- 1013 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kayınvalide Müfredatı
Yanlış hatırlamıyorsam Pentium 2 dönemleriydi.
Milattan sonra 1997...
Amerikanın son uzay mekiğine “Abidin” adını vermeyi düşündüğü yıllar.
Debelenerek kazandığımız bir üniversitenin 3. döneminin ilk yarısında vakit geçiriyoruz.
Dersimiz “Bilgisayar”
Teknoloji ile olan aşkımızı izdivaçla sonlandıracağımız anı heyecanla bekliyoruz.
Ve sınıfın kapısı açılıyor.
Kucağına doldurduğu bilgisayar parçalarıyla içeri giren, ders hocamızın asistanı Ahmet Bey...
Bizde değişen bir şey yok biz yine mütebessim bir edayla aynı üniversitenin 3. dönemini icra ediyoruz.
Aslında ders hocamız, üniversitenin demirbaşı bir doçent.
Dersimizin olduğu gün şehir dışından kayınvalidesi misafirliğe gelecekmiş.
Eve gelince onu evde bulamazsa kendine kasten yapıldığını sanıp korkunç tepki veriyormuş.
Bu sebeple ilk derse asistanını göndermiş…
Sonra ki günlerde kayınvalidesi hiç gitmemiş olacak ki doçentimiz derse pek katılamadı.
Ve beklenen an… Asistan “kesin sesinizi” düdüğüyle derse başlıyor.
Kucağında getirdiği bilgisayar uzuvlarından birini kaldırarak:
—Arkadaşlar, bu elimde gördüğünüz klavye. Üzerinde bulunan harfler ve rakamlarla bir kısım işaretlerden oluşan oynar kısımlar da tuşlarıdır. Şimdilik sizin için önemli olan sadece “Enter” tuşudur. En çok bu tuşu kullanacaksınız. Gerisi teferruat…(Bakın o zamanda moda bir tabirmiş)
Neyse, mütebessim bir edayla okuduğumuz üniversitenin 3. yılının 1. dönemini ağır fakat emin adımlarla tamamladık.
2. Dönemde bilgisayar derslerine laboratuarda devam ediyoruz.
Müfredatta “Word” var.
Birkaç hafta sonra Word’ü kısmen kullanabilir hale getirildik.
Konuyla ilgili son derste hocamız:
—Word sayfasına “Benim Adım Bilgisayar” yazıp diskete kopyalayın, dedi(O vakit diskette pek moda bir alışkanlık).
Birkaç dakika sonra yan sırada oturan arkadaşım başarmış olacak ki klavyeyi iki eliyle kavrayarak:
—Lan oğlum bu manyak bi alet baksana, yaptım dedi.
Ben peşin veren tüccar edasıyla geri yaslanarak:
—Yavrucuğum, o tuttuğun bilgisayar değil klavye. Senin tuşlar yoluyla verdiğin komutları, işletim sistemi dediğimiz beyine iletiyor. Hani göz algılıyor beyin yorumluyor ya öyle bir şey.
Arkadaş, vay be gözüyle bir baktı, o an anladım ki sınavda yalnız değiliz.
Evet, küçük bir organizasyonla bilgisayar dersini geçmiştik ama o sene yine bütün mahalle Türkçe dersinden çaktık.
Biz her şeye rağmen mütebessim bir edayla İşletme okuyorduk ve 3. yılımızda da Türkçe dersinden çakmıştık.
Olayın neresinden bakmayı tercih ederseniz orasından bakın.
100 Kasa hesabını biliyorduk da o hesabı bize veren kişinin cümle içinde ki yerini bulamıyorduk.
Tabii bunlar yaklaşık 10 sene önceydi artık her yerde bilgisayar var.
Bilgisayarla tanışma yaşı sigaraya başlama yaşının altına kadar indi.
Eğitimin teknolojiyle desteklendiğini de duyuyoruz.
Öğretmen, hayatında hiç klavyeye dokunmayan 8 yaşındaki ilkokul öğrencisine, müfredat gereği, internetten bulabileceğini söylediği ödevler vererek bilgisayarla tanışmasını sağlıyor.
Küçük öğrenci de, bilgisayarı en faydalı yöntemde kullanmak için, 12 yaşından küçüklerin girmesinin yasak olduğu internet kafe ye giderek kafe çalışanına ödev sorusunun yazılı olduğu kâğıdı uzatıyor ve:
— Amca bunu bul diyor, diğer teneffüste gelip alacam.
Yani bilgisayarcıyla tanışıyor, yolunu bulmayı öğreniyor.
Bir teneffüs sonra hazır olan ödevin bilgisayar çıktısını kaptığı gibi hiç kırıştırmadan, müfredat dışında interneti, “edepsiz sitelere girmek için araç” olarak algılayan, geçtiğimiz yüzyıldan kalkıp derse gelen öğretmenine veriyor.
Şaka değil bunlar, hayatın bu tarafında ki gerçekler…
İnanmayanlar varsa bir çocuk yapsın 8 sene sonra görsün.
Telaş etmeyin değişir diye.
Bu zamana kadar değişmeyen 8 senede hiç değişmez…