- 821 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KARAMAN’IN KOYUNU;
1997 Yılında 80 Yaşlarında kaybettiğimiz değerli Şair Cahit Kulebi, Edebiyat tarihimize geçen Tokat’lı ünlü şairlerimizdendir.
Kendisi Edebiyat Çevrelerince “rahat anlatımı, içtenlik ve duyarlılığıyla ilgi çeken titiz bir şiir işçisi” olarak tarif edilir.
Tokat-Sivas yoluna ne zaman çıksam aklıma hep onun ünlü Tokat’a Doğru şiiri gelir;
Çamlıbel’den Tokat’a doğru
Tozlu yolların aktığı ırmak!
Ben seni çoktan unuttum;
Sen de unuttun mu, dön geri bak.
Unutkan bir toplum olduğumuz da gizlidir mısra aralarında. Bazı şeyleri hatırlamak, unutmamak çoğu zaman yararlıdır.
Rahmetli bu şiiri ne zaman yazmış bilmiyorum ama günümüzde yazmış olsa idi daha farklı bir eser ortaya çıkarırdı mutlaka.
En Azından “Tozlu yolların aktığı ırmak!” yerine, yılların bitiremediği duble yolların geçtiği kuru dere derdi sanırım.
Ya da dünyanın en geniş taş ocağının doğayı nasıl tahrip ettiğini seslendirirdi usta kalemiyle...
Maalesef ırmaklar kuru dere adını almaya başladı yıllar geçtikçe.
Bir zamanlar Barajlar Kralı diye anılırdı ünlü politikacılar.
Şimdi her yan daha küçük barajlar ve göletlerle dolmuş ama su kaynaklarımız her geçen gün daha çok yok edilerek...
Çayır kokusu unutulmuş köylerde. Çayır üçgülleri tek tük kalmış, saleplerden eser yok.
Leylekler ve diğer göçmen kuşlar da eski yoğunlukta gelmez oldu, çayırlar yok oldukça...
Sular da öyle. Suyun yolu bir değiştirildi mi ne tarafa akacağı belli olmaz bilirsiniz.
Bir bakasınız yer kürenin merkezine doğru ilerler, yeryüzüne şeffaf yüzünü göstermez olur akarsular.
Ne demiş ünlü Filozof; “ Doğa üzerinde kazandığımız zaferlerden dolayı kendimizi pek fazla övmeyelim. Böyle her zafer için doğa bizden öcünü alır.”
Çamlıbel’den Tokat’a doğru inerken irili ufaklı göletler, barajlar çarpar gözünüze. Ancak derelerden bir su şarıltısı duyamazsınız eskisi gibi...
Kafanızı kaldırdığınızda belki de dünyanın en hoyratça kullanılmış taş ocağını görürsünüz. 2000 Dekarın üzerinde bir taş ocağı…
Taş ocağına gidiş geliş yolları, kamyonlardan çıkan tozlar ve tozun altındaki bitkilerin ölüm kalım savaşına tanık olursunuz…
Mer’a alanlarının daralması, çayırların tarla olması hayvancılığa vurulan en büyük darbedir.
Amaç; Et yiyenlerle yemeyenler belli olsun gibi bir istatistikî bilgi elde etmekse, büyüklerimizin bir bildiği vardır diye düşünebiliriz…
Bu arada az gelirli insanlar da et yiyebilsin diye ithalat kapıları da açıldı biliyorsunuz.
Ancak ithal edilen et; et mi et.
Mesela Karayaka koyunu diyemiyoruz. Yok, edilen Doğu Anadolu Kırmızısı sığır eti hiç diyemiyoruz. Hangi kurallara göre kesildiğini de bilemiyoruz. GDO lu yemlerle mi beslenmiş, hormonlu mu, hormonsuz mu? Merak ta etmiyor değiliz hani.
Yolun başından beri, insan odaklı tarım politikaları üretilse idi, bu güzelim topraklar ithal edilmiş buğdaya, mısıra, soyaya muhtaç hale getirilir miydi?
Teknolojik ürünleri ithal ediyorlar, hadi anladık diyelim.
Ya et; sığır ve koyunlarımızı kimler ne için yok ettiler, çözebiliyor musunuz?
Bu güzel toprakların doğası ile oynayanlar, dağları taşları oyanlar, ormanları yok edenler, suları hor kullananlar, bütün hesapları en fazla kâra odaklı olanlar, sizce; geleceğimizi, çocuklardan ödünç aldığımız doğayı ve çevremizi ne kadar düşünürler dersiniz?
Sivas-Tokat yolunda rahmetli Cahit Kulebi’nin zamanından bir Yatmış’ın çayırıdır kalan.
O da kendinden vazgeçmiş, çayırları cansız, bir yanı duble yol, cezaevi vs.
Belki yollar tozlu değil ama çayırların boynu bükük, otlayacak hayvanlardan yoksun…
Belki de diğer çayırlar gibi yok edileceği günü beklemekte…
Ne demişler; Karamanın Koyunu, sonra çıkar oyunu…
Cemal EROĞLU
( www. cemaleroglu.com )
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.