- 751 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GÜL, DİKENİ VE ACISI
Lisedeyken rüyalarındaki aşkı bulduğunu düşünüyordu. Çünkü onu her gördüğünde içi kıpır kıpır oluyor ve farklı buuda giriyordu. Öyle ki eküdisdansının ölçüsünü hissetmiyordu. Fakat fani dünyada olduğunu yanından geçen arabanın sinir bozucu sireni ile kendine geliyor. Ama yine de daha, çiçeği burnunda, yeni tanıştığı kızın yüzüne baktıkça, üzerindeki negatif kutupların silindiğini anlıyordu,hissederek.
Sık sık Fırat’ın kenarındaki bir çay bahçesinde oturup sohbete koyuluyorlardı. Kızı beğeniyordu ve o da kızı. Fakat birbirilerine söylemiyorlardı. Kıza onu sevdiğini söylemenin daha erken olduğunu düşünüyordu. Kız da ilk onun açılmasını istiyordu(Kadınlar ilk adımı erkeklerden bekler ve sonra inşaatın çoğunu kadınlar tamamlar-istisnalar müstesna-). Fırat hep serin akıyordu. Ama insan öyle akmıyor her zaman.
Fırat artık bu ikiliyi tanıyordu. Fırat da anlamıştı bu iki kişinin yakınlık durumunu. Ancak bir perşembe öğleninde kızla ilk tartışmasını yaşadı. Çakan şimşeklerin ardında gök gürültüsü meydana geldi, doğal oılarak ama odan sonra yağmur yağamadı bir türlü onların üzerine. Ve bir sonra çarşamba öğleninde, her zamanki yerde kızı bekledi... Bekledi... Bekledi... Kız gelmedi.
İçi acıyordu. Ekşimsitrak suların sadece kendisinin içinde aktığını sanıyordu. o kadar acı... Sonraki pazartesi günü, okulda mutsuz ve keyifsiz dolaşıyordu. Alt kattaki sınıfalrın koridorunda arkadaşlarıyla konuşurken, bir an gözleri birisine takıldı. Yeni bir sima bu. İlk kez burada,okulda, görüyordu. Kendisini bir heyecan bastı. Bu heyecanın ne olduğunu biliyordu. Dikkat çekmemek için hemen ordan ayrıldı ve sınıfına gitti. sırasına oturdu ama aklı aşağıda kalmıştı. Her şey bir yana, bütün o ekşimsitrak akarsular bir anda duruvermişlerdi. Bu fark edebiliyordu. Ona teşekkür etmeliydi ama bu da olur mu?
Akşam oldu,eve gitti. Ders çalıştı gecenin yarısına doğru. Bir anda aklına geldi okulda ilk kez gördüğü kızı. Ona teşekkür etmek istiyordu ama bu durumun özel olduğunu düşünüyordu ve ayat üstü anlatmayı istemiyordu. " Hem nasıl olacak, Ben şimdi onunla konuşmaya başlasan heyecanlanırım. Çünküğ özel bir şeyimi açıklıyoru." diye düşünürken bir ışık görüverdi aklında. Ona yazmak.Neden olmasın?
Aldı eline kağıt-kalem ikilisini. Ve yazmaya başladı.
" Biliyorum ki böyle bir şeyi daha önce almamışsınız bir başkasından. İlk önce sizi bu yazımla(mektup desek) rahatsız ettiğim için özür diler ve effınıza sığınırı.
Bugü size baktığımı bir anlık olsun belki fark ettiniz. Sizi görmem benim için aslında bir ilaç oldu. Neden mi?
Geçenlerde bir arkadaşımı beklemiştim,değerli bir arkadaş... Ama beni bekletti ve sonraki günlerde de aynı şekilde davrandı. Ben onun acısı ile kıvranırken sizi gördüm. sizi görmem benim için bir dönüm noktası oldu sanki. Bir anda yaşadığım acıları unutu verdim. Bundan dolayı size minnettarım.
Bilmeyerek bana yardım ettiniz. Teşekkür ederim..."
Mektubunu bitirdi ve ona vermek için heyecanla sabahı bekledi. O gece nasıl yattığını anlayamadan, evden apar topar çıktı ve okulun yolunu tuttu. Okulda,
alt kattaki koridorda beklemeye başladı onu. Ortalık kalabalık olmaya başladı ama o daha gelmemişti. Ve nihayet onu gördü. Yanına yaklaştı ama cesaret edemedi ona mektubu vermeyi. Ve sonrasında çok deneyecekti ama başaramayacaktı. en nihayetinde verebilecek ama o da dört yıl sonra olacak.
Zaman akrep ile yelkovan arasında volta atarken, mektup vermek için kıza çok yaklaşmaları oldu Mustafa’nın. Her seferinde tam da verecekken vaz geçiyordu vermekten. O da anlamıyordu? Neden vazgeçti? Oysa Nazlı’ya olan aşkından yanıp tutuşuyordu. Hergün onu düşünür ve her günün akşamında, küçük kara defterine yazarak, Nazlı’dan özür diliyordu: " Bügün sana vertecektim mektubumu ama veremedim. Cesaret edemedim..."
Küçük kara kaplı defterini yanından ayırmaz oldu Mustafa. Nazlı’yı gördüğü her yerde onun hakkında düşündüklerini ve sevgilerini yazıyordu. Bir gün veririm diye. Yazdı yazdı... Sayfalar yüzleri geçti. Ve dayanılamayacak hale geldi yazmak ve Mustafa kendi kendine söz verdi: " Ey sevdiğim Azize’m! Bu yazıları bayramdan önce vereceğim. Şayet veremezsem yakacağım. Ki ilerde kimse bilmesin..." Uzun uzadıya söz verdi kendi kendine Mustafa.
Bayram yaklaşıyordu. Mustafayı da bir telaş, bir heyecan basıyordu. Ve bayram günü geldi çattı... Ama fani dünya Mustafa’ya sadakatsiz kaldı.Nazlı’ya veremedi mektubunu.Kursağında kaldı mustafanın, şayet misali uygunsa...
Yaz tatiline girdi. Tatil bitmek bilmiyordu adeta. Çünkü Mustafa’nın gözlerindeki fer, Nazlı’nın vuslatını yaatıyordu. En nihayetinde yaz da bitti.
Mustafa artık bir üniversiteli olmuştu. Nazlı da... İKisinin bu seferki okulları farklı şehirlerde ve biraz uzak. Mustafa üniversitenin ilk yıllarında geçmişe ayit ne kadar not ve/ veya mektup varsa hepsini bir araya getirdi. Ve kronolojik bir sıraya koydu. Sonra da ona vermeye niyetlendi. Acaba onun okuluna mı gitsem diye düşünürken, aklına şimşek gibi çekan bir fikir oluştu.
Bütün yazılarınıon fotokopisini çıkardı ve bir zarfa koydu. Sonra postahanenin yolunu tuttu. Çok heyecanlı idi. Postahaneye vardı ve mektubunu APS ile gönderdi. Memura zarfı verirken sanki üzerinden dünya kadar bir yük kalkmıiştı. Çok mutlu olduğunu hissedebiliyordu.Ve Nazlı’dan cevap beklemeye başladı...
Aradan üç gibi bir zaman zarfı geçti. Mustafa’nın telefonuna bir mesaj geldi. Baktı ve heyecanlandı mustafa: O idi.Yani Nazlı’canı.
Birbirilerine mesaj atarak konuşmaya başladılar. Nazlı’nın kızmamasına dayanarak, Nazlı’nın bu mektuptan etkilendiğini anlamıştı. Mesajlaşmaları internet üzerinden de devam etti.
Bir ay gibi sonra, Mustafa, Nazlı’ya, kendisini aramak istediğini ve aradığında konuş isteyip istemediğini sordu. Olumlu bir hava oluşunca aradı. Nazlı’nın utanmaması için ilk Mustafa sürekli konuştu. Ne de olsa onunla konuşmaya alışıktı(mektuplardan).
İlk konuşma derken, akabinde ilşk buluşma, ilk el ele tutuşma ve ilkler böyle devam etti...
Mustafa her onunla buluştuğunda, sağ eli ile arkasına sakladığı beş yapraklı kırmızı gülüne, tutulacak yere, bir peçete sararak ona veriyordu. Her buluşmada onun merakını üstüne çekebiliyordu. Her buluşmada Nazlı kendisinden hoşlanıyor ve daha da bağlanıyordu.
Her bahardan sonra bir yaz ve her yazdan sonra da bir sonbahar gelir.
Yine bir gün bir sonbahar yağmur bulutu onlarıda sardı. Nazlı, adı gibi Mustafa’nın bazı doğal istekleri için naz yaptı. Ama bu naz kısmını iyicene abarttı. Ki kara bulutlardan da yağmur yaağmadı bunun sonrasında. Nazlı ayrılmak istedi Musatafa’dan. Mustafa: "Sen bilirsin. Şayet bir karar verdi isen ben buna karışamam. Çünkü benim fikir kölem değilsin. Ama hani bana sorsalar, benim içim yanar ben gitme derim."
Nazlı kararlı idi. Mustafa’nın ise boğazı kuru idi. Ve Nazlı dediğini yaptı.Ayrıldı.Mustafa gurulu insan, o da onu rahatsız etmedi sonra. Çünkü sevdiği istemiyordu. O sevdiğine sadıktı.
Zaman olduğundan hızlı ilerliyordu. Nazlı bu hızlı ilerleyişin farkında idi. Bir gün okulda kendi sınıfındaki bir delikanlıya aşık olduğunu, en yakın dostuna anlattı.
(devam edecak-to be continued)
Bilal İKİZASLAN (Hatıralar’dan kısaltılmıştır)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.