- 1737 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİR YÜCE ÖĞRETMEN HASAN ÇETİNTÜRK-(EDEBİYATÇI)
SÖYLEŞİ : Suat TUTAK
TARİH : 13. 05. 1990
Söke ilçemizin güzide bir mahallsi vardır. Konak Mahallesi. Bu mahallemizin Aydın caddesi kenarında bir güzel ilkokulu olan(ilköğretim) Kocagöz İlkokulu’muz vardır. Hemen bitişiğinden başlayan Kocagöz Sokağı’ndan kuzeye doğru bir miktar çıkarsanız (20 metre kadar bir şey çıkın) sağ tarafta dar bir sokak görünümünde başlayıp (şimdi genişletildi orası) genişleyen NAMIKKEMAL Caddemiz karşınıza gelecektir. İşte bu caddeye girip doğuya doğru uzunca bir süre yaya olarak gidince, Aydın Caddesinden başlayıp yine kuzeye doğru yükselen bir okul sokağı bulunmaktadır. Sizi Sıdıka İlkokuluna götürür(İlköğretim).
Sözünü ettiğimiz bu Namıkkemal caddesi ile o OKUL SOKAĞI’nın kesştiği noktada, üst köşede tam Sıdıka İlkokulu karşısında iki kat ve bir çekme katlı bahçeli bir ev görürsünüz. Ağaçlar, çiçekler, yeşillikler içinde bir evdir burası. Namıkkemal caddesinden 8, Okul sokağında 5 numarayı almaktadır bu ev... Birinci katına çıkıp ziline dokunduğunuz zaman, Hasan hocamızı karşınızda görürsünüz.
Yaşamındaki acıların omuzlarını çökerttiği, hafif öne doğru eğik duruşuyla, Atatürk’e benzeyen çatık, dik ve gür kaşlarıyla, o yüce gönüllü, hoşgörüsüyle yüce öğretmen, Hasan ÇETİNTÜRK’tür bu... Türk anane ve örflerine göre sizi karşılayan, gelenin yaşına bakmadan hizmet etmeyi bir ata göreneği sayan o, büyük insan Hasan hoca...
Bizi; Osmanlı mimarisinde görülen, kemerli salonuna aldığında, kısazaman önce kaybettiği oğlu ARGUN’un acısıyla bir kat daha çökmüş, her hareketinden acısı belli olan, çok mahzun bir baba olarak gördüm Hasan Hoca’mızı... Sesleri boğuk boğuk, boğazında düğümlü, dokunsanız ağlayacak durumday-dı. Bu görüntü bana Ata’larmızın “ATEŞ, DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKAR...” sözcüğünü, bir kez daha idrak ettiriyordu. Söe nasıl ve nereden başlayacağımı kestiremiyordum. Bir ara özür dileyip dönmeyi bile düşündüm. Ama bu söyleşi görevini üstlenmiştim. Yazımızın dergiye yetişmesi için, zaman azdı. Yanımda kızım Melek’i de götürmüştüm. Hemen onu tanıştırdım ve böylece söze girmiş oldum. Aldığım güçle ve cesaretle ilk sorumu yönelttim:
Suat TUTAK- Sayın Hasan ÇETİNTÜRK, “BEŞPARMAK DERGİ “mizde, gelenek haline getirme-yi amaçladığımız, her sayımızda bir söyleşiyi yayınlama isteğimizdir. Dergimiz yazı ailesince ayrı ayrı birer değer bilip saygı duyduğumuz, bu beldeye büyük hizmetleri olduğunu kabul ettiğimiz büyüklerimi-zi, yazarlarımızı, şairlerimizi, yöneticilerimizi zaman zaman söyleşilerle , okuyucularımıza yakından tanıtmak, birer tarihi belge halinde dergilerimizde yer verip gelecek kuşaklara, aktarmak istiyoruz. Bu amaçla sizi bugün evinizde, ziyaret etmiş bulunuyoruz. Bize kendinizi hem bir eğitimci, hem edebiyatç, hem de Cumhuriteimizin ilk yıllarını görmüş bir kişi olarak tanıtır mısınız? Nerede doğdunuz? O yhıllarda sosyal, ekonomik, kültürel şartlar neydi? Bu yıllara, bir örnekleme yapar mısınız?
Hasan ÇETİNTÜRK - Babam Yemen’de savaşırken Mayıs 1915 ( 1331 tevellüt ) de Isparta ili, Uluborlu kasabası, KÜÇÜKKABACA KÖYÜ’ nde doğmuşum. Babam iki evliymiş. Benim doğduğum gün, ay belli değildir. Daha sonraları anama sorduğumda , bağ filizi zamanında, babam Yemen’de se-ferde iken doğduğumu söyler. Kesin gün ve ayı bilmezdi. Bizim oralarda bağlar, Mayıs aylarında filiz-lenir. Buradan Mayıs ayında doğduğumu belirlemiş oluyorum.
O yıllarda Yemen’deki savaş nedeniyle devlet, köylerden buğday topluyor, köyün araç ve hayvanlarıyla, kağnılarla görev verdiği köylülerle bunları en yakın tren istasyonlarına gönderiyor, oradan bu erzakları Yemen’de savaşan askerlere gönderiyormuş.Bu devlet eliyle toplanan buğdaylara “Vaziyet buğdayları” diyorlarmış.Kağnı konvoylarıyla, köyden seçilen gönüllülerle bu buğdaylar taşınırmış. Benim bir-iki yaşında süt çocuğu olduğum o sıralarda, bir harman mevsiminde annem, harmandaki buğdaylarımızı Devlet’e verip gönüllüolarak kağnılarla, taşımaya gitmiş ve beni sütten kesmek zorunda kalmış. Onun için bana zaman zaman anam; “...bende altı aylık hakkın kaldı, helal et” derdi. Bunu bir şiirimde belirttim. Az sonra o şiirimden bir, iki mısrayı size okuyacağım. İşte; anamın vaziyet buğdayla-rını, gönüllü olarak kağnı kervanıyla götürdüğü o günlerde, babamın ikinci eşi, övey annem beni mama ile besleyip, kendi annem dönünceye kadar bakmış. Sütten kesilmem de bu dönemde olmuş. Anamın içinde bir acı olan bu sütten ayrılmamla ilgili şiirden iki mısramı size sunuyorum ;
“...Anam, altı aylık hakkm kaldı, helal et, dedrdi “
“ Onun bu yurt sevgisi, bana ne dersler verdi “
Yunanlılar’ın Afyon, Eskişehir yörelerine geçişleri sırasında, “...Cavur geliyor” diye köylüler, kap kacağını toprağa gömüp göçe hazırlanırken(ben çok küçüktüm o sıralar) ayağımdaki fistenın kemerine bir ekmek bıçağını sokmuştum. “...Cavur gelirse keseceğim” diyordum. Bizim milletimizin yediden yetmişe her ferdinde bu vatan sevgisi, bu derece güçlüdür. Küçücük bir çocuk olmama rağmen bendeki bu düşünce, işte bu duyguların bir örneğidir. Size o yıllarımı ve çocukluğumu anlatan, seneler sonra yazdığım “Senelerin Ardından” isimli şiirimi sunuyorum :
SENELERİN ARDINDAN
Anam beni doğurmuş tenha bir gün baharda,
Babam çakmak çalarken Yemen adlı diyarda.
Daha senem dolmadan hastalık yakalamış
Yıllarca o taptaze vücudumu dalamış.
Anamdan emdiğime burnum bir oluk olmuş,
Kendim canlı cenaze, yüzüm sararmış, solmuş.
Uzun süren ağıttan köylü kurtulsun diye
Komşu imam efendi şunu etmiş tavsiye:
Biri bir çul içinde bırakmış mezarlığa,
Biri aldıktan sonra açılmışım varlığa.
Ben otlar, dikenlerle güreşirken toprakta
Anam elinde saban, gün batarmış ırakta.
Köy kağnı kervanıyla vaziyet buğdayları
Götürülüp dönünce süt emmemişim gayrı.
Tam üç gün övey anam oğullarıyla bakmış,
Beşikte ırlayarak bana ninniler yakmış
Anam “Altı aylık hakkın kaldı, helal et” derdi;
O’nun bu yurt sevgisi bana ne dersler verdi !..
Ağam beni sırtından bırakırmış çamura,
Bazen de ağlatırmış etimi bura bura.
Anam”Baban izinli gelecek !..”deyip durmuştu,
Gözüm yollarda, kafam baba düşü kurmuştu.
Elimden tutup karşı götürmüştü de abam
Beni kucakta sıkıp şaaap şap öpmüştü babam !..
Hala yanakta yansır o dudakların tadı
Uygun bir söz olsundu bu öpüşlerin adı !..
Bir gün hantal kunduram çamura yutulmuştu
Bu kusrum karşısındaher şey unutulmuştu.
Kah itile kakıla, çamurda yuvarlana
Nice canavarları tepip çıktım meydana !..
YABAN’ın arsalığnı yaptığı köhne köyle
Hala candan bağlıyız ve kalacağız öyle !..
Babam dünyada yoktu, birgün anama sordum:
“-Ben hangi ay, hangi gün doğdum ana” diyordum..
“-Baban seferberlikte, bağ filizi zamanı,
Daha sen beş aylıkken kaldırmıştık harmanı,
............................................................. : ........”
baktım ki denenlerle bir noktaya varılmaz,
Cevap alınmayınca tekrar sual soprulmaz !..
Okuyup yazma bilenseferdeymiş elimde,
Doğduğum gün e gezer, ay bile yok elimde !..
Gündüz perdiperişan kalsam içten çöküşle
Yüzümde güller açar gece rüyayla düşle ! ..
Ben böyle yapayalnız seyrederim bu filmi;
Benim gibi bakacak var mı, çağırsam kimi ?!.
Ankara : 16. 12. 1939
Hasan ÇETİNTÜRK
Suat TUTAK- Sayın hocam, biraz da okul yıllarınızdan, 0 yıllara ait anılarınızdan konuşalım mı, ne dersiniz?
Hasan ÇETİNTÜRK – Ben ilkokulu babam öldükten sonra bitirdim. Bize öğretmen olarak gelen Mehmet Azmi bey, derse girmeye başladığında, kolunda İstiklal Harbi’nden aldığı, henüz kapanmamış yara izlerinin olduğunu söylerlerdi. İlk okumaya onunla başladım. Köyümde bitirdim. Bize, Ortaokula gitmemiz için teşvik ederdi. Onun bu teşviki üzerine Yalvaç Ortaokulu’na gittim. Babamın ölümünden sonra 3 çocuk, bir de annem olmak üzere 4 kişi kaldık. Annem çifte gider, ben okuldan çıkınca kardeşlerime bakardım. Övey annemden de kardeşlerim vardı.
Birgün üşümüş oldukları için ocağa ateş yaktım. Acıktıkları için de ekmek verdim.Annemin çiftten gelmesini beklerken, ekmek ısıtmakta olan kız kardeşimin etekleri ateşten tutşmuş, Bağırması üzerine ateşi söndürdüm ama, o yanıktan kurtulamayarak öldü... Altı ay sonra da, yine çiftten gelmekte olan annemi beklerken, ölen kız kardeşimden iki yaş küçük olan oğlan kardeşim, damdan düşerek öldü.O sene ben ilkokulu bitirdim.Ben Ortaokul’a devam etmek istiyordum. Annem yalnız kalacağından, okumama razı olmuyordu... Bir sene okumaya ara verdim. 1928’de, yeni harfler kabul edildiği yıl, ısrarlarıma dayanamayarak, Yalvaç Ortaokul’na gitmeme izin verdi..Bu okulu bitirdikten sonra, 1932 – 1933 ders yılında İzmir Erkek Öğretmen Okulu’na girdim. Atça ve Nazilli’de öğretrmenlik ve Yedek Subaylık yapıp, Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Şubesine girdim. Orada iken Kompozisyon öğretmenimiz Ahmet Kutsi TECER’İn TEZ olarak verdiği”Küçük Kabaca’da Düğün” adlı derleme, bir örf ve adet romanı nite-liği taşıyan bir çalışmam var. Rahmetli Tecer hocam, Gazi Eğitim Enstitüsü neşriyatı olarak yayınlaya-caktı. İkincilik derecesine layık görülmüştü. Hocam, Millet Vekili olarak ayrılınca, yayınlanamadı. Bu eserimin Gazi Eğitim Enstitüsü arşivlerinde bulunduğunu, bendenm sonra mezun olan öğretmen arkadaş-lardan öğrendim.
S.T. – Sayın Hocam, Devletin savaş anında vaziyete aldığı hayvanları veya araçları savaştan sonra ya iade ediyor veya belli bir değer üzerinden parasını ödüyormuş, İstiklal Savası sırasında sizden aldığı hay-vanları veya ücretini size ödedi mi? Bir de o yıllarda akrabalarınızla bir araya gelebildiniz mi?
H.Ç – devlet, İstiklal Savaşı’nda vaziyet ettiği, el koyduğu hayvan, kağnı gibi malların değerlerini savaştan sonra o günmkü bişçilen fiyatlar üzerinden ödüyordu. Bizden alınan 2 öküz ve bir eşeğin be-dellerinin, daha sonraları ödenmiş olduğunun rahmetli babam tarafından, her birinin değerinin ayrı ayrı zikrederek beyan edildiğini hatırlıyorum.
Diğer sorunuza gelince; annemin dayısı vaktiyle gençken, gelip kuyucakta yerleşip evlenmiş. Daha sonraYunan İşgali sırasınd, bazı hayvanlarını da alarak göç edip, bize geldikleri, bir hayli kaldıuklarını hatırlıyorum. Bağ-bahçe işlerimizi o hayvanlarla yaptığımızı, kızı Zahide ile arkadaşlık yaptığımızı hatırlıyorum. Yunan, yuttan atıldıktan sonra onlar, tekrar yurt ve yuvalarına döndüler. Övey kardeşlerimden sadece bir ağabeyim yaşamaktadır...
S.T.- sayın Hocam; bu kentte sizden ışık alan, sizin öğrenciniz olan, işaret ettiğiniz prensipleri kendine amaç edinen yüzler, binlerce kişi yaşamaktadır. Ben de onlardan biriyim.... Belki, bu yaydığınız bilim, eğitim ışığından faydalanan bir noktacığım. Kendimi bunun için şanslı sayıyorum. Bu kişler ki şuan; bu beldede ve yurdumuzun birçok yerlerinde, çeşitli dallarda hizmet vermektedirler. Böylesine başarılı, onurlu bir geçmişe sahip olmanın huzuru içinde olmalısınız... Bir eğitimci, emekli bir öğretmen olarak neler hissediyorsunuz? Duygularınızı bize açıklar mısınız?
H.Ç.- Kemalettin KAMİ(KAMU); “Bingöl Çobanları” adlı şiirinde,
“Okuıma yok, yazma yok, bilmeyiz eskileri;
“Kuzular bize söyler yılların geçtiğini “ beyti, bu sorunuza cevap teşkil eder sanırım.. Kuzular büyüdü. Ana vce baba oldu. Onların çocukları da talebelerimiz oldujlar...
1974’e kadar 36 yılı aşkın bir hizmet dönemi içinde ve emekli olduktan sonra bu kuzularla karşılaşır, elimin öpüldüğü, sayıldığımı duyar, onların gözlerinden öperek iftihar ederim.Asıl eserlerim, ömür boyu derlediğim Türk Atasözleriyle, manzum ve mensur yazılarım değil, bu kuzulardır. Sizinle ve diğer öğrencilerimle iftihar ediyorum.
S.T. – Sayın Hasan ÇETİNTÜRK; şimdi sizin izninizle, 25-30 yıl öncesine, eski ortaokul yıllarındaki öğretmenlik dönemlerinize sizi götürmek istiyorum. Benim öğrenciniz, sizin Türkçe öğretmeni olduğunuz yıllara, şöyle bir uzanalım mı sayın hocam..? Eski dostları, onlarla yanılan anıları yadedelim mi? Sayın Okul Müdürümüz(Merhum) Ali PERİNÇEK’i, Müdür Yardımcımız (Merhum) Muzaffer GÜ-RER’i, Müdürümüzün hanımı Hatice Hanım’ı, Muzaffer beyin eşi Makbule Hanım’ı, Resimci Süheyla Hanım’ı, İngilizceci (Hostes) Nuray Hanım’ı,İngilizceci(Merhum) Hilmi MEYDAN’ı, Türkçeci Şahap KARADAYI’yı(Aslı Şahabettin), Fizikçi Adil ŞENBAKLAVACI’yı, Matematikçi (Merhum) Mustafa UZGUR’u, yine Matematikçi Mustafa YAĞCI’yı, eşi SUNA hanım’ı, Resim ve İş dersi öğretmeni(Merhum) İlhan DOĞAN’ı, şuan daha anımsayamadığım nice öğretmenleri bir bir konuşalım mı? Nasıl hatırlıyorsunuz o yıllardaki eğitim ailesini, çalışmalarını, öğrencilerinbizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir anınız var mıdır? Bize anlathır mısınıız?
H.Ç. – Söke’ye 1946 – 1947 yılında Karaman’dan gelmiştim.O zamanlar; eleme imtihanları yapılır, bunu kazananlar, sözlü imtehanlara girer, Ortaokulu bitirirlerdi. Türkçe ve Matemetik’ten mutlaka eleme imtihanlarına girilir, diğer üçüncü dersiher yıl Bakanlık tayin ederdi. Daha evvel Söke Ortaokulu Özel olduğu ve eleme imtihanına girecek olan, okuttuğum 3.sınıf Bakanlıktan gelecek eleme imtehanlarında başarı sağlayamayacağı kanaati, bende hasıl olduğu için, son dersten sonra hergün akşam üzerileri eski Meyan Fabrikasının batısındaki bir tepede aç.ıkhava dersi yapardık. Öğrencilerim o kadar istekliydi ki; hazırlanıp sıraya girer, beni gelip öğretmenler odasından alırıar, hiç eksiksiz açıkhava dershanesine gider-dik... Bu çalışmanın sonucunu eleme imtihanlarında, ben ve öğrencilerim fazlasıyla almıştık. Öğrencileri-mizle bütün çalışmalarımızdadaha sonraki yıllarda, açıkhava dershenesinde değil ama, derste ve ders dışı zamanlarda ayni samimiyetle öğrenci ve öğretmen münasebetlerini yürüttüğümüz kanısındayım.
S.T. – Sayın Hocam; şimdi biraz da, askerlik yıllarınızdan, o yılların ilg,nç olan anılarından, daha önceki öğrencilik döneminizden kısa kısa pasajlar halinde yer verebilir miyiz? Sizin de çok sevdiğiniz, saygı duyduğunuz öğretmenleriniz olmuştur. Bizlere o günlerinizi anlatır mısınız?
H.Ç.- Söke’ye ilk olarak İkinci Cihan Harbi’nin şartları icabı, Gazi Eğitimi Bitirir bitirmez, 1941 yılı Mayıs sonlarında , ikinci askerliğimi yapmak üzere, yedek Subay olarak geldim.O zamanlar Söke, Sivrisi-nek ve sıtmanın çok yaygın olduğu bir özellik taşıyordu. Alay’ın bir bölümü Didim’de, bir bölümü Do-ğanbey’de ileri karakol vazifesi görüyordu. 1942 yazında, bizim bölükte Doğanbay’deydi. Sisam, İtalyan İşgalindeydi. Orada atılan top seslerini duyardık. Bir mangamız Dikburun’daydı. Bir miktar Yunanlı, Si-sam’dan kayıkla mülteci olarak gelmek istemiş, bizim manga, kayıkçı da dahil onları burada alıkoymuş-lar... Ben Dikburun’a vardığımda, bu Sisamlı’larla karşılaştım. O seneler kayıkla yakalanınca , geriye çevirmek emri vardı. İki kız sahibi bir baba, Yunanca ora dalyanındaki birisinin tercümanlığıyla yalva-rıyor, “Kızlarımı da kurtarmak için kaçtım.Siz öldürün, beni geri göndermeyin” diyordu. Askerler-den aldığım iki somunu verdiğim zaman, yumruk kadar parçaları birer lokmada yiyorlar, deniz kena-rındaki kabuklu hayvanları diri diri, çiğ çiğ ağızlarına atıyorlardı. Konuşurken; açlıktan, midelerin-deki boşluğu bastırarak ancak konuşabiliyorlardı. Ben kayığa bindirerek, emir icabı geri gönderirken, denize açıldıktan sonra dümen kırarak, güneye açılıp yeni bir Türk kııyısına çıkmak üzere yöneldiklerini gör-düm. Bu beni etkiliyen bir askerlik hatıramdır....
Öğrencilerimi sevdiğim gibi, bir hayli yekün tutan öğretmenlerimi de en içten sevdiğimi ve bunun için isim zikretmek istemediğimi belirterek, çoğunu rahmetle, varsa sağ olanları hürmetle yad eder, ellerinden, en içten sevgilerle öperim. Gerek öğretmenlerime, gerek öğrencilerime ve gerek askerliğime ait hatırala-rımı buraya sığdırmak mümkün olmadığı için bu kadarla, kesmeyi yeğliyorum.
S.T. –Sayın Hocam; izninizle sizin bir özelliğinize burada değinmeden geçemeyeceğim.Siz Türkçe derslerine girerdiniz. Siz ders anlatırken öğrencilerinizden esneyen oldumu, özellikle ağzını kapatmadan esneyen öğrencilerinize çok kızardınız. Önce azarlar, tenkit eder ve daha sonra nasihatlara başlardınız. Uzun uzun nasihatlarla dersimiz sona ererdi. Bazı öğrenci arkadaşlar, sizin bu özelliğinizden çoğu zaman yararlanmaya çalışırlardı. Derse kalkacakları veya çalışmadıkları yazılı sınavlarda, hep esneme yöntemine giderler, bilinçli bir şekilde sınavın olmasına engel olurlardı. Bu özelliğiniz daha sonraki yıllarda da devam etti mi? Bu durumdan siz de şikayetçi miydiniz? Neden bu derece kızıyordunuz? Eski yıllara varan bu özelliğiniz, halen devam ediyjor mu?
H.Ç. – Emekliliğiöle sona erdi. Esnemek, uykunun mukaddimesidir. Ve uyku da, çevreyle maddi ilişiğin kesilmesidir. Esneyen bu esnada dikkatten yosundur. Onun için, bu türlü davranmış olabilirim. Öğrencilerimin bu tgürlü şeytanlıklarının da farkına varmamış olabilirim. Onun için bu olayları pek hatırlamıyorum...
S.T. – Bugün 13. Mayıs 1990 Pazar, Yurdumuz ve dünyada “ANNELER GÜNÜ...” Bu anneler gününde sizleri yalnız bırakmamak ve büyük acınızı biraz olsun hafifletmek üzere, kızım Melek’i yanımda getirdim. Sizin kızınız, torununuzdur... Bir eğitimci olarak Anneler gününüve anlamını bize anlatır mısınız?
H.Ç. – Anneler Günü dolayısiyle rahmetli, kuvvetli şair ve folklorcu sayın hocam, Ahmet Kutsi TECER’in “ANNELER” adlı şiirini okuyarak, bu sorunuzun cevabına başlayayım :
A N N E L E R
Dal birgün dediki tomurcuğuna;
Tenimde bir yara işler gibisin
Dilerim rüzgarlar keder vermesin
Anneler beşikten der çocuğuna
Acını görmesin gözüm alemde
Teselli demeksin bana son demde
Bütün ümitleri sel alır gider
Tomurcuk açılır yel alır gider
Anneler büyütür el alır gider.
A.Kutsi TECER
Bu şiirden sonra sayın hocam Hasan Çetintürk, durakladı. Gözleri dolu dolu oldu. Bir süre konuşa-madı.Biraz beklemem için izin istedi... Yine büyük acısı tüm varlığını sarmış, onu çaresiz bırakmıştı. Bir süre suskun ve çaresiz bekleştik. Daha sonra o titreyen acılı sesiyle sözlerine devam etti:
H.Ç. – Hisler ve duygular, o kadar içime doluyor ki, bir türlü sıraya koyukp dışa vuramıyorum. Annem, merhum oğlum ARGUN’un annesi, eşim ve bütün annelere sesleniyorum.Hiç birisine Allah’ım, evlat acısı vermemesi dileğiyle, büütün oğul ve kızlarına ve hatta torunlarına, dileklerine uygun şekilde yetişmelerini ve her türlü mürüvvetlerini görmelerini dilerim. Merhum oğlumArgun’a Peygamberimiz hazretlerinden şefaat, yüce Rabbımdan rahmet niyaz ederim.
S.T. – Sayın Hocam; size acınızı hatırlatıp tazelemek istemezdik. Ama amacımız, acınıza ortak olmak-tı... Söyleşimize burada son verirken, ilave etmek istediğiniz sözleriniz varsa, onları da almak ister-dim.Teşekkür ederim. Oğlunuz için yazdığınız şu kısa şiiri bize okur musunuz?
H.Ç. – Size, beni hathırlayıp deşarj olmama vesile teşkil eden BEŞPARMAK DERGİSİ’ne, bütün mensuplarına ve size teşekkür eder, sevgi, saygı ve selamlarımı sunarım. Arzunuz üzerine, oğlum ARGUN’a(Merhum) yazdığım, iki kıtalık şiirimi okuyorum:
E B K E M
Bana bağlı ilk halka sendin civan ARGUN’um;
Senle koptu bu zincir, candan geliyor bun’um !..
Acın lök gibi çöktü, bu samla ben vurgunum;
Bilmem ki bu halimle acep n’olacak sonum!..
Tüm ufuklar kapalı, çıkacak yol bulamam;
Kaynağında göllenmiş gözyaşımı salamam;
Dişler kısık, çıkmaz ki ne ağıt ne de kelam;
Kader bize ağını böyle örmüş vesselam!..
Söke: 8/4/1990
Hasan ÇETİNTÜRK
(Oğlun ARGUN’un da senin de ruhlarınız şadolsun hocam Hasan ÇETİNTÜRK-S.T.)
[ kalin ]