Dizi: SENİ TANIDIM İSTANBUL/4 FETH MÜJDESİ VE KONSTANTİNİYYE MAHZUNİYETİ
Fatih’in, İstanbul’un Yedi Tepe’sinden birinin üzerinde kurduğu mahalle kendi adını taşıyor. Dört tarafı da tepeden düze iniş biçiminde. Kıble yönünden ilerlediğinizde Şehzadebaşı’na varıyor, Kanuni’nin pek sevdiği, öldüğünde, Edirne’den yollara düşüp O’nun için İstanbul’a geldiği ve burada defnedildiği mezarını 40 gün boyunca aralıksız ziyaret ettiği en zeki oğlu Şehzade Mehmet’in camiinde, yine Osmanlı’nın harika mimar ustalığını görüyorsunuz. Sonra ilerlediğiniz bu yol (Şehzade-Vezneciler Caddesi) sizi Bayezid, Sultanahmet, Çemberlitaş ve Cağaloğlu’na götürüyor. Buraları Bizans döneminde dini nitelikli eserlerle donatılan ve adeta sur içinde inzivaya çekilen Kozmidyon namlı en önemli semtleriymiş.
Doğuda boydan boya Haliç uzanıyor; Cibali, Küçükpazar, Balat ve Fener bu yönde yer alıyor. Batıda Aksaray, Fındıkzade, Cerrahpaşa, Yusufpaşa ve Kocamustafapaşa ile dört kapı (Belgradkapı, Silivrikapı, Mevlânakapı, Topkapı), kuzeyde ise Bayrampaşa, Karagümrük, Edirnekapı ve Eyüp bulunuyor. Bayrampaşa, Edirnekapı ve Eyüp’ün sur dışından sur içine bağlantılarını ise Ayvansaray (Edirnekapı), Fevzipaşa, Millet caddeleriyle, Adnan Menderes (Vatan) Bulvarı sağlıyor. Topkapı Mezarlığı, Anıtmezar, Edirnekapı Şehitliği; Sakızağacı, Hava, Kara ve Deniz Şehitlikleri arasındaki mahal farklılığı yok gibi koskoca alanlar, şehitlerin mezarlarıyla ve ekseriyeti Osmanlı’ca yazılı mezar taşlarıyla doldurulmuş, tarihin nüksettiği yerler.
Edirnekapı Şehitliği’nde Milli Şair Mehmet Akif Ersoy’un medfun olduğunu öğreniyorum. O’nun ziyaretine haslet gönlüm, ayaklarımı bir saygı çarkıyla adımlatıp orada bana O’nu aratıyor. Sonra Peyami Sefa’ya rastlıyorum. Âkif buralarda bir yerlerde olmalı derken, O’nu ters istikâmette buluyorum. İşte, Mehmet Akif’e yakışan mütevazi bir mezar, mütevazi bir ünvan teşhiri..
Solunda Süleyman Nazif, sağında Ahmet Naim Baban ve Muallim M. Cevdet. Burası öyle bir yer ki binlercesi, binlercesiyle haşır neşir.Sanki –yok orada öyle bir nizam ve intizam ama- bir mahallenin bitişik komşularıymışçasına şu numarada şair-edib, şu numaralı yerde falanca tüccar, orada filânca siyasî, şurada amiral, general- burada muallim, hafız, fabrikatör, şu yukarıda evliya, eren, şu aşağıda udî, neyzen; yaş, sınıf, rütbe, liyakat, şatafat ne varsa hepsinde tek tek adres yazılı-çizili..
Acaba gıpta mı etsem, yoksa yanlışa mı düşülmüş desem.. Bu debdebe, bu şaşaa bu adrese yakışmıyor vesvesesiyle yol aldığım mekân öylesine daralmış, yol denilen ayak sürüyücüsü öylesine kısalmış ki, biliyorum, Eyüp’teyim..
Eyüp’te Eyüp Sultan’da etraf insan kaynıyor. Halid bin Zeyd Ebu Eyyub El-Ensari’nin avlusuna akın akın girenler, sanki tane tane çıkıyorlar. Bir kısmı, avludan ötede kayboluyor gibi. Merak ediyorum; bu Eyüp Sultan’ı ben ne kadar tanıyormuşum diye. Burası tarih kitaplarının anlattığına hiç uymuyor. Yaşanması icabediyormuş. Tam bu sıra bir ikindi ezanı yükseliyor Eyüp Sultan’dan..
Şimdi de bir saftayım ve BİR taraftayım..
Eyüp Sultan ki görülesi, sarılası, manâ ve mefhumuna varılası yer. Avluda muazzam bir türbe var. O ki Eyüp Sultan, Peygamber Efendimizin; “devemi kendi hâline bırakınız. Zira kendine düşen görevi yapmaya memur edilmiştir. O’ da gitti, Ebu Eyyub’un kapısı önüne çöktü!” deyip misafiri olduğu, daha sonra kendisine Sancaktarlık hizmeti verilen mübarek insan, Peygamber’inin mermerdeki ayak izi önünde, bütün uhrevi güzelliğiyle öylece uzanmış, sessizce yatmakta. O’nun önünde de insan yığını. Sakin, saygılı, dakikalarca süren dualarla sanki bu dünyada değillermiş gibi kendilerinde kaybolup gidiyorlar.
VII. yüzyılda Arab ordusuyla İstanbul’a feth için gelen, kuşatma esnasında sur önlerinde şehid düşen Ebu Eyyub El-Ensari’nin buralarda bir yerlerde olduğu söylenegelirken, 1458’li yıllarda Fatih’in Hocası Akşemsettin’in keşfi ve kehanetiyle bugünkü yerinde bulunan bu mübarek zatın adına türbesi ile cami arasına Fatih’in, avluya da Akşemsettin’in diktiği çınarlar halâ dipdiri bir hâldeler ve bugünün Ehl-i Kur’an’ına 1458’i hatırlatıyorlar.
Eyüp Sultan düzlükte. Hemen yanıbaşından itibaren başlayan Eyüp Mezarlığı ise gitgide yükselen bir tepeye; yamaçtan zirveye doğru yerleşmiş. Altlarda Dünya Şampiyonu Kara Ahmet Pehlivan ve Dr. M. Esad Coşan Hoca’nın mezarlarına rastlıyorum. Varıp beş on basamak üstlerde Kur’an’dan ayet (dua) okuyan nice insanların arasında duaya duruyorum. İçten içe; “Rahat ol Esad Efendi. Türkiye dünyası halâ bildiğin gibi!” diyorum.
Daha yukarılarda kimler var acaba.. Bu insan seli, böylesine coşkuyla niçin üstlere akıyor düşüncesini çözmeye çalışırken birkaç kişi Piyer (Pierre) Loti ismini telâffuz ediyorlar. Piyer Loti haa.. Yolun yarısından dönüyorum. İnşallah başka zamanda O’na da varırız diyorum.
Eyüp, Edirnekapı Şehitliği ve Topkapı Müslüman mezarlıkları, sanki şu önlerindeki surlardan Konstantinepolis’e girebilmek uğruna şehit düşenlerin yattıkları yerlermiş gibi geldi bana. Lâkin bunca İstanbul şehidi nerede diyorum. Fatih’in haziresindeki yüz-yüzelli mübarek Ni’me’l Ceyş değildir elbette. İşte onlar bunlar, buradakiler.
Sulukule.. Surların hemen içinde, o bir kısım sur pespayeliğinin uzantısıymış gibicesine, insanı ürküten bir görüntü arzediyor. Kadın Esmer-erkek esmer ve ecdad alışkanlığı bir burmabıyık ananesi. Kızlı-erkekli çocuklar da esmer ve sur tepelerinde, arkalarında, önlerinde yine pespaye itler.. Hep de birbirlerine dalaşıp durmaktalar..
Bir de Sulukule’de: “Adamı keserler!” lâfı yok mu ya, insanı ürkütüyor. Berilerden şu çocuklara dalaşmaktansa, ötelerden dolaşayım plânı uyguluyorum. Gerilerde, Tekfur Sarayı’nın önündeki etrafı yüksek duvarla çevrili alan meğerse Hıristiyan mezarlığıymış.Yıkılıp yarıya inmiş surdan aşağılara doğru bakayım derken görüş alanıma bu mezarlık takılıyor. Sanırım, elli-yüz kişilik. Kapısı da demirden ve kilitli olduğuna göre öyle, karşısındaki Edirnekapı Şehitliği gibi pek ziyaretçi de kabul etmiyor galiba. Onlar, işte böylece oradalar. Dıştan ne kimse görebiliyor onları, ne içten onlar bir kimseye görünebiliyorlar.
Konstantiniyye mahzuniyeti bu olsa gerek.!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.