ÇİÇEKLER SOLMASIN DİYE
Yazar Emine EKŞİ
Perşembe, 01 Temmuz 2010 12:07
Bugün açmadı yine Çiçek perdelerini.Dün de açmamıştı...Önceki gün de...Günlerdir açılmıyor solmuş, yer yer yıpranmış güneşlikler...Çiçek; tam karşımızda tek katlı, küçük evde oturan, kara gözlü genç kadın.
Merak ediyorum. Geceleri ışığı yanıyor oysa.Evde olduğuna eminim. Endişeyle karışık bir merakla kapısında buluyorum kendimi. “Kim o?” diyor titrek, cılız bir sesle. “Benim!” sesimi alınca yarım açıyor kapıyı. “Çiçek!” diye haykırıyorum; dudağını patlamış, gözünü mor bir halka kaplamış görünce. Utanıyor çiçek ,ağlıyor hıçkırarak, ben ona sarılırken. “Kim yaptı bunu? Nasıl?” Ağlıyor Çiçek. Sadece ağlayabiliyor. “O yaptı değil mi?” Ağlıyor sadece Çiçek. Suskunluğu beni doğrular gibi... O; kocası... Sebep ?... Gene sudan sebepler; yemeğin tuzu, çorbanın suyu... Böyle bir seyin sebebi olabilir mi ?...
Ahh!...Çiçek ne kadar savunmasız oysa. Baba dayağından kaçıp evlendiği kocası daha yeni evliyken başlamıs şiddete.Hem de iki yaşındaki çocuklarının gözünün önünde. Allah’ tan korkmadan , kuldan utanmadan böyle bir vahşeti, acımasızca uyguluyor kara gözlü Çiçek’ e...
“Eşlerine iyi muamele etmeyen dinini tamamlamış olamaz” diyen bir peygamberin ümmetiyken bizler. Ahh!.. Bilmiyor mu bu adam “bir babanın çocuklarına verebileceği en güzel hediye annelerini mutlu etmektir.”
Bilmiyor mu? “Ancak mutlu kadınlar, mutlu ve sağlıklı çocuklar yetiştirebilir.”
Bu adam bilmiyor mu? “Allah, kadınları erkeklere nadide bir hediye olarak, bir emanet olarak vermiştir.” Yarın bu emanetin hesabını sormayacak mı ?...
Çiçekleri soldurmanın bedelini size ödetmeyecek mi?... Onların bir sahibi olduğunu bilmez mi bu zihniyetteki erkekler ?..
Hiç sorgulamazlar mı ?.. Hiç düşünmezler mi ?.. Ahiret heybelerinde neler biriktirdiler? Kim bilir neler neler ?... “Herseyle gel ama ama bağışlamayacağım tek şey kul hakkı” diyor Yaratan. Ki senin haksızlık ettiğin birinci dereceden yakının...Yoldaşın, sırdaşın, dostun, yarin , çocuklarının annesi, elini tuttuğun, gözlerine sığındığın, sözlerinde şifa bulduğun, tebessümünde apaydınlık olduğun...Rabb’imin “gözünün ışığı, gözünün sevinci” dediği kişi haksızlık ettiğin...Kul kanunlarında bile birinci dereceden yakına verilen zarar, ağır cezaları salık veriyorsa. Rabb’ im eşinin hakkıyla seni huzuruna kabul eder mi sanıyorsun?...Huzura varmanın bekleme salonu mezarın bile, seni koynunda barındırır mı?...
Ahh!... İnsan!... O insan ki; kendinden bile Rabb’ine sığınan!...En değerlisi eşinin hakkından nasıl kurtulacak? Nereye kaçaçak?...
İnsan !... Ne kadar güçlü olduğunu zannederse zannetsin muhtaç yaratık!... Sevgiye, şefkate, ilgiye... Güvenli bir omuza, önemseyen bakışlara, sözlerine dikkat kesilen kulaklara, ruha şifa veren cümlelerle dolu dudaklara... Ta yürekten gelen, sıcacık bir tebessüme dahi muhtaç olan insan!... Nasıl olur da tüm bu ihtiyaçlarını giderecek insanların, neredeyse en başından gelen kişiye “eşine” böylesine bir gafletle yaklaşabilir? Haktır bu!... Hem de en büyük, en affedilmez, en ödenemeyecek olanlarından. “Feveylün!” diyor Allah(c.c) “Veyl” “Veyl!” “Vay haline!...” Vay haline böylelerinin!...
Allah(c.c) diyor... Seni Yaratan!... Sahibin !... Sana şah damarından daha yakın olan!... Seni senden iyi bilen !... Seni “yaratılmışların en şereflisi” seçen!... İşte Rabb’in!..Senin Rabb’in; ayaklarına cennetler serdiği,cennetlerle müjdelediği,cennetlere layık gördüğü kadınlara yaptığın haksızlıkların hesabını senden sormaz mı sanıyorsun?...
“Siz birbirinizin en güzel, en zarif elbisesisiniz” diyor Rabb’in!... Akıllı insan; hayatı boyunca sahip olduğu en özel elbisesini hor kullanır mı ? Yaralar bereler mi ?... Sonra Rabb’in; bu yaptıklarından dolayı gazaba gelip, seni çırılçıplak bırakmaz mı, şu acımasız , binbir imtihanla dolu dünyada?...
Hz. Ömer; “Biz peygamber (s.a.v) zamanında, hakkımızda bir vahiy inmesinden korktuğumuz için kadınlara kelam etmekten, haklarını çiğnemekten ve onlara sert davranmaktan sakınırdık. Fakat Peygamber (s.a.v) vefat edince biz de onlara karşı çok sözler söyler olduk ve onlara karşı kusurumuz arttı...(Buhari, Nikah, 81)” demiş. Bir itirafta bulunmuş. O değerliler değerlisi insan suçunu itiraf etmiş. Peki ya sen; insan sanılan!?... Peygamber öldü mü sanıyorsun gerçekten ?... Vahiyler kesildi mi ?... Bu yüzden mi bu rahatlık, bu cüret, bu pervasızlık?... Al Kur’an-ı Kerim’i önüne ve “igra!” Oku ki gör!... Sesli oku!... Oku ki duy!.. Duy bakalım vahiyler nasıl sağır ediyor kulaklarını!?... O Yüce Kitap sayesinde hiç kesilmeyecek olan vahiyler, nasıl ardarda düşen bombalar halinde eziyor başını!...
Vahiyler kesilmedi ey insan sanılan!...Vahiyler kesilmedi!... İstediğin gibi at koşturamazsın, o “en değerlin” olması gereken eşinin ruhunun vadilerinde... İstediğin gibi kıramazsın çitlerini, ezemezsin çimlerini, koparamazsın çiçeklerini... Vahiyler kesilmedi!... Kork!.. Utan!... Hemen tövbeye gel!... Temizle kalbini, gözyaşlarınla ıslanmış dualarınla!... Kork Rabb’inden!... Çünkü vahiyler kesilmedi, kesilmeyecek... Anla artık!...
Eşini sevmek, ona muhabbetle bakmak, onun nadide bir “emanet” olduğu farkındalığına sahip olmak bir ibadettir. Hem de ibadetlerin en zarif hal dilidr. Ne özel bir dine mensupsun, ne büyük bir Rabb’e kulsun, gör artık!... Birini sevmen bile ne büyük lütuflara gebe O’nun katında. Sevgi üzerine, sevgiyle kurulmuş bir evrenin yaratılmışlarındansın... Sev artık!... Merhamet et!... İyilik yap!... Yardım et!... Hoş gör!... Empati kur!... Saygı duy!... Dinle!... Anla!... Tatlı dille anlat!... Sabret!... Destekle!... Dokun!... Sarıl!... Değer ver!... Önemse!... Minnet duy!... Teşekkür et!... Özür dile !... Vefalı ol!... Özle!... Sevindir!... Sevin!... Gülümse!... Gülümset!... İnsan ol artık!... Yaratıldığın gibi; en şereflisinden ol!... Ol ki oldurasın!... inan çok zor değil!...
Fil ile timsahın hikayesini bilir misin ? Nerden bileceksin? Bu ikisi evlenirler. Ve birbirlerine kendileri için “en değerli” olanı verme yarışına girerler. Timsah gölden en güzel balıkları çıkarıp sevgilisi file ikram eder. Fil de pek sevdiği yeşil yaprakların en tazelerinden çırpıp sevgilisinin önüne atar. Fakat sonuç hüsrandır. Otçul olan fil için balıklar, etçil olan timsah için de tazecik yapraklar hiç de değerli değildir. Çift sonunda anlar ki herkesin “kendisi için” en değerli olanı vermesi iyi niyetli ancak teknik olarak yanlış bir davranışıtr. Hem iyi niyetli hem de hem de teknik olarak doğru davranış “eşi için” en değerli olanı vermektir. Sonuç olarak, fil timsaha hortumuyla tuttuğu ve zaten yiyemeyeceği balıkları, timsah da gölün dibinden kopardığı ve zaten sevmediği tazecik yosunları vermeye başlar. Mutlu olurlar, çünkü birbirlerini anlamaya vakit ayırmışlardır.
Sen!... Bir gün olsun Çiçek’ ler ne ister diye düşündün mü ?... Bunun için kafa yordun mu?... Yor artık!... Bunca cümleden sonra yor bizahmet!...
Sana yetmez !... Bir mesel daha vereyim; Köyün birinde, çocukların pek sevdiği bilge bir ihtiyar yaşarmış. Bilge ihtiyar çocuklarn her sorusunu ciddiye alır ve mutlaka doğru bir cevap verirmiş. Bir gün iki çocuk, yaşlı bilgeye hiç bilemeyeceği bir soru sormak istemişler. Küçük bir kuş yakalayıp, yaşlı bilgenin yanına gitmişler. Çocuklardan biri kuşu avuçlayıp arkasına gizlemiş ve sormuş; “Bil bakalım, elimdeki kuş canlı mı ölü mü?” Bilge gözünü çocukların gözlerinde gezdirmiş bir süre. Öyle ki çocuklar ilk defa yaşlı bilgeyi zorladıklarını düşünmeye başlayıp mutlulukla tebessüm etmişler. Sonunda derin bir nefes almış yaşlı bilge ve soruyu soran çocuğa dönmüş; “Bu sorunun cevabı senin elinde!... Avucundaki kuşun canlı olduğunu söylersem, onu sıkıp öldüreceksin. Ölü olduğunu söylersem, ellerini açacaksın ve kuş özgürlüğüne kavuşacak. Kuşun ölmesi de yaşaması da senin elinde.”
Anladın mı ?... Sen!.. İnsan sanılan!... Çiçek’lerin açması da solması da senin elinde. Ondan açmasını beklerken; onu havasız, susuz bırakıp “Hadi bakalım, aç da göreyim seni!” acımasızlığıyla mı davrandın ona, yoksa havasını, suyunu, sevgisini eksik etmeyip “ Hadi bakalım, pembenin en güzeli, kokuların en huzur vereni olabilirsin!” sabrı ve şefkatiyle mi davrandın?
Düşün!... Özür dile !... Tövbe et!... Rabb’ine sığın!... Belki seni bile affeder!...
Ahh!...Çiçek!...
“Ağlama” dedim, ağlamaktan başka bir sey yapamayan Çiçek’e .”Ağlama!” Kocaman sarıldım, sevgiye, şefkate, merhamete her zamankinden çok ihtiyacı olan yaralı, bereli bedenine...
“Sen sahipsiz değilsin,haklarını arayacağız.Utanma! Utanacak biri varsa, bu sen değilsin. Sana bu haksızlığı yapan!... Ahh! Çiçek!... Çiçek’ler su ister, güneş ister. Oysa sen günlerdir perdelerini bile açmıyorsun. Biz kadınız! Rabb’im bizi çok özel yarattı. Çok güçlü yarattı şükürler olsun. Biz anneyiz!... Ayaklarına cennetler serileniz. Bu emsalsiz hediyeye layık olabilmek için, en özel ve öncelikli görevimizi en iyi şekilde yerine getirmeye çalışacağız. Anneliğimizi öyle bir giyineceğiz , çocuklarımızı öyle donanımlı yetiştireceğiz ki cennetin muhatabı olabilelim. Erkekler zalim olduğu sanılan zavallı mazlumlardır aslında biliyor musun?... Çünkü onları bizler yetiştiriyoruz. Bizler şekillendiriyoruz. Biz anneler onları “insan” yada “insan sanılan” yapıyoruz. Öyleyse ne yapacağız Çiçek?... Ağlamak, sızlamak, kendimize acımak yerine dimdik duracağız. Ve yarının yetişkinleri olacak yavrularımızın pırıl pırıl kalplerine Allah’ı , Kitap’ı işleyeceğiz. Kul hakkını nakşadeceğiz o tertemiz beyinlerine. Haramı helali öğreteceğiz. Karıncayı dahi incitmeye çekinen erkekler, kadınlar olduracağız inşaallah!... Önce Allah’a “kul” yetiştireceğiz .“Kul” olmayı becerebilen, zaten tüm güzel hasletleri kuşanmış, en mükemmel insan olmuş demektir.”
O kapkara gözlerinden sildim gözyaşlarını... Ve çeresizliğini... Ve ümitsizliğini... Açtım tüm perdelerini sonuna kadar... Aydınlık girsin, sevgi girsin, umut girsin, hayat girsin diye... Girsin de; dünyanın en güzel hediyesi olan Çiçek’ler solmasın diye!...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.