. Eğer insanlığın medenileştirilmesi söz konusuysa, bu medenileşme olayı da bu şekilde yürümez. Kadın tarafını sırf aşağılamak için bu deyimi kullanmak da insanın veya toplumun medenileşmesine yardımcı olmaz, tersine arada cinsel farklılığın hızlandırılmasını getirir ki uygarlık adına iyi bir gelişme olmaz. Feministlerin ortaya çıkması da bu gibi bağnaz düşüncelerden dolayı ortaya çıkmıştır.
Bu söylem aynı zamanda erkek için de geçerlidir. Günümüzde nice erkek çocuklar bile sadist kadın ve erkekler tarafından iğfal edilmektedirler. Bazı kadın tipleri bile zoraki erkekleri kendi cinsel arzuları uğruna cinsel ilişkiye zorlarlar. İşte medya rezaleti ortadadır. Porno filmler dizginlenemiyor. Aslında bu konuyu sadece erkeklerin erkliğine bağlamak biraz hata olur. Bu konuda kadının da payı büyüktür. Erkek eğer kadını mal veya süslü bir obje veya eşya olarak görüyorsa, kadının buna alet olmaması gerekir ki tam tersine durumların gelişmesi de ilginçlik arz eder. Bu durum, yolda çıkmış veya kendi kadınlık duygularının esiri olmuş bir azınlığın da hoşuna gidiyor demektir. Çünkü kadın da kendisini öyle görmektedir. Bu da yine vahşi kapitalist sistemin yarattığı bir çirkinliktir. Kadın ve erkeğin beraber böyle bir evlilik olayında rol almaları da gene gönüllüce ve isteklice bir gelişim veya birliktelik temelinde olmaktadır.
En kısa bir şekilde tekrar belirtmek gerekirse evlilik olayı da resmi bir iğfal şeklidir. Ama insanoğluna göre evlenmenin de çeşitleri var. O da nedir? Biri imam nikâhlı, diğeri de resmi nikâhlı evlilik türüdür. Daha da bu evlilik türleri çeşitlendirilebilir. Yani açıkça iğfal çeşitleri bitmez. Latife anlamında genç bir çift için kullanılan bir deyim var; "eli elime değdi acaba hamile miyim?" gibi!.. Eğer söz konusu her cinsel ilişki iğfal veya tecavüz temelinde ele alınırsa, o zaman resmî olarak legalleştirilen evlilik olayı da mantıklı olarak bir iğfal şeklidir. Ama aradaki fark şudur; biri legal, diğeri illegaldır. Biri yasal yoldan olur, diğeri de yasadışı yoldan gelişir. Biri istekli olur, biri isteksiz olur. Ama şu bir gerçek ki özellikle kapalı toplumlarda yapılan evliliklerin çoğu görücü usulüdür ki hiçbir çift mutlu bir yaşam sürmemektedir. Bu da zoraki evlilik olayı kapsamına girer ve resmî dilde iğfal anlamına gelir. Mantığın almadığı şudur; insanın cinsel arzusu onun iç güdüsel sorunudur. Bu güdü onun en temel hakkıdır. Bu hak doğada yaşayan tüm canlı varlıklar içindir. Zaten insanın veya canlı varlıkların üreyip çoğalması da gayet onun en doğal halidir. Sadece bir püf noktası var. Bu da insanın kendi düşüncesinin kat ettiği gelişim sürecidir. İnsanın insan olma süreci!
Konu istenilen düzeyde ele alınmak isteniyorsa, bu insanlık çok ağır ithamların içine gireceği de şüphesizdir. Bunun bir yığın örnekleri vardır. Hem toplumun sahip olduğu dini inancın sahibi Peygember ile Ayşe’nin durumu, hem de insanlığın yaratılışına mal edilen Adem ile Havva hikâyesine kim nasıl bir açıklama getirebilir? Bu konunun altından nasıl kurtulabilir? O halde eğer medeniyetten, çağdaşlaşmadan ve geri kalmış toplumları ileri bir seviyeye ulaştırılmak isteniyorsa, bu gibi çirkefliklerle toplumun değil gelişimi, bunun da gerisine düşülür. Toplumun gelişmesine yön vermek için devlet düzeyinde daha akılcı ve daha mantıklı şeyler üretmek gerekir.
Sormak gerekir; evli bir kadın kendi kocası tarafından nasıl iğfal edilir. Bunu dillendirmenin ne anlamı var? İnsan, toplumsal ahlâkî yapıyı bu şekilde dillendirerek mi modernleşir? Kanımca hayır. Resmi evlilikle zaten evli çiftler kendi arzularıyla birleşip çiftleşirler. Böyle bir birleşme de mantıklı olarak düşünüldüğünde yukarda da belirttiğim gibi gene aynı kapıya çıkmaktadır. İğfal ve tecavüz! Kanımca adlandırma yerinde yapılamıyor veya bu konu abartılıyor. Bilhassa evli bir bayan çoluk çocuğa karıştığı halde medyanın halen kalkıp "işte falanca yerde kaç çocuk annesi kocası tarafından iğfal edildi veya kocası tarafından zorla tecavüze uğradı" gibi akıl almaz deyimlerin kullanılması yetersizliktir. Zaten o annenin veyahut da kadının kadın olmasıyla iğfale yönelik bir rolü vardır. Eğer sistemin konuşturduğu veya bahsettirdiği yöntemle hereket edilirse asıl konu yerini bulmaktadır. Yani hem evlenmek isteyen bir genç kız, hem çoluk çocuk sahibi bir kadın, hem de genç bir kızın iğfal edilmesi öz olarak aynı anlama gelmektedir. Yani özde evlilik hem bekâr erkek için, hem de bakire kız için ilk iğfal olayını içerir. Kim ne derse desin ve ne bahaneler getirirse getirsin bu böyledir? Aslında toplum, bu şekilde bir eğitim sistemiyle eğitilemez ve modernleştirilemez. Çünkü bu kavramın veya her kavram istenildiği gibi veya istenildiği şekilde kullanılamaz. Bilhassa medyanın bu tür konulara dikkat etmesi gerekir. Daha çok eğitimcilerin veya bilim adamlarının bu tür toplumun ahlâkî yapıları üzerinde sürekli yoğunlaşmaları ve gerekli ön tedbirleri almaları gerekir. Bütün olumsuzlukların en kötüsünü insanın kendisi yarattığı halde bunu kalkıp ikiyüzlülükle bir bireyi, aileyi, cemaati, klanı veya bir toplumu töhmet altına bırakmak en büyük acizliktir. Önemli olan bir ülkede, eğer ciddi temelde bilimsel bir eğitimle bir gelişim şekli topluma empoze edilmek ve modern bir toplum tarzı yaratılmak isteniyorsa, o zaman bilim adamları ve eğitimciler bu işe kollarını sıvamaları gerekir. Aksi taktirde toplumu modern hale getireyim diye toplumun ahlâkî yapısını rencide edici ve kendi kendisiyle yabancılaştırıp yobazlaştırarak zehirletmeye kalkışılır ki bu en tehlikeli bir yöntemdir. Toplumun beynini yalan-yanlış bilgilerle donatmak ve rehin almak, o toplumu değil modernleştirmek, tam tersine batakta diri diri ölmesine göz yummaktır. Bu konuda var olan sistemi de sorgulamak gerekir. Ayrıca bu konuyu günümüz sisteminden kopuk ele almamak gerekir.
Yukardaki konuya veya örneğe dair birde "ensest" olayına değinmek gerekir ki zaten bunun anlamını aşağı yukarı ilk girişte belli bir açıklama getirmiş bulundum. Açıkçası günümüzde aile içinde meydana gelen her türlü şiddet olayıdır ki bu şiddetin içeriği ne olursa olsun, onun nedenine sebep olan asıl sorunun kaynağı gidip devlet ve sistemle özdeşleşir. Aile içerisinde varolan veyahut da gelişen bir olay, devlet sisteminden kaynaklanan bir durumdur. Şiddete başvuran bir devlet gene kendi bağrında mutlaka toplumsal şiddeti doğurur. Çünkü devletin kendisi bir şiddet biçimidir de ondan. Şiddet şiddeti doğurur. Devlet, toplum üzerinde kurulmuş bir şiddet aygıtıdır. Devlet, ilk başta topluma çeki düzen verme ve onu idare etme gibi algılansa bile, bu da bir yanılsamadan başka bir şey değildir. Yani şunu rahatlıkla diyebiliriz ki bazı insanların geninde illahi ki şiddet vardır. Bu da insanın kendi hayvanî doğasında mevcuttur. Onun bu hayvanî yönünü günümüzde görmemek de bir başka olaydır. Canlı alem içinde veya canlı varlıklar içinde en vahşi yaratık insanın kendisidir. Bu da onun en doğal yapısıdır ki onu canavarlaştıran da gene doğanın canavarlığıdır. Bu sebeple ikisi de birbirinin tamlayıcısıdır. Doğa felaketlerinin vuku bulması buna bir örnektir. Fakat ne yazık ki doğa felaketine karşılık çareler aramak yerine insanoğlu birbiriyle uğraşmaktadır. İyi insan ve kötü insan mücadelesi devam etmektedir. Ama önemle belirtmek gerekirse insanın kendisini eğitmesi sadece okula gidip eğitim ve öğretim görmesi anlamında değildir. Önemli olan insanın ilk önce hem kendi öğretmeni olması, hem de kendi evini bir okul, bir üniversite haline getirmesidir. Yani kendi kendisini eğitmesini bilmelidir. Böyle bir olayın gerçekleşmesi dahi insanların örnek temelinde birbirlerine uyarıcı olması da şarttır.
Sonuçta güzelim cennet dünyası kötü ruhlu insan için dar gelmiştir ki onun için sürekli hep yalan uydurmuştur ve iyi ruhlu insanla uğraşmakta direnmektedir. Halbuki onun yaşaması da gene iyi insan sayesinde günümüze kadar gelmiştir. Bu sebeple insanın üreyip çoğalması da Adem ile Havva’dan kesinlikle değildir. Bu sebeple kalkıp sadece herhangi bir aileyi, bir klanı, bir cemaatı, bir toplumu "ensest" kavramıyla töhmet altında tutmak çok büyük bir ikiyüzlülük ve siyasi bir ahlâksızlıktır. Eğer insanoğlunun ortak anası ve babası Adam ile Havva ise o zaman bu "ensest" olgusu tüm insanoğluna ait olup kendisinin kendisine iftirası ve itirafıdır.
Bu durum hem bir iftiradır, hem de dolaylı yollardan bir itiraftır. İftira şudur; sadece "ensest" olayını bir kesime yüklemek bir iftiradır. Çünkü Adem ile Havva hikâyesi sadece bir kabileye ait değildir. Dünyanın dörtte üçü bu hikâyeyi kabul etmektedir. Böyle bir durumda eğer insanın çoğalması ensest yoluyla olmuşsa, bu durum bugün kötüleniyorsa o zaman tarihçiler, bu çirkefliği dolaylı yollardan sadece bir kesime yüklemeye hakları yoktur. Bu durum, bu kadar net ve açıktır. Hiç kimse de gocunmasın. Çünkü insanlığın büyük bir çoğunluğu bu savı ileri sürmekte ve benimsemektedir. İleri insanlık aslında bu sava karşı çıkması gerekir. Bu sav, resmen "ensest" içerikli olup, günümüzün toplumsal ahlâkî yapısına ters düşmektedir. Günümüzdeki toplumun atası Adem ile Havva olamaz. İnanılan bir şey varsa, bu da insanoğlunun evrenle beraber yaratılmış olması ve günü geldiğinde tekrar ona dönmesi zorunluluğudur. İkinci bir yol da şudur: İnsanoğlu kendi atasının Adem ile Havva’nın olduğunu kabul edip ve insanın çoğalmasını "ensest" yoluyla mantıklı görmektedir. Dünya’da insan nüfusu çoğaldıktan sonra bilim adamlarının, dünya nüfusunu azaltmak için zorunlu olarak bu yönteme başvurdukları taktik bir olaydır.
Bir başka olay da yakın ekraba evliliğinin sakat çocuk doğmasına yol açtığı fikrinin ortaya atılmasıdır. Bu da gene dünya nufusunu aşağıya çekme işiyle ilgilidir. Bir hikâye uydurulmuş. Neymiş efendim; "İnsanın ilk ortaya çıkması az olduğundan Adem, Havva ile yatmış iki oğlu olmuş, oğullardan biri anasıyla yatması gerekiyormuş. Bundan dolayı kardeşler anayı paylaşmamış ,bu şekilde biri diğerini öldürmüş ve anasıyla yatmış, ondan kız çocuk olmuş, erkek kardeş kız kardeşiyle yatmış, baba kızıyla yatmış ana oğul ile yatmış ve böylece insanın çoğalması bu şekilde olmuş ve bugüne kadar gelmiş." Hikayenin özeti kısaca budur. İnsanlık böyle bir ahlâkî çöküntü (!) olayını yaşamış ve eğitimciler günümüzde bu gibi olayı da "ensest" olarak adlandırmıştır. Bu durum günümüz dünya insanlığı için normal gibi görünse bile, böyle bir anlayış sistemi ve böyle bir çirkefliği normal ve kabul görmek de gene ahlâkî durumdan uzak bir kabul biçimidir. Meryem ile İsa hikâyesi de aynıdır.
Eğitimciler ve bilim adamları ya bu "ensest" kavramından vazgeçecek, ya da bu kavramı bir başka bireye, kabileye, aileye, cemaate ve topluma mal etmeyecek veya kabul etmeyecek gibi bir tavır geliştirmek zorundadır. Eğer Adem ile Havva örneği göz önünde tutulursa, bütün insanlık suç içindedir ve suç islemiştir. Bütün dünya insanlığı, bu sebepten dolayı yoz bir ahlâk içinde olduğu da kaçınılmazdır ki buna yoz emperyal ahlâk yapısı demek kanımca yerinde olur. Bundan dolayı bunun düzeltilmesi gerekir kanısındayım. Ayrıca bütün dünya ileri insanlığına çağrım şudur; egemen sınıfın siyasî anlamda dini inanç yapısı olarak dayattığı ve insanlığa empoze ettiği ve yaydığı Adem ile Havva hikayesini yerle bir edin. Onun siyasî ahlâksızlığını da yerden yere vurarak teşhir edin. Siyasî olarak bu kavramı bir topluma yakıştırmak da gene siyasî yetersizlik, ahmaklık ve siyasî ahlâksızlıktır.
İnsanlığın yaratılışından günümüze kadar emperyalist-kapitalist ve yeniden küreselleşme hegemonyacı egemen devletlerin yaydığı ve yarattığı Adem ile Havva hikayesinin tüm ileri insanlığın etik yapısını rehin aldığını görmek çok geç olmuştur. Bu da insanın ne kadar ikiyüzlü olduğunun gerçek kanıtıdır. Açıkça her türlü araç ve gereci sürekli elinde tutan hep zengin ve egemen kesimler olmuştur. Bu sebepten dolayı bu emperyal güç, sürekli her dalda ve her konuda gerek üretimde, gerek ekonomide, gerek siyasette, gerek kültürde, gerekse dini inançta hep kendi egemen düşünce tarzı doğrultusunda bir sanal yalan üzerinde kurulu bir tarih uydurmuş olup, ezilen dünya insanlığına empoze etmiştir. Ama uydurduğu bu sanal yalana kendisi de inanır olmuştur ki böylesi bir durumda baltayı kendi ayağına vurmayı da ihmal etmemiştir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.