Dizi: SENİ TANIDIM İSTANBUL/6 O’ KUMANDAN Kİ Nİ’ME’L CEYŞLERİYLE NE GÜZEL
İstanbul’u fethettikten hemen sonra Fatih, Konstantinepolis’in yüksek tepelerinden birinde Havariyun Kilisesi’nin yerinde bir cami yaptırmış. 1463-1470 yılları arasında 7 yılda tamamlanan ilk caminin mimarı Sinanüddin Yusuf bin Abdullah. 17 Ağustos depreminde hasar gören Fatih Camii en büyük hasarı 1509’daki deprem ve ardından 45 gün süren artçı sallantılardan almış. Bugünkü cami 1766 depreminde tamamen tahrib olunca III. Mustafa (1757-1774) tarafından yeniden yaptırılarak 1771’de 5 yıl sonra ibadete açılmış. Cami çevresindeki külliye (bugün Fatih İlköğretim Okulu, Fatih Camii Erkek Kur’an Kursu, Çırçır Kız Kur’an Kursu ve Özel Fatih Yüksek Öğrenci Öğrenim Yurdu hizmetini veriyorlar) ki bunlar da pek zarar görmemişler. Fatih Camii’nin ikinci mimarı Mehmet Tahir Ağa’ya da bu alanda hakkını vermek lâzım ki Fatih-i Konstantiniyye’ye pek yakışan bir eser ortaya koymuş. Dört büyük mermer sütun üzerindeki mükemmel ana kubbe ve tali mermer sütunlar üzerinde tali kubbeler, tavan süslemeleri Osmanlı mimarisinin şahane sanatkârlığına insanlığı hayran bırakıyor. Revaklar arası çeşmeler her camide aynı intizam içinde ve işaret ettiği saltanat devrinde, Konstantin’i mağlûp edip 30 adet kuşatmaya tek galebe çalan, kuşatmacılığı fethe çeviren insanlığın gerçekten bütünüyle Ehl-i Kur’an olduğuna şahidlik ediyor halâ..
Ülkemin, bu sur dışı diyar-ı ibadethanelerinde sıkça gördüğüm saydam tükürüklerini, buranın cami çevrelerinde çok nadir gördüm ki bu ibretin belgesi de şanı büyük Fatih’e ait. Bakınız, sokak tükürücülüğünü ne derece tehlikeli bulmuş ve nasıl önlem almış: “Ben ki İstanbul Fatihi abd-i aciz Fatih Sultan Mehmed, bizatihi alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle satun aldığım İstanbul’un Taşlık mevkiinde kain ve malûmu’l hudut 136 bap dükkânımı aşağıdaki şartlar muacenesinde vakfı sahih eylerim.
Şöyle ki; bu gayrimenkulümden elde olunacak nemalarla İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki ellerindeki bir kab içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu hâlde, günün belli saatlerinde bu sokakları gezerler. Bu sokaklara tükürenlerin tükrükleri üzerine bu tozu dökerler ki yevmuye 20’şer akçe asınlar. Ayrıca 10 cerrah, 10 tabib ve 3 yara sarıcı tayin ve nasp eyledim.”
İşte sokak tükürücülüğü için bile mal varlığını hibe-i vakıf eyleyen münezzeh,salih ve bemberrak bir vücudiyetin Fatih’lik makamına gelip oturması, İstanbul’un geleceği açısından isabetli bir takdiri ilâhiydi.. Zira İstanbul, bu görünen kirliliğinden daha bir kat kat kirliliği manâ âleminde yaşamakta olan şehirler arasında başta geliyordu.
Fatih Camii bünyesindeki mimarlık ve hattatlık harikaları yanında bir de düşünce ve fikir potansiyeli olan, her minberin yanındaki mumluklar var ki, o devrin insanlarının ibadet ruhunu aydınlatıyor. Balık yağı, tutuşturduğu armut özü odun ve muhafazası ince uzun bakır kabın birlikte 2 mumluk ağırlığı, bazısında yarım ton, bazısında bir ton üçyüz kilo kadar gelebiliyor. Özetle balık yağı mum ile armut özü çıranın yakılmasıyla sağlanan aydınlıkta balık yağına karıştırılan sitearik asidin de rolü çok. Bu konuya II. Bayezid kısmında detaylıca değineceğiz. Zira çerağ-mumlar gerçekten birer fikir harikaları. Osmanlı’da adeta Edison öncesi elektrik projesi gibi bir şey..
Bunca sanat harikasının cem olduğu caminin kıble yönünde geniş bir hazire bulunuyor. Hazire kapısının girişinin üstünde Peygamber Efendimiz’in İstanbul’un Fethi’yle ilgili olan Hadis-i Şeref’leri şöyle yazılmış; “Ne mutlu O’ kumandana ki Konstantin şehrini fethedecektir ve ne mutlu O’nun erlerine.” Hemen hazire kapısından on-on beş metre ileride Fatih Camisi’nin tam kıblesindeki türbesinde ise bu Hadis-i Şerif; “İstanbul muhakkak fethedilecektir. Bu fethi yapacak hükümdar ne güzel hükümdar ve onun askerleri ne güzel askerdir” cümlesiyle not edilmiş. Bu iki farklı Hadis-i Şerif’i cami görevlileriyle türbe vazifelilerine soruyorum. El cevab; “manâya bakın. Nihayet cümleler farklı da olsa varılan yol, alınan netice aynı değil mi?” deniyor.
Bir süre bu cevablara rağmen, mutlu kumandan-mutlu askerlerle, güzel hükümdar-güzel askerler arasında gidip geliyorum. Mutluluğu ihtiras gibi kabulleniyor, güzelliği yeğliyorum. Zira İstanbul’da yüzlerce yerde bulunan türbelerin ve mezar taşlarının üstündeki isimlerde Ni’me’l Ceyş’ten, yani anlamı itibariyle Güzel Asker’den taltifleri okuduğuma göre, fethin mazharları bunlar olmalı. Yıllar öncesi yazdığım makalelerimde de Nebiler Nebisi Paygamber Efendimiz’in Hadis-i Şerif’lerini; “Güzel hükümdar (kumandan), Güzel Asker” olarak nakletmiştim. Nihayet ifadelerin şekli ne olursa olsun, Hadis-i Şerif’in özünde Konstantinepolis’in mutlaka Ehl-i Kur’an tarafından fethedileceği, bu fetihte ise gene Güzel Asker (Ni’me’l Ceyş)’lerin yer alacağı ifadesi var. Ve böylece 7. asrın Peygamber Müjdesi’ninin 15. asırda gerçekleşmesine, hem Fatih Sultan Mehmed Han’ın şansında, hem de İslâmiyet’in on asırlık mazisi çerçevesinde, oturup bir zihin yorduğumuzda şu Şehr-i Stanbul denilen şehrin mukaddesatını daha iyi anlıyorsunuz.
Fatih’in hazire kapısından girdiniz.. Kendi türbesine vardınız.. Orada, bütün iç duvarları Geç Devir’e ait kalem işlemeli süslerle, 9 alt ve 9 üst pencere oturmuş kubbenin gölgesine sığınmışcasına zeminde Hazret-i Fatih’in yattığı sandukayla yüz yüze geldiğinizde okuduğunuz Fatih tarihinin pek önemi kalmıyor. O koskoca İstanbul’un bir zerre noktasında, dünyanın tanıdığı yüce Fatih bir sandukadan ibaret. İşte, dünyayı benim zanneden, mülk şaşkınlığıyla ahirî âlemi unutanların benzemek isteseler bile asla benzeyemeyecekleri mukaddes hâlin üzerinde , Sultan II. Mahmud’un eseri gümüş simlerle işlenmiş puşi, etrafında ise Sultan Abdülaziz’in koydurttuğu gümüş şebeke örtülü.
Sandukanın sağında; “Lâ ilâhe illâllhü meliku’l hakkı’l Mübin (Allah’tan başka ilâh yoktur. Beyan olunan mülk Allah(CC)’ındır, solunda da; “Muhamedin Rasûlullâhi Sadık’u’l Va’di’l Emin” (Rasûlullah Muhammed sadık ve emindir) hatırlatması cümle ziyaret edene böyle sunuluyor. Fatih, o fethe mazhar insan değil miydi ki Ehl-i Kur’an ve değil miydi kimülkten bühtan. Tıpkı Yunus gibi; mal sahibi mülk sahibi. Hani bunun ilk sahibi düzenini sağlığında rehber edinip yaşayan..
Şu hâlde bu yazılanlar O’nun dünya hâlinin tasavvur edilmemesi için yazılmışlardı.
Hazirenin mezarlıklar bölümünün giriş yolunda sevgili eşleri Gülbahar Hatun’un türbesi, kızı Gevherihan Sultan’la beraber isimleri not edilmemiş iki mezarı daha barındırıyor. Bu türbenin hemen ilerisinde ise Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa’ya ait türbe var. Tanıtım yazısı şöyle; “Gazi Osman Paşa (1832 Tokat doğumlu). 1900’de İstanbul’da vefat etti. 1877 yılı Plevne Savaşı’nın kahraman gazi ve şehidleri türbesi burada..” O’nun ön kısmında Tokatlı Hacı Mustafa Haki Hazretleri (Ölümü: 1336) , az ilerisinde Fatin Rüştü Zorlu’lardan bir mezar ve “Nakşi Bendiye Meşayi Kiramı’ndan Sandıklı Şeyhi denmekle maruf Şeyh Hasan Hamdi Bini Mehmet Efendi 1322 Zilkade, 1320 Kanunuevveli” notlarıyla Sandıklı Şeyhi’nin mezarı yer alıyor. Kim bilir daha kimler ve daha nice Kur’an ehili Fatih’in yolunda yürüyenler var. Pek sıkı bir araştırma icap ettiriyorlar ki lâyıkıyla anlaşılabilsinler.
Fatih camii ile Fatih türbesi arasındaki Abdurrahman Nurettin Paşa’nın türbesinde ise Kastamonulu İmam Hatipliler’in hazırlayıp buraya diktiği levhada şunlar not edilmiş; “Merhum Mişaru İleyh Şumnu, Varna, Niş mutacarrufluklarında, Piruzirin, Tuna, Ankara, Bağdat, Diyarbakır, Kastamonu, Aydın, Edirne valiliklerinde ve Başvekil ünvanı ile Makam-ı Sadret’te Adliye nezaretine ifayı hüsnü hizmet eylemiştir.”
İstanbul’un fethinde ve fethinden sonraki mühim savaşlarda ve memleketin idaresinde önemli görevler alan, dolayısıyla Fatih’in haziresinde mekân sahibi olanların yattıkları toprakların üstüne günde beş vakit yayılan ezan seslerine vesile, Fatih Camii’nin altında bulunan su ki (15-20 metrede) bir tehdit unsuru. Süleymaniye Camii’nin 132 metre altında olan suyun bu camide 15-20 metrede olması (İstanbul kurumları kadar ülkemiz insanlarını da endişelendirecek şekilde zararlı) telâkki ediliyordu. Dolayısıyla buradaki suyun üstündeki fosilli kireç taşlarının ve altındaki kum, çakıl, Gürpınar kili ve yine en alttaki kum taşlarının temel oluşturduğu katmana güvenmeyen Fatih’in bölge idarecileri o günlerde bu şükran şehrinin fatihi olduğu kadar banisi de olan Sultan II. Mehmed’e ait caminin depremde gördüğü zararın bir benzerini de bu ıslaklığı söz konusu durumdan görmemesi için kolları sıvamışlardı.
Ki İstanbul’da her eser için yüksek bir ihtimam alışkanlığı var ve geçmişin hatıralarını himaye yolu da bunu gerektiriyor.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.