- 552 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Yakarış -II-
Rabbim!
Ey Rabbim!
Meleklere mesken yapmadın beni, ancak iblise de sırrını veren değildim.
Âdem için ağaç olmadım, lakin Habil’i de öldüren olmayı bile kabul etmedim.
Derken Rabbim! Nuh’a gemi oldum; sular üstünde emin dağa ulaştırdım yol gösterdiğin gibi.
Rabbim!
Yangınım çok derin biliyorsun; içten içe yakıyor ve yüreğimde işlemediği yer kalmadı.
Küle dönsem diyorum köz oluyorum ve için için kavruluyorum.
Bedenimde ise depremlerin artçı şokları daha vahim. Çaresi sende çaresizliğimin, vermeyecek misin?
Rabbim!
İbrahim’i ateşe atanlardan olmadığım gibi bahçesine gül de yapmadın. Sonunda İsmail’i olmaya razı ettin kereminle.
Bıçak boğazımdayken sana gülümsedim; bununla imtihan edeceğine emin olduğum halde; “lebbeyk” dedim. Yoksa dayanamazdı Hacer’e sekine/teselli gönderdin.
Ey Rabbim!
Benim Rabbim!
Şimdi de kendine gerçek-sahte teselli bulanlar var. Ya ben nasıl teselli bulayım? Bir emzik istedim bebeler gibi oyalanmaya, çok mu şey istedim? Değilse neden?
Rabbim!
Yakup eylemediğine şükrederken kuyuya attığın bendim; nazlı büyüttüğün halde köle edişine razı oldum. Yetmedi bir güzele yar eyledin. Ve biliyorsun ki onu sadece çok sevmiştim. Bedeli zindandı bana ömrümün en güzel çağlarında merhametini biliyordum ve bir “ah” bile çekmedim.
Rabbim!
Ey Rabbim!
Merhametin kaynağı Rabbim!
Ya bana da hemen merhamet, ya da bu aciz kulunu affet. Çünkü bir yanım yangınlar âleminde diğeri onlarda. Dünyada kalma derdinden değil, yangınla huzurunda durmaya dayanamıyorum.
Rabbim!
Beni sarayda büyütüp sürgüne gönderdin. Kavmim isyandayken “uyar” dedin, yapmadım mı? Çölü geçtik bana “tur’a gel” dedin. Geç gönderince halkın sana isyan, bana sitem ettiler. Denize vur dedin neden demedim, vurdum ortasına yol aldım layıkınca. Gönderdiğin mucizeyle soluk aldım nefessiz zamanlarımda.
Rabbim!
Şanına and olsun,
Erdemlilerin şahitliğine and olsun,
Soluk alan sabaha ve bahşettiğin “o sabahın namazına” and olsun ki kerem ve ihsanının bende karşılığı yoktur.
Tamam, anladım; makamlarına, mülklerine, gelecek kaygılarına, aşklarına yenik düşenleri. Peki, kaybedecek hiçbir şeyi olmayanlara ne oluyor? Neden nefes almamıza bir pencerecik olmuyorlar?
Neden halleri içler acısı olanların dostları, eşleri, kardeşleri, evlatları bir katre soluk olmuyorlar neden?
Rabbim!
Artık dayanamıyorum kullarının acılarına, sevinçlerine, gülücüklerine, istek(sizlik)lerine… Ama onları kendi haline bırakacak da değilim. Ölümüm onlar için olsun istiyorum, onların yoluna olacak.
Rabbim!
Adına kasem olsun ki benim sevgi dışında beslenecek kaynağım yok(tu). Ve kasem olsun ki o kaynağım kurumak üzere. Sahibi olduğun sevginin kaynağından gölcüğüme damlacıklar akıtmaz isen huzurunda da eli boş olacağım. İşte asıl telaşım bu.
Rabbim!
Senin halkına feda etmediğim ne kaldı? Onlardan bir “aferin” bile beklemeden “can feda” olmadım mı? Peki neden halkının hatırına acımın dinmesine deva göndermiyorsun? Yoksa ben mi acele ediyorum. Eğer böyleyse biliyorsun ki bu kulunun sınırlılığıdır halimi şikâyetim.
Rabbim!
“Sen varsın ve sorun yok” diyordum. Bendeki bu halin anlamı ne?
Yanımda olmalarına en muhtaç olduklarım nerede? Ölüm yolcularına böyle mi davranır “sevgili”ler, “aziz dost”lar, “kutlu yolda yoldaş”lar?
Sana itimadım iman olduğu halde nedendir meşgalelerim ve neden dayanma gücümü yitirmiş olmanın bedbahtlığına düştüm?
Rabbim!
Hezeyan diyorsan biliyorsun ki sana ihtiyacımdandır? Yakarış kabul ediyorsan devam edeceğim…