ISLAK DÜNYA
Küçücük bir çocukken yaptığımız her şey büyüklerimizin gözüne hoş görünürken, büyüdükçe bazı davranışlarımız, hallerimiz gözlerine batmaya ,onları rahatsız etmeye başlıyor.Bir zamanlar gülerek,sevinçle karşıladıkları eylemlerimizi,biz büyüdükçe,çeşitli anlamsız yaptırımlarla,ikazlarla engellemeye çalışıyorlar.
Önceden kahkahalarla,alkışlarla,ödüllerle karşılık verirken,sonradan tavırları sertleşiyor.Bir bakıyorsunuz ”Ayy..masanın üzerine işemiş aslan oğlumuz” deyip mutlu oluyorlar,bir bakıyorsunuz “Dıt!” diyerek azarlıyorlar sizi,ortada kalıyorsunuz,İşesem mi? İşemesem mi? Ben ortada kalan çocuklardan olmadım hiçbir zaman.Lise’ye kadar aynı kararlılıkla ,tutarlılıkla işedim durdum.Asla kaypaklık,döneklik yapmadım.Sadece gündüz altımı ıslatmayı bıraktım ilkokula başlayınca.Önlük giyip yaka takıncaya kadar evimizin bahçesinde, etrafında arkadaşlarımla kurduğumuz oyunları yarıda bırakıp tuvalete gittiğimi hatırlamıyorum.
Arkadaşlarımı ellerinde top orta sahada tuvaletten dönmemi bekler halde yüzüstü bırakmadım asla!Hem altıma işedim hem topumu oynadım,hem ip atladım hem işedim.Oyunlar bitince koştum banyoya,üzerimdekileri sıyırıp yıkandım,tertemiz pijamalarımı giyindim.Yatmadan zoraki tuvalete gönderdiler beni,dakikalarca beklememe rağmen bir damlacık olsun yapmadan yatağıma döndüm.
Yatak insanın ne kadar mutlu eder,ne çok güvende hisseder insan kendini gömülüp yattığı yatağında.Harika bir şey! Ondan mıdır bilmem yatağa uzanır uzanmaz gözlerim dalmaya başlar, uykunun sınırlarına dayanır dayanmaz üzerimde taşıdığım çetin bir yük gibi gelen bütün çişlerimi yatağa boca ederdim. On dakika önce bir damla düşürmeden tuvalette nöbet tutarken, yatakta bir akvaryum(küçük akvaryum ama) dolusu çişi salabiliyordum, yatağı suluyordum, ıslanıyordum boğazıma kadar.
Altını ıslatan çocuk oldunuz mu; alıngan oluyordunuz ister istemez. Her şeyden nem kapıyor, her söylenenden, her işaretten kendi durumunuzla alakalı manalar çıkarıyorsunuz.
Başarıyorsunuz da! Yanınızda biri veya birleri “ ne kokuyor burası” dediğinde, hemen kendinizi, pantolonunuzu yoklamak mecburiyetinde hissediyorsunuz. Bu daha sonraları bir refleks halini alıyor. Veya son sel felaketinden(!) sonra üstünüzü, başınızı(sözün gelişi başınızı, yoksa başınıza kadar ıslattınız manasında değil)temizleyip temizlemediğinizi hatırlamaya çalışıyorsunuz. En alıngan olunan saatler de akşam saatleridir bizim gibi çocuklar için. Yatma zamanı geldiğinde başınızın üstünden, sağınızdan solunuzdan kaş-göz işaretleri uçuşmaya başlıyor.
”Nerde yatıcak?”,
“Ne sericeksin altına?”,
”Bez var mı? Kuru bez!”,
“Üfff…”
“N’apalım?”
“Bıktım ya..Allah canımı alsa da kurtulsam”, manası yüklü Kızılderililerin haberleşme dumanlarına benzer, şifreli işaretlerin sebebi,başını yere düşürmüş,başka işlerle meşgul olup meseleyi anlamamış gibi davranan,o çişli çocuktur.
Annem bizim gibi tatillerde köyümüze gitmeyi çok arzuladığı halde amcalarımızın, dedemizin evinde kalmak zorunda olduğumuzdan isteksiz davranırdı. Aslında o da çok isterdi akrabalarımızla kaynaşmamızı, dedemizin dizinin dibinde oturup onun hikayelerini dinlememizi, abdest alacağı zaman, ayağından yaz kış eksik etmediği iki kat yün üzerine çekilmiş, merserize çorapları çıkarmamızı.Annemin bizi köye götürmemesinin sebebini sonradan öğrendim ve şok olmadım.Sebep “ben”mişim meğer.Zira altını ıslatan bir çocukla misafir olarak günlerce kalmak zor bir işti doğrusu.Bunu duyduğumda “N’olur anne,yemin ediyom altıma işemiycem,hiç işemiycem” diye yalvarırdım.Bu sözümü tutabilmek uğruna sabahlara kadar uyumadan, gözlerim kurbağa gözüne dönmüş halde uykusuz kaldığımı, dün gibi hatırlıyorum.Sabaha kadar uykusuz kaldığım geceler boyunca,hiç çişim gelmezdi,bir damla bile yapmadan sabaha çıkar,”keşke uyusaydım,yapmıyıcakmışım demek ki” diye hayıflanırdım.Bazı geceler ise uykusuzluğa dayanamaz,olduğum yerde uyur kalır,sabahleyin sırılsıklam kalkardım.Bu işin ayarı yoktu,olmaz derdin olurdu,olur derdin olmazdı.
Akrabalarımızın çocukları anneme yalvarır “Yenge..ne olur bizim evde kalalım bu gece…he de ne oluuur” diye yalvarır,ödümü oynatırlardı.Allah’tan annem keskin gerekçeler bulur bu istekleri geri çevirirdi çocukları kırmadan, büyük sırrımı açığa çıkmadan.”Olmaz oğlum,üstünü açıyor geceleri,zaten çok hasta iğne yapıyorum her akşam,iyileşsin o zaman kalır sizde” bahanesinin yaz kış demeden geçerli olması beni çok sevindirirdi.
Hastalık dediklerinde müthiş rahatlıyor, başımdaki bu utanç sebebiyle az da olsa huzur duyuyordum. Fakat “hastalık” olduğunu söylerken büyüklerimin dudak kenarlarının bir tarafının kulaklarına doğru hafifçe gerilmesi, bakışlarındaki “zavallı çişli çocuk” sızan manasını hissedince feci bozuluyordum. Yaşayan bilir, küçücük bir çocuğun altını ıslatması hoş karşılanabilir. Sabahleyin kravat-gömlek giyip, ayakkabılar gıcır gıcır, havalı havalı ortaokula giden büyük çocuğun yapması aynı şey değil.
Yaz altını ıslatan çocuklar için sevilen bir mevsim. Çünkü yataklara saldığınız çişiniz sabaha doğru buz kesilip sizi üşütmez. Sıcacık yatar, sıcacık kalkarsınız. Kış ise hele mevsim şartlarının çetin geçtiği bölgelerde bütün bu çocuklar için felaket, afet zamanıdır. İlk önce sizi saran tatlı sıcaklığın etkisiyle rahatlar, üzerinizde ne varsa fırlatır atarsınız kenara. Bir saat geçmeden önce belinizi saran acı soğuk bütün vücudunuzu esir alır. Başlarsınız attığınız örtüleri aramaya. Ya bir de yaşınız on beş veya daha yukarıysa, idrar torbanız bir öküz kadar çiş biriktirmiş olur. Büyük çocuklar için çok zor, çok. Bazı sabahlar kalkıp, yorganın kaldırıp, çarşafta yaptığınız haritaya bakarsınız. Çeşitli adalara veya iç denizlere (coğrafya bilginize bağlı olarak tabi ki) benzeyen şekillerden, ne miktarda yaptığınızı tahmin etmek ne kolay olur bilseniz. Bazı sabahlar ise çarşafın üzerinde bir harita göremediğinizde sevinçten zıplarsınız yatakta. Bir anlık süren bu sevinç zıpladığınız anda gözlerinizin önüne serilen koca okyanus haritasıyla hüzne dönüşür. Çarşafın tümünü ıslatmışsınızdır, yüzünüzün rengi çarşafın solgun rengiyle bütünleşir adeta. Bütün elektriğiniz, neşeniz tuz buz olur, uçar gider bir anda. Hele benim gibi kardeşleriniz altını ıslatmıyorsa durumunuz daha vahim demektir. Benim iki kardeşim küçük yaşta kestiler altlarını ıslatmayı. Yürümeye başlayınca terk ettiler. Üçüncüsü ise ilkokula başlayıncaya kadar yatakları benimle yarışırcasına ıslattı durdu. O da babamın nazlı kızı olduğundan altına kaçırdığında ”donum terledi” der herkesi güldürür, olayı tatlıya bağlardı ya, benim durumum hiç böyle neşe kaynağı olmadı nedense. Onun için hoş bir kabahat sayılıp, küçüklüğüne verilerek kahkahalarla sineye çekilen bu durum, bana gelince ailenin en büyük sıkıntısı, müşkülü kabul ediliyordu maalesef.
O kardeşim de ilkokula başladığında kesince yatak sulamayı, ben tek başıma kaldım sırılsıklam yataklarda. Ortaokul son sınıftan itibaren kendi kendime “bezlenmeye” başladım. E,artık ergenlik de başlamıştı. O yaşta çocuklar annelerinin kendilerini yıkamasını kabul etmezler delikanlılıklarına, onurlarına dokunur ya. Ben de annemin beni bezlemesine itiraz edip, kendimi bezlemeye başladım. Ne erdem! Ne kadirşinaslık! Ancak bezlenmenin ne kadar zor bir işlem olduğunu o zaman anladım.En ufak bir yanlış bağlama, unutkanlık,gevşeklik muşamba donun tamamen işlevsiz kalmasına sebep oluyordu.Kenarlarını titizlikle sıkıca bağlayamadın mı..gittin.Hiç giyme ,bağlama daha iyi.Hiç olmazsa belini sıkan, uykunu kaçıran naylon olmaz poponda,mışıl mışıl uyursun.Bağladın mı,bez var diye rahata verip iyice salıyor insan kendini.Ve eskisinden daha ıslak bir ortamda uyanıyorsunuz.Batırmış oluyorsunuz muşambanıza güvenip altınıza serilen o güzelim yatakları,bembeyaz çarşafları,naftalin kokulu, işlemeli yorgan yüzlerini.
Bazı sabahlar çok erken kalkar,ıslak çarşafları,pijamalarımı,yorganın yüzünü ütüyle kurutur tekrar yatardım.Ne keyifle yatardım anlatamam,sevinçten gözüme uyku girmez,ben yine de uyuyormuş gibi yapar,anneme sabah sürprizi yapmaya hazırlanırdım.Lise talebesinin annesine çok sevindireceğini düşündüğü sürprizine bakar mısınız;”Bu sabah altımı ıslatmadım…heyoooo!”. Sabahleyin yataktan kalkan annemin “Ayyyy..evde pis bir koku var” çığlığıyla bütün hayallerim ütülediğim o kupkuru yorganımın üzerine yıkılır beni boğmaya çalışırdı sanki.
Ders notlarım düşmeye başlayınca annem “hava atıp gezeceğine otur ders çalış, her imkanın var, sen bir zayıf daha getir çocuk, o ıslak çarşafını götürüp okulun bayrak direğine asıcam, dalgalansın kurusun orda” diyerek beni ders çalışmaya teşvik ederdi. Görüyorsunuz değil mi altını ıslatan çocuğun ders çalışmaya gayretlendirilmesi bile bir başka oluyor. Yine de ailem bu konuyu yanımda açmamaya azami özen gösterirdi. Akşamları hep beraber otururken ıslak konular açıldı mı, annem gözleriyle babamı, kardeşlerimi uyarır konunun kapatılmasını sağlardı. Ben bu kaş göz işaretlerini yakalar acaip bozulurdum. Konunun açılması bir dert kapatılmaya çalışılması ayrı bir sıkıntı olurdu benim için. En mahcup olduğum olaylardan biri de çamaşırların asılmasıydı. İçimden ipte dizili çarşaflara, yorgan yüzlerine, bezlere, muşambalara “kuruyun n’olur “ diye yalvarırdım. Çamaşır ipinde şahsıma ait bezlerin, çarşafların asılması, yorganımın, yastığımın pencere pervazında saatlerce güneşe atılması beni kahrederdi. Öyle zamanlarda mahalleden uzaklaşır, diğer mahallelerdeki arkadaşlarımla oynamaya giderdim.
Bazı geceler küçük kardeşimle beraber yatmak zorunda kalırdım. Kardeşim altını ıslatmadığından benimle yatmak istemez, yalvar yakar ikna edilirdi. Yatağa girmeden ayağını çarşafın üzerinde gezdirir, çarşafın altındaki naylonun sesini duyunca yine başlardı mızmızlanmaya. Annem onu yine kandırır yanıma yatırırdı. Gece altımı ıslatıp uyanınca, hemen kardeşimi ayaklarımla ıslak tarafa yuvarlatır, üzerimi değiştirir kuru tarafta yatardım. Sabahleyin kalkınca hangi tarafta yattığını unutur, altını ıslattığını zanneder ağlamaya başlardı.
Bir de çarşafın altından serilen naylon sergiler vardı o zamanlar. Bazen iyisi rast gelirdi. Bazen de üzerinde hareket ettikçe “gutur..gutur” sesler çıkaran kalın,kamyon kasalarına örtülen cinsten naylon serilirdi,o beni mahvederdi.Bir de sabahın erken saatlerinde bir yolcu,bir akraba misafir gelmişse,yanlarında akranınız bir kızları da var ise.Yandınız!Başka nasıl bir işkence olabilir ki!Öldünüz resmen ya!
Bu gibi durumlarda yataktan kalkarken yorgan, çarşaf, örtü ne varsa kucaklar, bir tek yattığım karyola ve yatağı bırakır, öylece hepsini yüklenir kendimi banyoya atardım. İşte böyle… Bir cumartesi sabahı mışıl mışıl uyuyordum. Okul çocukları için hafta sonları harika zamanlardır. Ders yok, öğretmenlerinizden iki gün de olsa kurtulmuş oluyorsunuz. En hoş olanı, uykunuzun en tatlı yerinde mecburen kalkıp, zoraki kahvaltı yapmak derdiniz yok. Gel keyfim gel geçiyor gününüz. Eğer sevdiğiniz kız annesiyle beraber sizin için sabahın erken saati sayılan vakitte evinize gelmemiş, başucunuza oturmuş sizi seyretmiyorsa. Fakat bu tam tersine olmuşsa, benim başıma gelen gibi, altınızı da ıslatmışsanız mosmor kesilip kalıyorsunuz. Sıkıca sarılan muşamba bezi gece sağa sola dönüp gevşetip, bütün çişinizi yatağa boca etmişseniz vay halinize! Yattığım yerden gözlerimi açınca karşımda mahçup, kıpır kıpr iki masmavi gözün beni süzdüğünü görünce utancımdan az kalsın şok’a giriyordum.”Tüüh!” dedim içimden,”yandım çıra gibi, bittim”.Sevdiğim kız karşımda bana bakmıyor mu? Bir de gülmüyor mu? Aklıma ilk gelen çarşafın altına serilen naylonu fark edip etmediğiydi. Çarşaf tam kapatmışsa görmüş olamazdı. Bezden sızan ıslaklığın yatağı ıslatmaması için itina ile serilen naylon, üzerindeki çarşaf büzülmüşse, kesin görmüştür dedim. Peki, görmüşse anlamış mı ne olduğunu acaba? Eğer o da altını ıslatıyorsa sorun yok, anlasa da fark etmez. Halden bilir, ne olacak. Yok, eğer ıslatmıyorsa, naylonun işlevini bilebilir mi? Eğer kardeşleri de gece ıslatıyorsa altını,onlar da naylon seriyordur ve anlamıştır ne olduğunu dedim kendi kendime.Yalvaran ezilen gözlerle annemi aradım.Sesi mutfaktan geliyordu,kahvaltı hazırlıyorlardı kız arkadaşımın annesiyle.Çağırırsam annesi de gelecek,o zaman daha beter olacaktı.vakit kazanmak sevdiğim kızı oradan uzaklaştırmam gerektiğinden başladım düşünmeye.Her şeyden önce bir şey yokmuş gibi yapmam gerekiyordu.”Hoş geldin” dedim usulca.Hafiften kızarıp “hoş bulduk” dedi.Hemen ekledim nefes almasına fırsat vermeden “Ben biraz rahatsızım da..bir su verebilir misin?”dedim.Kalktı,masanın üzerinde duran sürahiye ve yanındaki bardağa baktı.Hemen atıldım “MUTFAKTAN!” diye daha yüksek bir sesle ve elimle mutfağın olduğu tarafı işaret ederek uyardım.O da mutfağa yöneldi,kapıdan çıkar çıkmaz ben bir şimşek gibi yerimden fırladım.Üzerimde altımda ne varsa kucakladığım gibi banyoya uçuverdim.On dakika sonra tertemiz,kupkuru, parfüm kokularıyla salona geçtim.Elinde bardak bana bakıyordu,hayran gözlerle, suyu içtim, en tatlı su bu olmalı dedim.İçimden bu durumdan çaktırmadan kurtulduğum için “bir tane…Yetmez!, İki? Az! Beş tane, On tane kurban adıyordum. Sonradan öğrendim ki, o da altını ıslatıyormuş o yıllarda. Ben onun yerinde olsaydım, bir sabah yakalasaydım onu yatakta sırılsıklam ne yapardım? Bu gibi durumlardan kurtulmak bizim gibi çocuklar için gayet kolay. Zira altını ıslatan çocukların bu türden sorunlar için binlerce planları, açılımları vardır. Kendileri tarafından bulunan bu planlar daima birbirine benzer. Çünkü bu ortak dert her yerde, her çocukta aynı sıkıntılara, eziyetlere sebep olur.
Altını ıslatmak çocuklarda genellikle çekingenliğe, sakinliğe yol açarken, ben bariz bir şekilde asi ve yaramaz olmuştum. Her sabah aynı hezimetle, utana sıkıla yataktan kalkmama rağmen, yıkanıp paklanınca tutabilene aşkolsundu. Çok yaramazlık yapar, her defasında bir yolunu bulur cezadan kurtulurdum. Aslında ben kurtuldum sanıyormuşum. Meğer anlıyorlarmış büyükler her cinliğimizi, yalancıktan yiyorlarmış. En çok uyuma numarasına yatardım. Babam akşam olup işten eve dönünce yaptığım yaramazlıkların listesi kendisine arz edilir, bena seslenirdi. Ben de çoook derin uyuyormuş gibi, bir de hafif hırıltı çıkararak uyurdum yalancıktan. Ne kadar seslenirlerse seslensinler, inatla ısrarla kalkmazdım yattığım yerden. Yaramaz olmak öyle kolay iş değil, beceri ve karalılık gerektirir. En önemlisi ise zeki olmak tabii ki.
Ah, o yaz günleri, unutamıyorum o güzel zamanlarımı. Meyvelerin bollaştığı, akşam gezintileri, kıyıdaki taşların üzerinde oturup ailece denizi seyretmek. Yazlık sinemaların “Balkon Ailelidir” tabelalarının kırmızı soluk renkleri bile gözlerimin önünden gitmiyor. Gazozlar ve bayat kurabiyeler, gazeteden yapılan külahlarla alınan çifte kavrulmuş çekirdekler. Belediye gazinosu diyorlardı o zamanlar çay bahçesine bizim ilçede. Orada büyükler semaver çay ister bize de dondurma söylerlerdi. Dondurma camdan bir kâse ile gelince, annem hasta olmayalım diye hemen yememize izin vermez, biraz bekletir, karıştırır, o nefis çikolatalı dondurma sütlaç gibi olunca kaşığı elimize verirdi. Annemin yaptığı çalışmadan sonra dondurma kaşıkla yenmez içilirdi. Sinirimden ağlardım.
Yaz akşamları meyveler bollaşırdı demiştim ya, bollaştı diye ben çok yiyemezdim. Annem, karpuz kavun keser dilimler önümüze getirir, yanımıza otururdu. Ben daima sınırlı miktarda yedim akşam sunulan meyveleri, daima az. Bir iki dilim fazla kaçırınca, annemin gözleri değişir, kaşları yukarıya doğru kalkıp inmeye başlar ikazlar göndermeye başlardı. Ben de meyve yeme hakkımdan feragat eder, birazcık da küserek karyolada kıvrılır, onlarla alakadar olmuyormuşum gibi davranırdım. Oysa içimden üzüldüğümü görseler de “Hadi biraz daha yesin çocuk” desinler diye ümitle ve sinirle beklerdim. Sessiz figanlarım kimin umurunda, ağzımın suları, acılarım içimde donup kalırdı. Bu durum misafirliğe gidince daha dramatik yaşanırdı.
Bir kabahat mi? Kusur mu? Hiç düşünmedim doğrusu. Habis bir hastalık gibi yapıştığı çocukların, iftihar edilecek ne kadar meziyeti, başarısı varsa hepsini kemirip heder eden bir faciadır bu hal. Ne tehditler, ne ihtarlar, cezalar bu insafsız derdi frenleme kudretine sahip değil. Neşenizi, gülüşlerinizi, heyecanlarınızı alıp götürür. Bazen o kadar müşkül duruma düşeceğime, leğende uyumayı bile düşünmüşümdür. Zor, hakikatten çok zor. Bir çocuk için hiçbir problemle mukayese edilmeyecek kadar perişan bir dert. Çocuk da olsanız kişiliğiniz laçkalaşıyor, mühim bir hastalık yaşıyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz kendinizi. Çok hayal etmişimdir “Ah bir iksir olsa da, içsem ve bir daha hiç işemesem ömür boyunca”.Bazen Hac’dan dönenlerin “Zemzem suyu idrarla atılmıyor, ter olarak çıkıyor vücuttan” dediklerini duyar, Suudi Kralına mektup yazıp “Allah rızası için her yıl yüz bidon zemzem suyu göndermesini” istemeyi bile düşünürdüm çocuk aklımla.
Komşumuzun haylaz, çirkin, eşek arısı gibi bir oğlu vardı. Küçük olmasına rağmen sesi oldukça kalındı. Ağladığı zaman beyninizin törpülendiğiniz zannederdiniz. Annesi bir gün bana “Oğlum sen onun abisisin, akıllı çocuksun, konuş şu benim oğlanla mahsus altını ıslatıyor, söylemiyor e mi?”:Ben içimde depreşen gurur ve hava ile “Olur Macide teyze” dedim. Çok hoşuma gitmişti. Açık yüreklilikle doğruyu söylemek gerek, nasıl olsa üzerinden bunca yıl geçmiş. Komşu teyzenin gözünde böylesine akıllı, kuru bir çocuk görünmek onurumu okşamıştı. Bahçede oynarken yakaladım ufaklığı, elinden tuttum;
- “Sana bir hikaye anlatıyım mı?”
- “Hayır, anlatma istemem.”
- “Ama bu güzel bir hikaye, hem dinlersen sana sapanımı veririm, elektrik direklerindeki ampulleri patlatırsın.”
- “Tamam, o zaman, ama önce sapanı ver.” Sapanı verdim yanıma oturdu, başladı sapanı gerip nişan alıyormuş gibi yapmaya.
- “Bak şimdi, küçük çocuklar yaramazlık yapınca günah olmaz biliyor musun?”
- …(Uyuz uyuz bakıyordu yüzüme)
- “Evet, onlara günah yok. Bizim bahçeden hıyarları çalsa bile yok, komşu ninenin yavru kedilerinin üzerine gaz yağı döküp ateşe vermeye çalışsa bile, ölü fareyi komşu amcanın yepyeni ayakkabısına tıkıştırıp adamı deli etse de, küçük kızların saçlarını makasla kesse de yok. Fakat çişini söylemez altına kaçırırsa .”
- “Heee..annem söyledi di mi?”
- “Bak şimdi sen dinle,sapanı aldın, kafamı bozmadan dinle!.İşediği bütün çişleri altında kapağı olan,apartman büyüklüğünde bir kazanda biriktiriler.Sonra o çişi yapan çocuğu altına yatırıp,kazanın kapağını açarlar.Başından aşağı boca edeler bütün yaptıklarını.”
- “Huaaaaahh…ben de yüzerim o zaman içinde!”Diyerek boru gibi sesiyle kahkahalarla uzaklaştı yanımdan.Ondan sonraki günler beni görünce “ Abiiii..kazanı doldurmaya çalışıyorum” diyerek basıyordu kahkahayı.Annesi bir gün beni yakaladı “Çocuğun kafasını saçma sapan şeylerle dolduruyorsun.Salak seni!” diye azarladı.
Uykuda altını ıslatmak bilinçli bir olay değil tabii ki. Yatakta olduğunuz aklınıza gelmiyor katiyen. O anda sanki uykuda değilsiniz, açık hoş bir arazide, rüzgar püfür püfür eserken çok sıkıştığınızı hissedip, etrafı kolaçan ediyorsunuz. Hiç kimsenin olmadığını anladığınızda, önünüzdeki çalılığın üzerine iç huzuru ile salıyorsunuz bütün çişinizi. Oh! ne kadar mutlusunuz, olumsuz bir durum yok. Hiçbir sakınca çekince yok, rahatlamışsınız, en az çalılar kadar. Gayet normal geliyor size çalılıklara işemek. Bir rahatlıyor, huzur buluyor ki insan sormayın gitsin. En azından altınıza yapmadığınız zannıyla sevinç doluyor yüreğiniz. Yani ben genellikle bu havalide, bu tarz yerlerde görürdüm kendimi. Başka çocukların değişik fantezileri olduğuna eminim ve saygı da duyuyorum en samimi duygularla. Ben sadece çalılıklar, güzel bir manzara, ıssız ve gözden uzak arazide bulurdum kendimi. Yıllarca o çalıları ıslattığımı zannederek, yataklara işedim durdum. Ve yıllar oldu o çalıları göremedim rüyalarımda, şimdi büyümüş koca ağaç olmuşlardır, kim bilir?
Ben diğer kardeşlerimden bu hususiyetimle farklıydım. Onlar yatarken pijamalarını, geceliklerini giyer, kuğu gibi süzüle süzüle yatağa girerlerdi. Ben ise yatmadan önce özel üniformalarını giyen dalgıçlar veya son yıllarda filmlerde çokça gördüğümüz bomba imha uzmanları gibi uzunca bir işlemden geçer ondan sonra yatabilirdim.
Yıllar sonra Kevın Costner’ın “Su Dünyası” adlı filmini izlerken en heyecanlı ve gerilimli sahnelerde bile gülmekten kendimi alamıyordum. Sık sık kahkahayı patlatıp “heyy gidi günler” dediğimde, yanımdakiler, filmin bu kadar gülmeme sebep olacak kadar komik olmadığını, neden güldüğümü merak edip sorduklarında, filmin adını gerekçe olarak gösteriyordum Yoksa Su Dünyası adının bana hatırlattıklarını anlatmam hem uzun sürer, hem de sıkılmama sebep olur diye geçiştiriyordum böylece. Film hakikatten güzeldi. Aklımda milyarlarca çocuğun bir anda işeyerek dünyayı çişle doldurduğu, karaların bu çiş suyunun altında kaldığını hayal ettiğimi söyleseydim, söylese miydim acaba?
Aklımdan neler geçiyordu o zamanlar bilseniz, nasıl gülerdiniz üzerime. Bir ara dernek kurmayı bile düşünmedim değil. Altını Islatan Çocuklar Derneği; AIÇ-DER. Parti kurmayı düşünecek kadar uzun metrajlı değildi ufkum, onu hiç düşünmedim doğrusu.
ŞİMDİKİ ÇOCUKLAR
Şimdiki çocuklar her açıdan çok şanslı. En şanslıları altını ıslatan çocuklar bana sorarsanız. Onlar bizim yaşadığımız sıkıntıları yaşamıyorlar. Gelişen dünya onların sorunlarına da el attı. Muhteşem çözümler üretti. Bizim zamanımızda böylesi ince hazır bezler yoktu. Şimdi ne kolay, rahatlıkla yapıştırıp takıyorsun popona, ipincecik, belli olmuyor bile. Neredeyse her gün yeni bir özellik eklenerek en mükemmel bezi üretmeye çalışıyor uzmanlar. İstediğin rengi bile seçebiliyorsun. Bizim zamanımızda bir mavi muşamba vardı bir de pespembe. En sinir olduğum o pespembe muşambayla ambalaj olmaktı. Kız rengi derdim, istemezdim. Yani, haksız mıyım? Takıyorsun, bari erkek rengi olsun. Ne o öyle? Şimdiki bezlerin körüklüsü bile çıkmış, beline göre istediğin gibi yukarı aşağı ayarlayabiliyorsun, oh ne rahat. Hatırlıyorum, belimden eksik olmazdı muşambanın izleri, Arkadaşlarımla denize gittiğimde “Ne olmuş orana?” diye sorduklarında, mosmor kesilir, türlü yalanlar uydurmak zorunda kalırdım. Bazılarında ise emici özellik var. Ne kadar yaparsan yap, çişi içerisine emerek üst kat bezin kuru kalmasını sağlıyor. İşiyorsun işiyorsun bir damlacık olsun ıslaklık hissetmiyorsun poponda. Ya insanın içinden… Neyse. Çok şanslı bu nesil altını ıslatan çocuklar. Bizim çocuk olduğumuz zamanlarda kullanılan kavramlar incitirdi çocukları söylendiğinde. Bunlardan en aşağılayıcısı “sidikli” denmesiydi, hatıralarımın en acı sayfalarda bu söz yazılı siyah harflerle. Şimdiyse ne hoş kelimeler söyleniyor.”Altını ıslatan” deyimi ne kadar anlayışlı, ne kadar hoşgörülü kalıyor eskisinin yanında. Sanki altını elinde bir hortumla bahçe veya çiçek sularmış gibi anlıyor insan. Eski söylem artık “kaba sözcük” olarak geçiyor dilbilgisi kurallarına göre.
Unutamıyorum o perişan hallerimi. Koca bez muşambayla bacaklarımın arasına oturtur, muşamba ile bağlarlardı. Ben de koca popolu ördekler gibi dolanırdım ortalıkta. Hem sağlıksız hem de rezil bir hal. Neler çekmişim neler, altımdaki muşamba uyurken sağa sola döndüğümde popomdan kayar açılırdı. Bez yokmuş gibi sırılsıklam olurdu yattığım yer. Şimdiki bezler sızdırmıyor oysa ne kadar yaparsan yap dışarıya bir gram çiş bulaşmıyor, içerde tutuyor. Sabaha kadar mışıl mışıl uyuyup kalkıyorsunuz kupkuru bir vaziyette. Sonra bantlarından söküp çöpe atıp kurtuluyorsunuz, giydiğinizde yüz gram, çıkartırken iki kiloya yakın gelen bezleri. Ne çarşafınız, ne yorganınız, ne yastığınız (tabi ki yastık da ıslanırdı bazen) ,ne pijamalarınızda en ufak bir ıslaklık olmuyor. İlk zamanlar rengarenk, oyları bembeyaz parıldayan yorganlar, tiril tiril çarşaflar serilirken yatağınıza, sonradan daha kolay yıkanan, solgun ve kokmuşlarına kalıyordunuz o zamanlar. Şimdi bezler sayesinde hepsi ilk günkü gibi kokan, canlı renklere yatıyor çocuklar. Her yaşa her kiloya uygun ebatta olanları var. Size en uygun olanı seçip alıyorsunuz keyifle. Yıkama derdi de yok. Anneler için ne büyük kolaylık. Annemin ellerindeki bez çitilemekten oluşan yaralar gözlerimin önüne gelince üzülüyorum şimdi. Hem ıslaklığı hem kokuyu dışarı vermeyen bezler çocuklar için olduğu kadar, bütün aile için çok mükemmel yaşam sunuyor. Ah gidi günler, bizim zamanımızda ne kadar çok temizlik yapılırsa yapılsın, evin içine sinen o pis koku asla kaybolmazdı. Annem misafir geleceği akşam her tarafa oda spreyi sıkarak evi esir alan o mendebur kokuyu yok etmeye çalışırdı. Yine de bazen lavanta bazen de karanfil kokularının içerisinden kalın, kaba ve iğrenç çiş kokusunu çekip alırdı burunları herkesin. Annem de mahcup olurdu.
Bu günkü bezler olsaydı neler değişirdi hayatımızda kim bilir. Daha rahat olmanın dışında daha özgüven duyarak büyürdük eminim. Daha çok oynar, daha çok gezer akrabalarımızın, sevdiklerimizle daha çok beraber olabilirdik. Futbol oynayabilirdik rahatlıkla, voleybol oynarken fileye yükselebilirdik, basket oynarken potaya uzanabilirdik. Hatta uzuneşek oynardık sıkılmadan. Şimdiki çocuklar ne güzel atari oynuyorlar incecik bezleriyle. Cep telefonlarıyla arkadaşlarıyla ne de rahat konuşuyorlar, altlarında bez yokmuş gibi.
VE TEDAVİ
Bu perişan durumum lise yıllarına kadar sürünce, annem ve babam artık tedavi olmam gerektiğine karar verdiler.Biraz geç kalınmış karar olsa da, içten içe seviniyordum çaktırmadan. Bu konuda araştırmalar başlamışlardı ki, halam geldi bir gün ansızın. Vaziyeti ona da anlatınca gülerek doktora gitmemizin çare olmayacağını söyledi.Bu hastalık değildi ki doktor deva bulsun.Bu hastalıktan ziyade nazar alan çocuklarda görülen bir durumdu ona göre.Ve çözümü de biliyordu kendisi,hem de uygulamış ve olumlu sonuç almış.Bel çekme ile iki bilemedin üç günde şifa buluyormuş nazar alan çocuk.Bazen büyüklerde nazar alabiliyormuş da o kadar sık değil.Akşam olunca karyolama yüzükoyun uzandım.Annemim gözündeki sevincin ve heyecanın parıltıları yaş olarak pıtır pıtır dökülüp ıslatıyordu yatağımı.Dudaklarında dualar,başını yukarıya dikip yakarışlar.Halam eliyle belimi beş dakika kadar ovduktan sonra,derimi parmak uçlarıyla kavrayarak önce hafiften yukarıya doğru çekti.Sonra iki eliyle ve bütün gücüyle aniden bir asıldı.”KIT” diye bir ses işittik.Halam eliyle alnındaki terleri silerken “Hah..oldu işte ,beli yerine geldi” deyince annem delirdi mutluluktan,havalara uçtu.E kolay değil yıllardır çitileyip durduğu bezlerden,evin ağır belediye tuvaleti gibi kokan havasından,yorgan yastık güneşlemekten, misafir gidememekten kurtuluyordu.Babam temkinliydi her zaman “Hadi hayırlısı” dedi dudağının ucuyla,hafif tebessümle gözlerime bakarak.Bu konuda bana güvenilmeyeceğini tahmin ediyordu eminim.Tecrübeliydi her şeyden önce.Bu işlemden geçtikten sonra halam yüzüstü iki veya üç gün yatmam gerektiğini söyledi.Bu şekilde yatarak yerine düşen belim kuvvetlenecek bir daha açılmayacak ve ben de altımı ıslatmayacaktım.Sabahleyin kupkuru kalkmak,banyoda giydiğim ve üzerinde yattığım bütün üniformayı çıkartıp (iş elbiselerini değiştirenler gibi),yenileri giymek zorunda kalmayacağımı hayal ederek yattım.Sabahleyin yattığım gibi yüzükoyun kalktım.Bir önceki akşamdan tahminen yarım litre kadar fazla ıslatmıştım yatağımı.Bu litre hesabını yastığımı ölçü alarak yapıyordum.Yastığa bir karış demek yarım litre,yastığın ucu bir,yastık ıslanmışsa bir buçuk litre ve daha fazla olarak ölçüyordum.başucumda annemin “belki yarın sabah” diyen endişeli yüzü,babamın “ben demedim mi” diyen ince gülüşü,kardeşlerimin gıcık gülüşleriyle kalktım banyoya gittim.Döndüğümde yatağım tertemiz çarşaflarla bana bakıyordu ürkek ürkek.İkici gün de çarşafları boğunca çişten yaptığım nehirlerde,üçüncü gün vazgeçtiler yeni çarşaf sermekten,ben de kalktım yüzükoyun kapanıp hayallere daldığım yataktan. Bu başarısızlık tedavinin sona ermesi demek değildi tabi ki.Yeni tedavi yöntemleri aranmaya başladı ailem.Bir anda onlarca tedavi metodu çıktı ortaya,Bir çoğu tadı zehir gibi bir bitkinin kökünün veya yapraklarının kaynatılıp suyunun uzun bir müddet içilmesiyle şifa veriyordu.Bunlar yine neyse,bazıları oldukça saçma ve benim asla yapamayacağım türden yöntemlerdi.Aklım almıyordu küçücük bir hayvanın kulağını(!) pişirip yemenin altımı ıslatmaya nasıl bir çözüm sağlayacağı,gülüp geçiyordum.Yoo..merak etmeyin hiç birini yapmadım.bazılarını denemek istedilerse de inatla çatlaya zırlaya vazgeçirdim büyüklerimi.Annem de pek kulak asmadı bu aptalca önerilere,sadece sustu, göz kaş işaretleriyle o “olmaz” deyip geçiştirdi.Bütün bu saçmalıkların yerine beni doktora götürmeye karar verdiler.Aslında doktorların çare olacağına ya..Gezmek vardı işin ucunda, dediklerini yapmak için nazlı nazlı isteklerimi sıralamayalı yıllar oluyordu nerdeyse.Birazcık annemin gönlü olsun diye de katlandım.Bir sabah temiz ve yeni elbiselerimi giydirdiklerinde anladım ki zaman geldi.Elimi kavradıkları gibi önce dolmuşta sonra doktorun yazıhanesinde açtım uyku dolu gözlerimi.Konusunda yani çiş konusunda uzaman doktor hanımın güler yüzlü ve anlayışlı aynı zamanda çok güzel olduğunu hatırlıyorum.Beni de hiç utandırmadı,üzmedi.Epeyce konuştuk,o anlattı, ben anlattım.Hoşuma gitmişti doktor hanımla böylesine huzurla derin konulardan bahsetmek.İlk zamanlar gülüp nasıl olsa bir faydası olmayacak, hiç olmazsa biraz eğleneyim diyordum kendi kendime.İki gün,üç gün derken bir zaman sonra artık işemiyordum.İnanamadım.Gece altıma kaçırmaya son verince kupkuru yatıp kupkuru kalkmanın rahatlığı ile mutluluktan uçuyordum.Günler sonra üzerimden de yatağımdan da evden de o pis ağır kokular silinip gitmişti.yeni pijamalar,yatak örtüleri,yorgan yüzleri ve yeni çarşaflar çıktı,annemin naftalin kokulu sandığından.Hakikatten mis gibi kokuyordu her yanım.Artık istediğim meyveleri istediğim miktarda istediğim saatte yiyebiliyordum.Babam evi boyatınca bütün kokular ve solgun renkler tamamıyla kayboldu,gitti.Benim de o sıkıntılı,berbat günlerim sona erdi.Sadece doktora daha erken gitmediğim için pişman olurum o günleri düşününce.Lise yıllarım kupkuru, neşeli geçti.Üniversitede öğrenci yurdunda kaldım.Muhteşem yıllarım oldu.Dolu dolu yaşadım.Mezun olduktan sonra evlendim,bir işe girdim.İki oğlum var ,büyük oğlum Üniversitede okuyor.Küçük Lise sona geçti.İkisi de kupkuru ve mutlu delikanlılar oldu.Eğer onlar da altını ıslatan çocuklar olsaydı, neler çekeceklerini,nasıl mahcup ve ezik olacaklarını tahmin ettiğimden,hemen bir doktora götürüp tedavi ettirecektim.Siz de altını ıslatan çocuklardan (veya büyüklerden), biri iseniz akın üzülmeyin.O kadar kolay ve neşeli tedavi yöntemleri var ki.O kadar sıkıntı çekmenize gerek yok Sadece karar verin olsun bitsin.
YORUMLAR
İşin edebi yanını da geçin.Gayet insani samimi ve birazda espiri ile yoğrulmuş,eylendirici eğitici ve tüm dünyaya siz benim dostumsunuz bilmenizde mahsur yok diye feveran eden.İnsan elinden Çıkmış.Kısa bir yazı.Kısa diyorum can sıkan şey uzun olur.Yüreğinize sağlık.
erolabi
Tekrar teşekkürlerimi arz ederim.
yeğinadnan
erolabi
Tekrar teşekkürlerimi arz ederim.