- 562 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KANATGREN
Doktor filmlere dikkatlice baktı ve yatakta yüzüstü yatan on dört yaşındaki Talta’ya hissettirmeden babasına bir işaret yaptı. Çocuğa duyurmadan konuşmak istiyordu doktor. Birlikte odanın dışına çıktılar.
“Nesi var doktor?”
“Maalesef kanatgren hastalığı.”
Gezegen başına yıkılmıştı Sayra Beyin.
“Ne diyorsunuz?”
“Maalesef, mecburen kesmemiz lazım. Yoksa ölebilir.”
Bir müddet sonra kendine geldi Sayra Bey. Güçlü olmalıydı.
“Ne zaman?”
“İki gün sonra ameliyat edelim.”
Yıkılmıştı Sayra Bey. O sırada dışarı çıkan Talta
“Ne olmuş baba, neyim varmış?” diye sordu.
“Hiçbir şeyin yavrum, hiçbir şeyin yokmuş. Bir iki gün dinlenecekmişsin hepsi bu.”
“Hadi baba, eve gidelim o zaman. Ben yoruldum.”
“Tabi oğlum, hemen gidelim.”
Çocuğunu kucağına aldı Sayra Bey. Kat kapısı açıldı. Açılan kapıdan dev kanatlarıyla uçarak çıkan Sayra Bey şöyle bir baktı hastaneye. Tam olarak yirminci kattan uçmaya başlamışlardı. Daha önce yirminci katın bu kadar da yüksek olduğunu hiç fark etmemişti. Talta kanatsız nasıl çıkacaktı bu yüksekliklere.
Talta doğarken eşini kaybetmişti Sayra Bey. Talta onun için her şeydi. Elbette onun yanından hiç ayrılmayacak istediği her yere uçuracaktı onu. Peki ama bu yetecek miydi? Talta uyuduktan sonra evden çıktı Sayra Bey. Şehirdeki en yüksek binanın üstüne kondu ve o zamana kadar tutmayı başarabildiği feryadını serbest bıraktı. Bağıra bağıra ağladı. Saatlerce ağladı…
Bir ay sonra…
Sayra Bey kapıyı açınca gördüğü manzara karşısında şok oldu. Evin her tarafı darmadağınıktı ve Talta bir köşede için için ağlıyordu. Acısı kriz derecesine gelmiş ve tüm eşyaları parçalamıştı Talta. Hatta bir kez kendini aşağı atmış ve fakat oradan uçarak geçen bir yaşlı onu tutarak evine bırakmış ve bir daha atlamayacağından emin oluncaya kadar gitmemişti.
Sayra Bey oğlunu şefkatle kucağına aldı ve parka götürdü. Talta biraz rahatlamıştı ama kendi yaşıtlarından neşe içinde uçan birini her gördüğünde içini tarif edilemez bir acı kaplıyordu. Tam manasıyla sakattı. Artık şehirde gidebileceği yer sınırlıydı. Babası onun inmesi için kendi apartmanlarına bir asansör yaptırmıştı ama şehirde kaç binada vardı ki asansör?
Biraz sonra baba oğlun yanına ak sakallı bir ihtiyar geldi.
“Uçamıyor mu?”
“Maalesef amca, uçamıyor oğlum.”
“Çok üzgün değil mi?”
“Çok ama elden ne gelir?”
“Kanatları geri gelmez ama üzüntüsünü tamamen yok edecek bir şey biliyorum desem?”
“Bunun için canımdan bile vazgeçmeye razıyım.”
“Oğlundan ayrılmaya razı mısın?”
“O mutlu olacaksa elbette. Ama ne olabilir ki?”
“Bir gezegen var, orada hiçbir insanın kanatları yok.”
“Herkes sakat yani, orada mı mutlu olacak?”
“Evet, inan bana mutlu olacak.”
Bir yıl sonra…
Sayra Bey kapıda oğlundan gelen mektubu görünce sevinçten deliye döndü. İçeriye girdi, hemen açtı zarfı ve işte oğlunun ilk mektubunun satırları karşısındaydı:
Babacığım, burada ne kadar mutlu olduğumu bilemezsin. Burada hiç kimsenin kanatları yok ama hiçbiri sakat hissetmiyor kendini. Üstelik uçabiliyorlar da. Koca koca kuşlar yapmışlar içlerine girip uçuyorlar….
Tam on sayfalık mektup şu satırlarla bitiyordu
Biliyor musun baba, orada kanatsızların sakat olmasının tek sebebi kanatlıların sayısının kanatsızların sayısından fazla olmasıymış meğer. Kanatlılar kendilerine göre düzenlemişler hayatı, hepsi bu.
Geçen bir parka gittim. On yaşlarında dünya güzeli bir çocuk gördüm, ayakları tutmuyor ve yürüyemiyormuş. Bana ağlayarak “Ben sakatım biliyor musun?” dedi. Galiba onun da derdi aynı, yürüyebilenlerin onu pek düşünmemesi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.