- 1375 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İNSAN DEĞERİ VE DÜŞÜNCEYİ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
Bir insanın dünyaya gelmesi ve yetişmesi başlı başına bir değerdir. Bu değerin kıymeti bilinir ve ona eşitçe davranılırsa, ortaya bir başka değer ortaya çıkar ki bu da sevgi ve saygıdır. Bu durum bireyden başlar toplum düzeyine kadar çıkar. Ordan da uluslararası düzeyine kadar çıkar. Bu durum uluslararası durumlarda bile ön plana çıkmaktadır.
Dünya insanlığını birleştiren temel ölçütlerin dayanağı da gene bu kavramlardır.
Sevgi ve saygıya dayalı bir toplumda hem eleştirinin, hem de özeleştirinin bir ölçütü olmalıdır. Bir toplumda sevgi ve saygı yozlaşmışsa, böylesi bir ortamda toplumsal ahlâktan bahsetmenin yeri hiç yoktur. İnsanın temel ve esas değeri insan sevgisidir. Bu sevgi ve saygı toplum düzeyine çıkarıldığında da aynı anlamı bulmaktadır. Bu durum aile ortamında da egemen olmak zorundadır. Bu sevgi ve saygıyı toplum ile devlet düzeyine çıkarıldığında gene aynı duygular ön plana çıkmaktadır. Toplumla devletin birbiriyle barışık olabilmesi için bu iki erkin birbirine olan değeri sürekli göz önünde tutulması gerekir. Çünkü değer, bir süreçten geçerek sarf edilen bir emektir, bir üründür. İnsanın büyümesi ve gelişip hizmet vermesi bile bir emek biçimidir. İnsanın, insanlığın gelişmesine hizmet etmesi bir değerdir. Bu sebepten dolayı insan değeri her şeyden öncelik olması gerekir. Bir insanın değeri, onun kendi düşüncesini açıklaması ve kendisini çekinmeksizin ifade etmesiyle doğru orantılı olmasıdır. Çünkü insan kendi düşüncesiyle vardır ve kendi değerini fikriyle, düşüncesiyle kazanır. Toplumun üretici olabilmesi için ona her konuda serbest düşünme hakkını vermek gerekir. Çünkü düşünen insan her türlü gelişmeye açık olur ki, bu da gene düşünen egemen insanın insan olmasına bağlıdır.
Aslında devlet toplum için olmalıdır, toplumun yararına ve ona hizmet etmelidir. Sürekli onun emrine hazır olmalıdır. Devlet ile toplum birbiriyle barışık olursa, böylesi bir ülkede hiçbir zaman tatsız olaylar meydana gelmez. Zaten hal böyle olunca devlet diye bir şey kalmaz ve böylece kendi kendini yönetme seviyesini halkın kendisi yakalamış olur.
İnsanlığı geriletici her türlü "İzm"den ve ideolojilerden uzak durmak için eğitimcilerin sürekli insanlığa hizmet edici şekilde düşünceyi ifade etme özgürlüğünü kendi toprakları üzerinde sıkı sıkıya yerleştirmeleri ve hatta ekmeleri kaçınılmazdır. Asırlardan beri insanoğlunun gelişim tarihi hep zikzaklarla geçmiştir. Hem birbirlerini düşüncelerinden dolayı boğazlamışlar, hem de insanlığın gelişmesine darbe vurmuşlar. Düşüncelere gem vurulmuş, değerli bilim adamları sürekli ezen kesimler tarafından hunharca imha edilmiştir. Tarihte buna ait çok örnekler mevcuttur. Zalim kafa yapısına sahip olan egemen kesime karşı, gerek iyi yürekli insanlar, gerekse bilim adamları, insanlığı ileri seviyeye ulaştırmak için gerektiği zaman kelleyi koltuğuna alarak başları dimdik bir şekilde kendi gerçek ve objektif fikirlerinden hiçbir zaman caymaksızın bugünlere kadar savuna gelmişlerdir. Yani kendi fikirlerinden hiçbir zaman ödün vermemişler. Böylesi gerçekçi bilim adamları hep imha edilmişler. Ama ne yazık ki günümüzde de halen bu tür zalimce kafa yapıları yaşamakta olup, insanlığın gelişmesi önünde büyük bir engel teşkil etmektedir.
İnsanoğlu, üretim ilişkileri içine girmesiyle ve bir araya gelmesiyle, beraberinde bir toplum oluşturmuş olup, sömürü ve talancılık fikrini de geliştirmiştir. Yani sömürü olayı insanların kendi aralarındaki alışveriş ilişkisinden dolayı ortaya çıkmıştır. Bu da insanın sürekli kendi menfaatını göz önünde tutmasından ileri geldiği anlaşılmaktadır. Ama peryodik olarak gelişen insanoğlu, bu peryodik süreç içerisinde bile egemen kesim kendisini koruması için de hiçbir zaman boş durmamıştır. Akıllı ve üstün zekâsından dolayı ve edindiği zenginlikten dolayı, kendisinden fakir olan kesimleri de sürekli hakir ve fakir görmüş olup aşağılamıştır.
Toplumların ortaya çıkması, sitelerin oluşması, ailenin ortaya çıkmasıyla birlikte devlet fikrinin insan düşüncesinden peydahlanması da kaçınılmaz olmuştur. Devlet olgusu aileden doğmadır. Devlet fikrinin insan kafasından peydahlanmasına paralel olarak çeşitli sıfatlar altında devlet şekilleri veya yönetim biçimleri ortaya çıkarmıştır. Bu yönetim şekillerinin ortaya çıkışı, zaman ve süreçleri insan kültür ve eğitim seviyesi doğrultusunda oluşmuştur. Yani insanın gelişim seviyesi doğrultusunda yenilikler halinde ortaya çıkmıştır. Her eski insan tipi veya her eski toplumsal yaşantı biçimi, kendi bağrında yeni bir toplumsal yaşam biçimini yaratmıştır. Her sınıfsal çatışma, kendi bağrında yeni bir sınıfsal çatışmayı ortaya çıkarmıştır. İlk başlarda serfçilik ve kölecilik sistemi oluşmuştur. İnsan insanın kölesi olma durumuna gelmiştir. Derebeylik kurularak insanlar köle veya serf şeklinde çalıştırılmıştır. Ama yönetim biçimine insanoğlu "derebeylik" sıfatını uygun bulmuş olup o şekilde adlandırmıştır. İlkel komünal toplum, feodal toplum, kapitalist toplum ve sosyalist toplum veya "izm"ler düzeyinde sistemler (henüz yeryüzünde hiçbir devlet sosyalist sistemi yaşamadı) gibi... Kısacası her eski sınıfsal yönetim biçimi, kendi içinde yeni bir sınıfsal yönetim biçimini yaratarak daha da radikalleşmiştir. Bu radikalleşme kızgınlaşan iki zıt kutbun birbiriyle çatışması biçiminde ortaya çıkmıştır. Bu başkaldırı da insanın kendi iradesi dışında değil, tamamen egemen sınıfın yarattığı aşırı baskıya karşı oluşan devrimci bir karşı tepki olarak ortaya çıkmış ve gelişmiştir.
Günümüzde insanlığın gelişmesine ayakbağı olan bir durum var ki bu da milliyetçilik, şovenizm, vatan savunmacılığı ve her türden gericiliğe hizmet edici aşırı tutuculuktur. Buna günümüzde "izm"leri ve her türlü ideolojileri de eklersek bu iş daha da budaklaşır. Yani her "izm"i alıp dogmatik bir şekilde hazır bir çerçeve içine hapsedip, olduğu gibi kendi topraklarımız üzerinde uygulamaya kalkışırsak, böylesi bir durumda ne kendi sahip olduğumuz toplumsal ve sosyal yapımıza örnek olabiliriz, ne de böylesi bir toplumun gelişmesine katkıda bulunmuş oluruz. İdeolojilerin etkisi elbette belirleyici rol oynayabilir fakat, bu durum dogmatikleştirilip ve fanatikleştirilirse, olay bütünün gelişmesine engel olur. Önemli olan ideolojilerin ve "izm"lerin esiri ve kurbanı olmamak ve ona eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşmaktır.
Örnek olarak Kemalizmin Türkiye toprakları üzerinde getirmiş olduğu bazı şeylerin ülke halkları için ne yazık ki doğru olmayan ve halkların birbirleriyle kaynaşmasına hizmet etmeyen birçok yanları vardır. Bu sebeple onun ileri sürdüğü ve savunduğu, hatta sarfettiği bazı söylemleri bile, insanın aklına aykırılık teşkil etmektedir. Bir milliyetçilik söylemi artık günümüzde beş para etmez ve insanlığın gelişmesi önünde büyük bir engeldir. Devletçilik tabirinin kullanılması gene hem devletin, hem de toplumun gelişmesine bir kettir. Yani tek ulus ve tek devlet (ulus-devlet) tipinin yaratılması fikri içerik olarak kendi içinde büyük bir tehlike ve sakatlık barındırdığı bir gerçektir. M. Kemal’ın savunduğu ve onun kurduğu CHP’sinin proğram ve taslağındaki ilkelerin ayakları hiçbir zaman doğru bir şekilde yere basmamıştır. Günümüzün CHP’si de halen o eski nağmeleri ezberlemiş olup bir arpa boyu ileri gitmemiştir. Kemalizmin olmazsa olmaz söylencelerini ezberlemiş olup daha da dogmatikleşmiştir. İşte günümüz CHP’nin marjinleşmesinin asıl nedeni kemalist ideolojinin ta kendisidir. Laiklik, din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması gibi bir tanımlama getirilir fakat bu tanımlama pek doğru değildir. Laiklik kavramı da dinin içinden çıkma bir kavramdır. Bana göre din ne kadar bir zehir ise laiklik de aynıdır! Laiklik ile milliyetçilik birdir. Dincilikle laiklikçilik birdir. Irkçılık ile devletçilik birdir. Hele hele çeşitli milliyetlerin hakim olduğu bir Türkiye’de bu tür şeylerin ömrü çok kısa olur. Bu sebeple dogmatizm bile insanın gelişimi önünde büyük bir engeldir. Düşünce ve fikirleri belli bir çerçeve içine hapsedip herkes bu düşünce ve fikirleri kendi düşünce ve fikirleri çerçevesinde harmanlaştırırsa, vay o ülke insanlarının haline!
Milliyetçilik, laikçilik, şovencilik, dincilik, devletçilik, dogmatikçilik, sektercilik vs gibi şeylerin hakim olduğu ülkelerde bilimsel çalışmalar hiçbir zaman gelişim katedemez. Bilhassa Akademik alanlarda çalışan akademisyenlere serbest düşünme alanının yaratılmasına özellikle halkın büyük bir desteğinin olması da şarttır. En devletçi geçinen ve en milliyetçi geçinen bir ülkede bile, mümkün değildir ki orda düşünceyi ifade etme özgürlüğünde bahsedilsin. Eğer bir ülkede düşünceyi ifade etme özgürlüğü tartışılır haldeyse, o ülkede bilimden ve ilimden bahsetmek abestir. Böylesi bir ülkede özgürlükten bahsetmek gülünçtür. Bir bilim adamı veya sıradan bir insan kemalizmi eleştirdi diye üniversitede azlediliyorsa, vay o ülkenin haline! Böylesi bir ülke ne kadar kendi büyüklüğünden, soyluluğundan ve ırkçılığından yaptığıyla övünürse, bir o kadar da yabancı ülkeler tarafından hem lafça dövülür, hem de hor görülür. Böylesi nahoş durumlar, yabancı ülkeler karşısında en azından kendi imajını yerle bir eder. İşte biri kalkıp böylesi bir rezaleti kâğıda aktardığı zaman da soluğu mahkemelerde almaktadır. Yani suçlu ile suçsuz bu ülkede yer değiştirir. Hal böyle olunca, bu demektir ki ülkenin yasasında ve adalet sisteminde bir bozukluk vardır. Bu tür olayların sonucunda Türk’ün atası olan "Atatürk eleştirilemez, kendisine dil uzatılamaz" gibi düşüncelerin kafalarda yaratılmasına da yol açmaktadır.
Asırlar önce doğru olan bir düşünce tarzı asırlar sonra hatalı olabilir. Neden? Çünkü insanoğlunun bilinç seviyesi sürekli hep aynı kalmaz. Bilim ve teknoloji ne kadar hızlı gelişirse, toplumun sosyal yaşam biçimi ve bilinç düzeyi de o kadar hızlı gelişir ve değişime uğrar. Bundan birkaç yıl önce totaliter rejimler yeryüzünde vardı. Aynı krallık gibi... Ama krallıkla yönetilen ülkeler bile günümüzde artık sayılıdır. Totaliter rejimlerin toplumların gelişmesi önünde büyük bir engel olduğu ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda tek ulus, tek devlet ve aynı insan tipolojisini yaratmak da akla ve mantığa aykırı olduğu artık açığa çıkmıştır. Böyle bir yapı yaratmak mümkün değildir. Böyle bir düşünce tarzı doğanın ve eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü her insanın, doğayı ve eşyayı algılama, açıklama ve anlatım şekli aynı olamaz. Bu mümkün değildir.
Önemli biri, hiçbir zaman hiçbir yerde hata yapmamıştır denildiği andan itibaren o, dogmatikleştirilip putlaştırılmış hale getirilir. Her insan doğruları yaptığı gibi, hatalar da yapar. Hiçbir insan dört dörtlük olamaz. Gelmiş geçmiş bütün büyüklerin kendilerine göre hataları olmuş olabilir ve eleştirilir. Hiç kimsenin eleştiri hakkına baskı uygulanamaz. Hiç kimse kendi düşüncesini ifade eden kişiye baskı uygulayamaz ve buna hakkı yoktur. İyi veya kötü, lehte veya alehte olsun, herkesin kendi düşüncesini ifade etme hürriyeti vardır. Bu hürriyet, hiç kimsenin elinden alınamaz. Herkesin hürriyeti vardır demek herkes kendi hakkıyla vardır anlamındadır. Herkes kendi hakkıyla var olduğuna göre, o zaman herkes söyleminde de serbest olmalıdır. Herkes eleştirisinde hür olmalıdır. Herkesin hem eleştiri hakkı, hem de özeleştiri hakkı vardır. Ne birinin diğerinden üstünlüğü olmalı, ne de kariyeri olmalı. Herkes insanlığıyla ve insan olma sıfatıyla birbirine eşittir. Bu eşitliği bozmaya aslında hiçkimsenin haddine değildir. Ancak devlet ve millet bu şekilde hareket ederse kaynaşma sağlanmış olur. Aksi halde devletin dağılmasına da yol açar. Evet bir ülkede eğer birey kendi söylemlerinde hürse, böyle bir ülkede toplumlar da hür olur, barış da egemen olur, toplumsal ve sosyal yaşam tarzı da egemen olur ve hiçbir tatsızlık da olmaz. Aksi durumda kaos ortamı eksik olmaz.
Çeşitli milliyetlerin yaşadığı bir Türkiye’de eğer tek ulus, tek ırk, tek devlet, tek bir soya bağlı ve aynı kan bağından oluşan bir toplum yapısı veya birey tipini yaratma çabasını veren bir zihniyet egemen kılınırsa, böylesi bir ülkede "düşünceler nasıl ifade edilebilinir veya düşünceyi ifade etme özgürlüğünden nasıl bahsedilebilinir? Böylesi bir ülkede ne insanlıktan, ne de bilimsellikten bahsedilir?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.