- 861 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
.
Bunalımlı günler yaşıyordum. Bir gün Dilan dan ayrılacağımı, yada onun benden bir anda kopup gideceğini hiç ama hiç düşünmemiştim.Dört yıldır beraber olduğumuz ve evlilik hayalleri kurduğumuz Dilan a, her şeyimle öyle bağlanmıştım ki, o gittiğinde kendimi büyük bir boşlukta, yapa yalnız bulmuştum. Terk edilmeyi hiç ama hiç hazmedemiyordum, fakat terk edilmiştim işte.
O, beni bırakıp gittikten sonra yemeden, içmeden kesilmiş, sürekli uyumak ister hale gelmiştim. Nefes alamıyordum. Her şey tatsız, her şey anlamsızdı benim için. İşimden gücümden soğumuş, çevremde olan biten her olaya tahammülsüz olmuştum. Asık bir suratla, ya da içim kan ağlarken kimselere üzüntümü belli etmemek için yüzüme taktığım sahte gülücüklü bir maskeyle insanlardan uzak durmaya çalışıyordum. Dışarıda güneş pırıl pırıl parlarken, kelebekler rengarenk açmış çiçeklere konarken ve sevgililer bu güzelliklere el ele eşlik ederken, ben hala terk edilmenim penceresiz karanlıklarında elemler içindeydim..
Annem, babam, eşim, dostum benim bu hallerime üzülüp, tasalanıyorlardı. Artık beni psikoloğa gitmem gereken bir hasta olarak görüyorlardı. Evet, bir bakıma hastaydım; ama devasının sonradan bende olduğunu öğrendiğim bir hastalık.Yani birini saplanıp kalmak, ondan başkası yokmuş gibi boşu boşuna hayata küsmekti bu hastalığın adı.
Aslında ona beni terk ettiği için kızmıyordum. Kızmaya da hakkım yoktu zaten. Zorla güzellik olmazdı. Ama ben bu ani terk edilmeye hiç hazır değildim. Ve terk edilmek duygusu onuruma çok dokunmuştu.
Suç kimdeydi bilmiyorum! Ya onu adam gibi sevememiştim, yada ona olan aşkımdan dolayı ona hak etmediği kadar değer vermiştim. Aslında biz birbirimize göre değildik, bu yüzden de arzuladığım beklentiler olmamıştı.
Acaba giden ben olsaydım gene bu kadar üzülür müydüm? Hayır… Ayrılıklarda galiba en çok üzülen, en çok kırılan geride kalan oluyordu. Yada en çok seven en çok üzülendi. Ayrıldıktan sonra bile aklım gurursuzca hep ondan gelecek bir haberdeydi, bir geri dönüş sinyalindeydi.
Onu kaybetmenin acısı artık içime sığmaz olmuş, tüm benliğime hakim olmuştu. Yerimde duramıyordum. Hiçbir şeye istek göstermez hale gelmiştim. Sürekli aklımda o vardı. Bir daha onun gibisini bulamayacağımı, ondan başkasını sevemeyeceğimi sanıyordum. İşte bu düşünce, benim etrafıma bakışlarımı da tamamen körleştirmişti. Mutsuz bir insan olmuştum. İçimde hep bir ağlama hissi peydah olmuştu.
Halbuki o dünyanın en güzeli miydi? Değildi. O, dünyanın en asili miydi? Değildi. Ama ben onu, o kadar çok sevip, o kadar kendimde büyütmüştüm ki, bundan dolayı da şimdi aynı büyüklükteki acıyı çekmeye adeta mahkum olmuştum.
İşin doğrusu suç, beni bırakıp giden Dilan da değil, Dilan ı bana, bu kadar acı çektirecek kadar seven bendeydi. Düşünüyordum…Acaba onu neden bu kadar çok sevmiştim, sırf o da beni çok sevsin diye mi? Yada, farkında olmadan onun beni zorla sevmesini mi beklemiştim?
Artık kendimi, hayatın mutluluğa bakan kısmından iyice soyutlamıştım. Etrafım da el ele, kol kola gezen çiftleri gördükçe yaram daha da deşiliyordu. Kendime olan güvenim tamamen kaybolmuştu. Terk edilmek, insanda eksiklik duygusu hissettiriyordu. Onu elimde tutmayı başaramayan zavallı birisiydim..
Bir sabah moralsizce kalkıpta, aynadaki derbeder halimi görünce kendime çok ama çok acıdım. Kendime haksızlık yaptığımı düşündüm. Acaba Dilan da benim kadar ayrılık acısı çekiyor muydu? Hayır.. Çünkü benden sonra bir, iki kişiyle daha çıkıp ayrıldığını ve hayata güle oynaya devam ettiğini ortak arkadaşlarımızdan duymuştum.
Aslında onun gidişine boş yere üzüldüğümün farkına şimdi varıyordum. Oysaki beni bu halimle sevecek birisi lazımdı bana. Beni ben diye sevecek birisi.. Dilan öyle birisi olsaydı zaten bırakıp gitmezdi ki... O zaman ben kendime göre birini bulmalıydım. O, gidecek diye olduğumdan daha farklı olmamalıydım. Gidecekse giderdi. Gidecek insanı zorla tutmanın getireceği mutluluktan zaten ne beklenirdi? Benim olmadığım bende sahte mutluluğu aramamalıydım. Ve buna onurlu bir aşk adına asla razı olmamalıydım.
Sonra düşündüm; Dilan değil de, Ayşe yi, Fatma yı sevseydim, bu seferde benim için vazgeçilmez olan Ayşe ya da Fatma olacaktı. Yani, Dilan’ın ardından bu kadar üzülüşüm, sadece ona olan alışmışlığımdan ve kendimi kaptırmışlığımdan geliyordu. Yani şu an dışarı çıksam sevip mutlu olacağım bir sürü Dilan, bir sürü Ayşe, Fatma vardı. Ama artık bir şartla! Öyle eskisi gibi körü körüne sevmek yoktu artık. Sevdiğim kişiyi hak ettiği kadar, gitse bile yıkılmayacağım kadar sevecektim. Bunları düşünce eski özgüvenimi yavaş yavaş kazanmaya başlamıştım.
Düşündükçe Dilan la ayrılmamızın en doğrusu seçenek olduğunu şimdi daha anlıyordum. Hani her şerde bir hayır vardır misali; Belki de onunla sonu hüsranla bitecek bir evliliği şimdiden az hasarla noktalamıştık. Ya evlendikten sonra ayrılsaydık! İşte bunun manevi ve maddi hasarları çok daha ağır olacaktı. Ama deli gönlüm bu kadar mantıklı tahlil yapacak durumda değildi ki. Safça, olduğu gibi, her şeyiyle sevmişti. Oysa biliyorum ilişkimizde hep veren bendim, hep fedakarlıklara katlananda ben. Oluk, oluk tüm sevgimi bütün içtenliğimle sunmuş ama geriye bende bir şey kalmamıştı. Bunlara rağmen yinede gitmişti. Demek ki doğrusuda gitmesiydi.
Bütün bu düşüncelerimden sonra artık iyice kendime gelmiştim. Şimdi küllerimden doğma zamanıydı. Gücümü yeniden kazanmıştım, oysa boş yere kaybetmiştim. Ama aşk ve terk edilmek duygusu insanda mantık mı bırakıyordu ki?
Kendimi moralsizlikten yana sıfırladım ve bir umutla yeniden çıktım aşk yollarına. Yollarım da bir sürü aşklarla kucaklaştım. Ama acele etmedim birinde kalıcı olmaya. Biliyordum mutlu bir hayat için lazımdı mizacı, mizacıma uygun olmaya.
Aşk yolunda çokça çıraklık ettikten sonra usta olmanın en güzel hediyesini almıştım.
O’na, aşk yolumun sonlarına doğru rastladım. Vuruldum! Öyle çok güzel değildi. Zaten öyle bir öngörümde yoktu. Karakterliydi, duygusaldı. Tam benim dengimdi. Bu yüzden benim için dünyanın en güzeliydi. Kendi tecrübelerimden ve çevremde yaşanan nahoş evliliklerden biliyordum ki, insanın hayattaki en önemli seçimi eş seçimiydi. İnsan bu seçimiyle vezir de oluyordu, rezil de. Bu arada ona vurulduğumu hemen belli etmedim. Onu iyice tanımak istedim. İstedim ki birbirimize uygun muyuz? Bir ömrü aynı lezzette, aynı vefada sırtlayabilecek miyiz?
Ve sırtladıkta…
Kısacası Aşık olduğum bir insanla evlenmedim, ama şu an evlendiğim insana deli gibi aşığım.
Tabi ki bu işlerde çoğu zaman gönül mantık dinlemiyor. Düştü mü bir kere yürek sevdaya
ne kural tanıyor, ne hesap kitap. Ayrıca bir insanı sevdiğinizde, veya ona deli gibi aşık olduğunuzda, onun da sizi deli gibi sevmesini bekleyemiyorsunuz.
Fakat , ideal bir evlilik için insan önce karşısındakini tanıyıp sonra sevmeliymiş, ya da önce kendini keşfedip ona göre birini sevmeliymiş. Yoksa yanlış eşleşen gönüller bu beraberliklerden çok derin yaralarla ayrılıyorlar. Ruhen çöküntüye uğrayabiliyorlar. Çünkü insan, hangi insanı sahipleniyorsa, sahiplendiği insanın bütün iyi ve kötü özellikleri de o insanı sahipleniyor. O yüzden bu gönül işlerinde acele etmemek gerektiğini ancak, çektikten sonra anlıyor.
YORUMLAR
Önce eleştirilerimle başlıyayım. :( "ben hala terk edilmenim penceresiz karanlıklarında elemler içindeydim.." Bu cümlede bir kopukluk ve aksaklık var. Gözünüzden kaçmış sanırım.
Ve
"Annem, babam, eşim, dostum benim bu hallerime üzülüp, tasalanıyorlardı" Cümlesinde sevgiliden ayrılıktan bahsederken "eşim" kelimesi hoş durmamış. Lafın gelişi bahsederken eşim, dostum deriz ama....
İşin özü insan ilişkilerinde denklik çok önemli.
Güzel bir konuya değinmişsiniz, fakat üzgünüm bu kez o yazılarınızdan her zaman aldığım tadı alamadım. Sanki acemilik zamanınızda yazmış olduğunuz bir yazı gibi duruyor. Veya alelacele bir şeyler karalamak için yazmışsınız gibi. Yani konu çok güzel ama duygu eksikliği var.
Saygılarımla....