- 1093 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ay oğlan imiş, Güneşse kız…
Sabah erkenden attım kendimi dışarıya. Gülen güneşin ışıkları sarmaladı, ısıttı tüm vücudumu. Derin bir rehavet kapladı her yanımı iliklerime kadar. Başımı kaldırdım, gökyüzünün huzur verici maviliğini, dağların ufukta meydana getirdiği gizemli siluetini, güneşin o gizemli mavilik içinde asılı duran ihtişamlı görüntüsünü seyrettim uzunca bir süre, gözlerim kamaşarak.
Hem yeryüzündeki tüm canlılara hizmet edip, onları ısıtıp, dünyalarını aydınlatıp, yedikleri içtikleri envai çeşit nimetin tatlanmasını, renklenmesini, besin depolamasını sağladığı halde, tüm canlıların yaşam kaynağı, gözlerinin feri, damarlarının gücü olmasına rağmen, karşılığında bir tek kuruş bile maddi çıkar talep etmeyen, verdiği hizmete karşılık bedel ödetmeyen, müşterisine fatura çıkarmayan, gecikme faizinden bahsetmeyen, evine, işyerine icra memurları, cep telefonlarına son ödeme bildirimi göndermeyen, sarf ettiği enerjiyi bedellendirmek için kendisine mali müşavir tutmayan, herhangi bir enerji nakil hattı için uluslararası güçlerle sözleşme imzalamak zorunda bulunmayan, sahip olduğu enerjiyi pazarlamak için çaba sarf etmeyen, bu konuda kıskançlıklara, bundan dolayı da savaşlara zemin hazırlamayan, devletler arasına nifak sokmayan, onu buna, bunu ona kırdırtmayan, emperyalizmin ve kapitalizmin acımasız yüzü aksine her sabah dünyaya güler yüzünü gösteren ve cömertliğini tarife kifayetsiz olduğum güneşi seyrettim uzunca bir süre.
Şöyle derler;
Ay, oğlan imiş. Korkmasın diye güneşe; “ sen gündüz doğ, ben gece doğarım” dermiş. Güneş kız imiş, güzel yüzünü kem gözlerden korumak için kendisine bakanların gözlerini kamaştırırmış.
Sonra Yüce Allah’ıma şükredip, adımlarımı ileriye doğru atmaya devam ettim. Karıncaları gördüm biraz ileride. Toprağın üzerindeki hareketlerini, yaprak kırıntılarını, ot tohumlarını yuvalarına taşımalarını seyrettim bir müddet. İrice bir buğday tanesini ne yapsa ileriye doğru sürükleyemeyen karıncanın çırpınışlarını, gayretlerini, az ötedeki bir başka karıncanın süratli bir şekilde koşarak gelip, ona nasıl yardım ederek buğday tanesini yuvanın içine indirdiklerini izledim uzunca bir süre. Bir anda akıl ve izan sahibi olması gereken, alın teriyle çalışıp kazanarak, dünyaya getirdiği yavrularını besleyip, varlığının sebebi olan Yüce Yaradan’a şükredip; vatana, millete ve tüm insanlığa faydalı evlatlar yetiştireceği yerde, başkalarının kazandığı malları çalarak, çırparak onların kursağına indirenleri düşündüm. Hakkı ve hukuku yok sayarak, bu dünyadan başka hesap verecek bir mekân bulunmadığını varsayarak ya da bu dünyada ilânihaye yaşayacağını zannederek gayrı meşru zeminlerde edindiği mallar üzerinde hak talep edenler geldi aklıma…
Yürüyordum, daima ileriye doğru yürüyordum. Bir anda, attığım adımların nasıl harekete geçebildiklerini düşündüm. Alabildiğince uzak mesafeleri, küçücük gözlerimle nasıl izleyebiliyordum… Her ağaçtan farklı bir nağme ile adeta şarkılar türküler söyleyen kuşları, böcekleri, nasıl dinleyebiliyor, nasıl duyabiliyordum… Yağan yağmurun sebep olduğu toprak kokusunu nasıl koklayabiliyordum… Ve bunları, hiçbir karşılık beklemeden bila meccanen bana vereni düşündüm Bu kadar nimet, bedavadan bir başkasına verilebilir miydi? Verilebilirse eğer, vücudumuzun zerresini bile bir başkasına tereddütsüz verebilir miydik?
Onlarca, yüzlerce, binlerce çeşit nebatat acaba hangi amaçlarla ve hangi mühendislik hesaplamaları ile hangi ustanın marifetiyle toprağın bağrından fışkırabiliyorlardı? Dikenlisi, dikensizi, kokulusu, kokusuzu, çiçeklisi, çiçeksizi, matematiğin bile yetersiz, miktar hesaplamalarının çaresiz kaldığı bu çoğunluk neyin nesiydi acaba?
Yürüyordum, daima ileriye doğru yürüyordum. Bir anda, bir saat kadar önce gökyüzünün sonsuz maviliklerini, güneşin parlaklığını, içimi ısıtan sıcaklığını, dünyamı aydınlatan berraklığını düşünerek çıktığım sabahki durumdan en ufak bir eser kalmamıştı. Gökyüzünü bir anda kaplayan beyaz, gri, siyah bulutların, yeryüzündeki milyonlarca nebatatın, bir o kadar hayvan ve insanın suya ihtiyaçlarının bulunduğunu haykırırcasına üzerlerinde bulundurdukları su damlacıklarını bırakarak bir başka cömertlik örneğini hayranlıkla ve hayretle izliyordum. Yine bir kuvvet; cömertliğini, sevgisini şefkatini en son raddesine kadar yeryüzüne, yarattıklarına gönderiyordu.
Rabbim! Rahmetini esirgeme üzerimizden. Amin.
Miraç Kandiliniz mübarek olsun.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.