- 577 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Mi'raç
Bölüm (1)
Şimdi sizlere Hz. Muhammed’in Mi’râc mucizesini açıklamadan önce, “Allah, külli şeye kadir.“ demenin ne olup, ne olmadığını açıklamaya çalışalım ki, konumuzu daha iyi anlatıp açıklayabilelim.
Elbette Allah külli şeye kadirdir. Ona hiç şüphemiz yok. Ancak O, ezelde akli ilmiyle murat ettiği şeye “OL” der. Onun “OL” dediği her şey de o anda oluverir. Çünkü Allah ezelde yaratıp var ettiği külli akıl ve ilmin dışındaki hiçbir şeye “OL” demez. “OL” demediği şeyi de yaratıp var etmez. Yaratıp var ettikleriyle de asla çelişkiye düşmez. Onlarla da hiçbir çelişki yaşamaz. Kendisi yaşamadığı gibi, yarattıklarına da yaşatmaz. O, her şeyi, her işini evvelde yaratıp var ettiği akıl ve ilim ölçüsü içerisinde yaratıp var eder. O, aşırılığı sevmediği gibi, aşırı gidenleri de sevmez. Aynı zamanda O, çok sabırlıdır.
O nedenle de Allah külli şeye kadir demek; kendi kudretiyle yaratıp var ettiği külli (tüm) akıl ile külli ilmine bağlı kendi iradesi içinde hükmettiği külli şeye kadirdir.
Bunun anlamı, kendi külli akıl ve iradesine bağlı ilmi kudretiyle ezelde takdir edip yaratarak, hükmü altına aldığı çokluktan sayılan bütüne ait bütün yaratılmışların tekamül yolunda olgun sona gidişlerindeki oluşumlarını sağlamayı kapsar ki, bu kapsam içinde oluşacak bütün oluşumlar, yaratanın kudretinde olup, O’nun külli akıl ve ilmine bağlı olarak O’nun dahli ile oluşup gelişir.
İşte Allah, kendi hükmüne bağlı kudretiyle ezelde yaratıp var ettiği her şeyde O, akli ve ilim prensibine bağlı olarak külli şeye kadirdir. Allah kendi yaratıp var ettiklerini evvelde hüküm altına aldığından, yarattıklarını da bu prensip içerisinde yaratıp var eder. Yaratıp var ettiklerini bu hüküm üzere yaşatır. Bu hüküm üzere yaşattıklarını da er geç sonunda kendine döndürür. Dolayısıyla her varlığın oluşumlarında, yaşayışlarında ve sonlanışlarında bu hüküm gereğince hiçbir akıl ve ilim dışılık aranmaz. Aransa da bulunmaz. Çünkü Allah akla ilme uymayan hiçbir şeyi yaratıp var etmez. Dolayısıyla da O’nun yaratıp var ettiklerinde asla çelişki yaşanmaz.
Çünkü O, çelişkili hiçbir durum yaratmaz. Şimdiye kadar yaratmamıştır da, şöyle ki, buğdaydan mısır, mısırdan buğday ya da arpa, arpadan ceviz, cevizden fındık, fındıktan da kiraz, elma, armut gibi şeyler yaratıp var etmez. (Aşılama yapmak akıl ile ilim içinde olduğundan bununla onu karıştırmayınız. ) Bu örnekler çoğaltılabilir.
Dolayısıyla da ne insandan hayvan, ne de hayvandan insan yaratır. Çünkü Allah, aklın ve ilmin dışında hiç bir şeyi yaratıp var etmez. Etmemiştir de. Allah, akla ve ilme uymayan hiçbir konuda aşırılığı da, aşırı gidenleri de asla sevmez.
O yüzden de koyduğu ilahi kural ve prensiplere aykırı yaratışta bulunmayarak öncelikle kendisi koyduğu hayat kurallarına uyar. Yarattıklarından da bu kurallara uymalarını bekler. Uymayanlarda olursa onları da en ağır şekilde zamanı gelince cezalandırır.
O nedenle de kainattaki yaratılışa ait her oluşumun ilahi bir düzeni, ilahi bir intizamı, nizamı yanında bir de ilahi dozda karar ve ölçüsü mevcuttur. Her şey bu karar ve ölçü içerisinde yaratılıp var edilir. Allah’ın yaratıp var ettiklerinde ölçüsüzlük, haddi aşan hiçbir şey bulamazsınız. Çünkü O, her şeyi ölçü içerisinde, hadde uygun yaratıp var eder. Onun için O, hiçbir aşırılığı sevmez.
Allah, yaratıp var ettiği kendi hayat prensibi içerisindeki tüm kurallarına uyar. Yarattıklarından da uymalarını ister. İlahi gücün evvelde akli ve ilmi kudretiyle koymuş olduğu bu doğal hayat prensibine bağlı oluşacak olan hayat sirkülasyonu içerisinde cereyan edecek olan her yaşam için ayrı ayrı konan ilahi terbiye metotları ile bütün yaratılmış varlıklar tek tek kendi hayat yolculuklarında tekamüle erip tevhidi gerçekleştirmeye çalışacaklardır. Allah tarafından evvelde takdir edilmiş olan bu sıratı müstakim yolundaki hayırlı oluşmayı, O’nun dışında hiçbir güç değiştiremez.
Bu tekamül yolculuğu kıyamete kadar böyle devam edecektir.
Bunun içinde Allah, yarattıklarına haddinizi bilin. Benimle boy ölçüşemezsiniz. Benim yaratıp var ettiklerime siz, akıl erdiremezsiniz. Ben murat edip, istemedikçe siz, onlarla baş edemezsiniz. Onlarla asla başa çıkamazsınız. Sizlerin fikir ederek, düşünüp akıl erdirip güç yetiremeyeceklerinizi ben yaratıp var ederim. Hatta sizlerin hayal bile edemeyeceklerinizi de yaratıp var ederek, sizleri şaşırtıp, şaşkına çevirerek hayrete düşürür, sonra sizlere akıl şoku yaşatırım. Bu akıl şokuyla da doğru yaşamanız için sizlerin daha doğru olanı akledip düşünmenizi sağlarım.
Bunun içinde oluşturulacak bütünün başı ile sonunu ezelde düşünüp akıl edip, ilmini yaratan. Yarattığı akıl ve ilim üzerine ezelde murat ettiklerini yaratıp var eden. Bu güne kadar olduğu gibi bundan sonra da yeri zamanı gelince, her şeyi akıl edip kendi mekanında yaratıp var edecek olan Ben’im diyen Allah, ister bu güne kadar yaratıp var ettiklerim olsun. İsterse de bundan sonra yaratıp var edeceklerim olsun. Hepsini de hiçbir şey yaratılıp var edilmezden önce ezelde akıl edip, ilmim içine aldım. Şimdi de yaratıp var ettiklerimin hepsini bu akıl ve ilim çerçevesi içerisinde yaratıp var ediyorum. Bundan sonra yaratıp var edeceklerim de aynı çerçeve içerisinde olacaktır.
Çünkü sizlerin ne yapıp, ne edeceklerinizi evvelden bildiğim için, her şeyi sizlerin akıl edip ilim öğrenerek yaşamanıza uygun bir şekilde yarattım. Ancak sizleri yer yüzünde yaşatırken de deneyip sınayarak imtihan etmek için size verilen cüzi aklınıza bağlı iradeniz içerisinde olumlu olumsuz şeyleri birbirinden ayırıp doğru dürüst yaşamınızı sağlamaya yönelik olarak da sizlere bir çok fırsatlar tanıdım. Yeter ki, sizler de, size verilen bu fırsatları zamanında akıl edip, yerinde irade kullanarak doğru yaşamak için gayret gösterip çaba harcamalısınız. Sonra da Allah’a tevekkül ederek sabır içinde yaşamalısınız.
Geçmiş zamanlarda bir çok kavimlerin yok oluşuna, o kadar da çok peygamberin gelişine hep sebep olan sizlersiniz. Hepsi de sizin sapkınlıklarınız yüzünden oldu. Sizin yapıp ettiklerinizin, karşılığı benim ilmimde mevcuttur.
Sizler de, haddinizi bilerek, okuyup öğrenmeye, geçmişten ders alarak (yaşadığınız bu dünyayı) vahyettiğim (emrettiğim) üzere (doğru yaşamaya çalışmalısınız.
Bunu başarmak için geçmiş kavimlerin başına gelenlerden de ders çıkarıp, ders almalısınız.
Amaç; sizlere vahye dayalı, akıl üzere oluşturulmuş olan bu dünyayı doğru algılayıp doğru yaşamanızı sağlamaktır. Bunu sağlarken de sıratı müstakim üzere giden ahiret yolculuğuna ait doğru yolun da bu yolla (yani dünya hayatıyla kazanılacağını) kazanılıp her ikisinin birlikte yaşarken dünyada kazanılıp gideceğini sizlere göstermektir.
Asıl olan dünyada yaşarken ahiret hayatının da burada kazanılacak olmasıdır.
Onun için de miraçla; sizlere gösterilip, sizlerden istenilen şeyinde her iki hayata dair anlam ve kavramların doğru anlaşılıp doğru kavranmasıyla doğru yaşamanın mümkün olacağı gösterilmektedir.
Doğru anlaşılıp doğru yaşanan bir hayatta daha sizi bu dünyadayken tekamüle erdirip insan olmanızı sağlayacaktır.
Dolayısıyla sizleri bu dünyada insan olarak yaşatırken daha güzel bir ahlaka sahip olmanızı sağlayacaktır.
Sizlerden sonuçta istenen ise; Hepinizin Muhammedi ahlaka sahip olmayı başarmanızdır. Bunu başarmak her bireyin asli görevi olmalıdır.
Bunun içinde yarattıklarım arasından şayet, kendisine verilen aklı yeterince doğru kullanmayıp yanlış istikametlerde sapkınca kullananlar (toplumda olsa) olursa onları doğru yola getirmek için olağan zamanlarda olağan tedbirleri almak, elbette benim ezelde verdiğim hükmüm gereğince akli bilgime dayalı külli ilmim içindedir.
Bu yüzdende dinin tekamüle erdirilerek tamamlanıp, tamamına erdirilmesi benim teminatım altındadır.
Gelmiş geçmiş bütün kavimlerin doğru yola getirilmesinde olduğu gibi, sizlerde benim vahyettiğim Kur-an’a, gönderdiğim peygamberlere uygun yaşamayıp, onların gösterdiği doğru yoldan sapar, yada dışına çıkarsanız, sonunda sizler de er geç başınıza gelecekleri düşünüp akletmelisiniz. Şayet siz, akledip düşünüp doğru giden yolda tedbir almazsanız. Allah, elbette olağan hallerde olağan üstü olaylara karşı külli akıl ve ilmine dayalı tedbirleri ezeldeki ilmi hükmüne bağlı alarak alır. İçlerinden kötülerini yok eder. Geriye kalanlarını da ıslah etmeye yönelik yeniden yeni bir hayata başlamalarını sağlar ki, tıpkı ağacın budanmasında olduğu gibi.
Allah, dini tamamlamak için hiçbir şey ne boşuna yaratıldı. Ne de başı boş bırakıldı, diyerek de akıllı yaratılmışları bir kez daha uyarmaktadır.
Aklın, izanın dışına çıkan sapkınların ıslahına yönelik her türlü tedbiri evvelde aldığından olacak ki, zamanla oluşacak olan mucizelerinin de kendi akli ve ilmi bilgisi içerisinde cereyan ettiğini bildirmektedir.
Bütün oluşumlar külli akıl ve ilim içerisinde olmasına rağmen yine de ölçü ve ölçülü olmayı da yaratıp var edende Allah’tır. O halde külli akla dayalı ilim içerisindeki yarattıklarının ölçüsünü de kendi tayin edip, kendi koyar.
O halde yaratıp var etmede kendiside ölçüsüz değil. Kendi ölçüsünü kendi koyup, kendi sınırını da kendisi tayin ettiğinden Allah‘da yaratıp var ettiklerinde külli akıl ile ilim dahilinde olan şeylerin yaratılmasında külli şeye kadirdir. O halde Allah aşırı gitmez. Aşırı gidenleri de sevmez. Kısacası boş hayaller peşinde koşmaz. Koşanları da sevmez. (Hiç kimse Tanrı olamaz. Onun için de onun gücüne erişmeye ulaşmak için uğraşanların boşuna uğraşmaları gibi)
Anlamı, ezelde murat ettiği tevhidin fıtri sözleşme gereğince gerçekleştirilmesi için yarattığı çokluktan oluşan varlıkların birleştirilmiş bütünü oluşturarak, huzurunda toplanıp, O’nun yüceliği karşısında kendi varlıklarının bir hiç olduğunu anlayacak duruma gelen varlıkların ben’liklerinde gayri ihtiyari bir hayranlık duygusu oluşur ki, oluşan bu duyguyla da varlığın ben’liğine bağlı kalpte, hiçbir aklın alıp, hayalin ermeyeceği tarifi mümkün olmayan bir şekilde hayranlık duygusu oluşup gelişir. Bu şekilde huşu bulmuş bir kalbin mutmainliğine, O’nu görme arzusuyla kalpte ve gönülde oluşan sevinç ve heyecana Allah’tan başka hiçbir şey için erişilip ulaşılmaz.
Kul da Allah’ın cemalini görme arzusu içinde yanıp tutuşurken O’na karşı oluşan kavuşma isteğindeki coşkusundaki korku ile ümit arası kalbinde oluşan heyecandaki ateşte tutuşan kul gönlündeki sevgi de aşk. Aşk da vuslat. Vuslatta narı nur. Nurunda kör olan gözlerle, O’nun varlığını hissedip, seyretmek arzusuyla O’nun nurunda kendi varlığını eritip, O’nda var olup, O’nda yok olarak, O’nunla hemhal olup, O’nunla halden hale girip, halden anlar hale gelinceye kadar oluşacak olan tüm olgunlaşma süreci içindeki bütün bu oluşumları kapsar ki, buda kendi iradesine bağlı ezeli akli ilmiyle takdir edip kudretiyle yaratarak hükmü altına aldığı bütünün içindedir. Onları kapsar.
Ancak bu kapsam içinde oluşacak bütün oluşumlar, yaratanın kudretindeki külli akıl ve ilme bağlı olarak, yine aynı akıl ve ilim dahilinde oluşan olaylar oluşup gelişir. külli şeye kadirdir.
Demek elbette doğru ama, Allah hiçbir zaman aşırılıkları sevmez. Aşırılığı sevmeyen Allah’ın kendisi de elbette aşırı gitmez. O halde O’nu yaratıp var ettiği her şeyde bir ölçü mevcuttur.
Bizim aklımızın alıp ermediği şeyler hakkında konuşup yorum yaparken insan olarak hepimizde çok dikkatli olup has has davranmalıyız. Yoksa istenmeden de olsa hata yapıp yanılgıya düşerek mahcup oluruz. Hatada ısrar edip aşırı gidersek o zamanda Allah’a iftira etmiş oluruz. Böyle olumsuz bir duruma düşmekten O’na sığınırım.
O halde Allah, kendi yaratıp var ettiklerinde, külli akıl ile ilmine uymayan çelişkili hiçbir oluşun içinde bulunmaz. Hiçbir şeyi de aklın dışında, akla ters düşecek bir şekilde de O, asla yaratıp var etmez.
O, yarattıkları ile asla çelişki yaşamaz. Çünkü O, çelişkili bir oluşu yaratıp var etmez. Dolayısıyla da külli akıl ve ilme uymayan hiçbir oluşu da yaratıp var etmez.
Çelişki ancak cüzi akıl sahibinde olur. O’nun yarattıklarını bazen bizler anlayıp kavrayamadığımızda, da bize çelişki gibi görünenler olsa da o bizim akıl ve ilmimizin eksikliğindendir. Onun yarattıklarında aklımızın almadığı şeyler olursa onlarda akıl dışılık değil, hikmet, sır arayıp ders almalıyız.
Çelişki cüzi akıl sahibine aittir. Ancak onda olur. O yaşar. Çünkü külli akıl ve ilim sahibinin ne yapıp etmek istediğini, anlayıp, kavrayamadığımız şeyler bize çelişki yaşatır. Cüzi akıl sahibi kuşatıcı olamadığı için kuşatanın da aklına ilmine, akıl erdiremez. O’nun ne yapıp edeceğine vakıf olamaz. Olamayınca da anlayıp kavrayamaz. Kavrayamayınca da ya yanılgıya düşer, yada çelişki içinde bocalayarak yanlış vs. gibi şeyler söyleyerek kendi içinde çelişki yaşar.
Bu çelişki içinde yaşayan insanın inancı da ister istemez zayıf olur. Şeytanca düşünceler karşısında sağlam bir kale gibi durup kendini savunamaz. Bilgisizliğin verdiği cehaletle ona kapılıp, onun gibi yaşar. Böyle bir aklın sahibi, kolayca yanlış istikamette yanlış düşünce ve fikirlere saplanır. Saplandığı bu şeytani yöndeki yanlış düşünce ve fikirlerin farkında olmadan esiri olur. Artık şeytanın inançsız bir askeri olarak da inandığı bu yanlış düşünce ve fikirleri de doğruymuş gibi başkalarına korkusuzca anlatıp onları savunmaya başlar.
Bu durumdaki bir insan cehaletinden de utanmayıp, bir de etrafına yanlış bilgi satar.
Daha sonraları anlayıp kavramış olsa bile, artık iş işten geçmiş olacağından insanın keşkeleri de hiçbir işe yaramaz olur.
Başka bir yönüyle de insan denilen canlı varlık, adeta dünyanın en güçlü ve en gelişmiş elektrik santralı gibi insan bedeni içinde en çok enerji üreten adeta ayaklı bir jenaratör gibidir. Bu jeneratöre sürekli enerji üreten kaynaklar ise, bedeninde bulunan toprak, su, hava ve ateştir. Bunlar insan yaşamı için sürekli enerji üretir.
İnsanların bir çoğu ürettiği enerjinin büyük bir kısmını bedeni ihtiyaçları için kullanır. Azını da aklın uhrevi gelişip olgunlaşmayı sağlamak üzere aklın emrine verdiğinden bilgi yönünden yeterli gelişip olgunlaşmasını sağlayamamaktadır. Yeterli pozitif düşünce üretememektedir.
İnsan ürettiği enerjiyi nefsi yönde fazla israf etmeyip, ürettiği enerjinin çoğunu şayet akli önde yerli yerinde kullanıp pozitif düşünce ve fikir üretse, dünyada yaşarken çözüm üretip, üstesinden gelemeyeceği hiçbir problemin kalmayacağı gibi sorun kalmaz diye düşünüyorum.
Çünkü Allah’ın bizler için murat ettiği doğrular sağduyu içindeki pozitif duygu ve düşünceyle üretilir. Bizlere ışık olup yol gösterici insanların çalışıp ürettikleri ilimler daima sağduyulu akıl sahiplerinin pozitif duygu ve düşünceleri ile ürettikleridir. Onlar sağduyu içinde ürettiklerini karşılık beklemeksizin insanlığın gelişimine katkı sağlamak için hizmete sunarlar.
İnsanoğlu bu dört unsurun oluşturduğu enerjiyi bedende toplayıp, topladığı bu enerji birikimini de doğru istikamette kullanıp, önce bedenini, sonra uhrevi aleme at uzuv ve azalarını kirinden, isinden, pisinden temizleyip içini dışını arıtıp bir etse. Sonra da içini Hak’ka, dışını da halka hizmet eder hale getirip yalan dünyada yaşarken hep doğru olsa. yani, Olduğu gibi görünüp, göründüğü gibi olsa.
Bu şekilde yaşarken ruhun bedene ait görevlerini azaltıp, uhrevi aleme yöneltip, o yöndeki pozitif duygu ve düşüncelerini geliştirse, gelişen duygu ve düşüncelerle de aklı besleyip ona hüner ve marifet kazandırabilen bir akıl sahibi için artık pek fazla bir engel kalmaz. Artı o, Allah’ın yardımıyla bir çok şeye kavuşabilir. Aklınızın hayalinizin alamayacağı bilgilere o, ilham, rüya, sezgi gibi şeylerle bedendeki ruhu ışığa dönüşmeden de bilgi vs. gibi şeylere ulaşıp elde edebilir.
Çünkü insan içinde oluşan pozitif enerjinin gücü her şeye yeter. Yeter ki, kul O’ndan ar, edep, haya içinde samimi bir inançla isteyip, O’dan elde ettiklerini de insanlığın yararına doğru yönde kullanmasını bilsin.
İnsan çalışan akılla bilgiyi adeta mıknatıs gibi çeker. Kuru bir sünger gibi de emerek aklı derecesinde bilgiye ulaşır. Ancak hiçbir kl, kendisine öngörülenin dışında bir bilgiye ulaşamaz .
Hiçbir kul da, külli akıl ve ilmin tamamına erişemez. Ona tek başına ulaşıp, Onu elde edemez.
Ancak ulaştığı pozitif bilgi ile bedeninde oluşturacağı pozitif enerji yoğunluğunu bir araya getirip doğru yönde değerlendirebilen bir benliğin sahibi önce içini arıtıp akıl derecesinde Hakk’a layık hale gelmeli.
Böyle bir akıl ve ilim sahibinin gaye ve amacı içiyle Hakk’a, dışıyla da halka hizmet etmek olmalı ki, yaşarken bu dünyayı, ölünce de ahiretini kazanmış olsun.
Bu da ancak, (yaşarken) Muhammedi bir ahlakın sahibi olmakla kazanılır.
Onun için de Miraç ‘ın asıl gaye ve amacının da bu olduğunu düşünüyorum.
Sonsuz ve sınırsız akıl ve ilim sahibi Allah’ın kulundan istediği de zaten bu değil midir?
Çünkü ahlaksız insanın yükselmesini bir yana bırakın. Ahlaksız bir insan sürekli alçalıp aşalanır.
Öyle değil mi?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.