- 747 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Martı Günlükleri
İrem’in söylediği gibi "canımın içi" demeye çalışıyorum. "nanınım iciii" gibi sesler çıkıyor ortaya, gülüyorum halime. Hayır, ortada Türkçeden gayrı biliyorum diyebildiğim bir dil kalmamış zaten, onu da bozacak bu çocuk.
Bir de İdil var, büyük martı. Okullar tatile girer girmez nerdeyse anadili gibi kuşdili konuşmaya başladı çocuğum. Neyse ki iç sesimi tez vakitte "teleffuzu epey toparladı maşallah" derken yakaladım da, yaz okulu geldi yetişti imdadıma.
Tam yataktan çıkmalı artık diye düşünürken, usulca aralanıyor odamın kapısı. Sarı bir kafa uzanıyor ilkin, yüzünde uykulu tembel bir gülümseyiş.
_ Anne, gelebilir miyim?
(Gelme desem gelmeyecek sanki.) Atla bakalım deyip, açıyorum kollarımı. Temmuz vakti hâlâ serin İstanbul sabahına inat, sımsıcak İdiloş sarılması iyi geliyor aslına bakarsanız. "nanım annemm" diyor, gülüşüyoruz.
Evcek İremce konuşmaya başladığımıza göre, doktorların virütik dediği cinsten bir illet olmalı bu telaffuz bozukluğu hali. Bu arada İrem, üç buçuk yaşında kıvırcık kafalı, koca gözlü bir kelime tembeli. Nam-ı diğer göçmen martı. Sesinin çıkmaması uyuduğu anlamına geliyor ki bu da İdille ikimize rahat rahat kucaklaşma fırsatı demek aslında. Hâl böyleyken ben kokusunu içime çekme derdindeyim, o çocuk sabısızlığı ile sorularının peşine düşüyor.
_ Anne, sana bir şey sorcağım ama kimseye söylemek yok, tamam mı?
(Yaşasın! Vukuat var gene.) Akıl tilkilerimin kuyrukları çoktan birbirine dolandı ama söz gerekli ise vereceğim çaresiz. Hem zaten kimseye söyleyecek değilim, olsa olsa yazar dünya âleme ilan ederim olur biter.
(Tamam, ciddi olalım, annelik saati.) Peki bakalım diyorum, anlat hadi. Açtım kulaklarımı, dinliyorum seni.
_ İnsan âşık olduğunu nasıl anlar?
Biliyorum kendime hatırlatmam gereksiz ve yersiz ama yine de susmuyor içim. İdil dokuz yaşında, dokuz, dok...
(Sevgili aklım, pek saygıdeğer tilkilerim nerdesiniz?) Düşüncelerim uçuşuyor, sıralayamadan konuşmaya başlıyorum. Beğenmek gibi düşün, hoşlanmak işte... (Geveliyor kadının teki, ben miyim bu?)
_ Serra bana günlüğünü gösterdi, ilk sayfasına Arda çok tatlı, çok şeker yazmış.
Tadına mı bakmış diyorum önce. Gülüyor, azalıyor sanki tellerdeki gerilim. Konuştunuz mu, Serra ne düşünmüş bunu yazarken diye soruyorum.
_ Aşık olduğunu düşünmüş, biçiminde geliyor yanıt.
(Sesim aklımın önünde hâlâ.) Serra, Arda’nın herkesten daha özel bir arkadaş olduğunu düşünmüş olmalı dediğimi duyuyorum, hem âşık olmak için azıcık daha büyümeniz gerekli bence.
_ Ne kadar büyük, Özge Ablam kadar mı mesela?
Özge’yi getiriyorum gözümün önüne; on altı bilemedin on yedi yaşlarında, lise öğrencisi bir kızcağız. Bana sorulsa o da çocuk ya, yine de eh işte, onun gibi bir şey diyorum.
_ O zaman Emir benim en özel arkadaşım diyor.
(İşte bu!) Ağızdaki baklanın adı Emir’miş. İdil benden hızlı toparlanıyor neyse ki. Yanağıma bir öpücük konuyor, akabinde yeni bir cümle.
_ Ben çok şanslıyım diyor, kızmadan konuşan bir annem olduğu için.
Ben de çok şanslıyım diyorum, benimle konuşan bir kızım olduğu için.
(Burnumun ucuna bir ödül öpücüğünü hak ettim artık.) Gülüşüyoruz yeniden. Hadi diyorum, servisin gelecek birazdan; ben de işe geç kalıyorum, doğru banyoya.
Son öpücüğü kapı ağzından uçuşturuyor. Ben güne dönüyorum...
gülgün
YORUMLAR
Öncelikle Rabbim size ve yavrularınıza, tabi eşinize de uzun ömürler versin...
İdil ve İrem... İdil'in ilk "aşk" sözcüğü ile tanışması... Ve anne olarak o yaşlarda ki çocuklarımızın, hiç ummadığımız sorularla bizi köşeye sıkıştırmaları :)))
Neyse ki iyi toparlamışsınız, ya da İdil toparlamış...
Sevgilerimle...
mavideydisevgi tarafından 7/7/2010 5:26:07 PM zamanında düzenlenmiştir.